27 Şubat 2012 Pazartesi

René Girard – Günah Keçisi

René Girard – Günah Keçisi

Guillaume de Machaut yapıtlarını on dördüncü yüzyılın ortalarında yazmış bir Fransız şairiydi.
Art arda meydana gelen anlaşılmaz facialardan söz eden ve bunlara tanık olduğunu ileri süren Guillaume, sonunda korkudan evine kapanarak orada ölümü ya da bu tarifsiz azabın son bulmasını beklemiştir. Bazı olaylar tümüyle, bazılarıysa kısmen gerçekdışıdır. Yine de bu anlatıdan edinilen izlenim, gerçek bir şeylerin olmuş olduğudur.
Guillaume’un yaşadığı şehirde çok sayıda insan ölür. Bu ölümlerin bazılarına Yahudilerin ve onların Hıristiyanlar arasındaki suçortaklarının kötülüğü yol açmıştır. (s. 1)

Guillaume’un kendisi bir şey icat etmiş değildir. Evet, kolay kanan biri olduğu kesindir ve kamuoyunun histerisini yansıtmaktadır. Yine de sözünü ettiği sayısız ölüm gerçektir ve kuşku yok ki 1349 ve 1350’de Fransa’nın kuzeyini kasıp kavurmuş ünlü kara vebadan kaynaklanmıştır. Aynı şekilde Yahudi katliamı da gerçektir. (s. 2/3)

Ortaçağ toplulukları vebadan öyle korkuyorlardı ki, adı bile ürkütüyordu onları; mümkün olduğunca uzun süre adını anmaktan, hatta salgınların sonuçlarını şiddetlendirmek pahasına bile olsa, gerekli önlemleri almaktan kaçındılar. Öyle güçsüzdüler ki, hakikati kabullenmek, onlar için, durumla yüzleşmek ve karşı koymak değil, yıkıcı etkisine kendini teslim etmek ve normal yaşam sürüyormuş gibi yapmaktan vazgeçmek olacaktı. Tüm halk böyle bir körlüğe seve seve katılıyordu. Gerçekliği reddetme yönündeki bu ümitsiz irade “günah keçisi” avını teşvik ediyordu. (s. 4)

Yazarın (Guillaume de Machaut) metnine verdiği anlamı hiç tereddütsüz reddediyoruz. Ne söylediğini bilmediğini iddia ediyoruz. Yüzyılların ötesinden gelen bizler, modernler, bunu yazardan daha iyi bilmekteyiz ve onun sözünü düzeltebilecek yetenekteyiz.
Bu hakikati kendisi farkında olmadığı halde bizim anlamamızı sağladığını ileri sürmekte tereddüt etmiyoruz.
Yahudilerin gerçekten katledildiği iddiasına duyduğumuz şaşırtıcı güvenin kaynağı nedir? (s. 7)

Okuduğumuz metin, kıyımcıların bakış açısıyla anlatılmış gerçek bir kıyım metnidir. (s. 9)

Modern Batı dünyası, “kıyım metinleri”ni gerçek olarak kabullenmeyi tercih etmiştir, bu metinleri gizemden arındırmanın tek yolu da budur. Bu çözüm doğrudur ve kusursuzdur. (s. 11)

Kolektif kıyım = Yahudi katliamı
Kolektif yankı bulan katliam = Cadı avı

Portekizli keşiş Fco de Santa Maria, 1697
Bir krallıkta ya da cumhuriyette bu şiddetli ve taşkın ateş yandığında, yüksek yargıçların sağır olduğu, halkın içine korku düştüğü, politik yönetimin parçalandığı görülür. Adalete artık itaat edilmez; zanaat durur; aile bağları kopar, sokaklar canlılıklarını yitirir. Her şeye aşırı bir kargaşa hâkim olur. Her şey yıkılır.
Dün başkalarını gömenler, bugün kendileri gömülür… Dostlara asla merhamet gösterilmez, çünkü merhametin her türlüsü tehlikelidir.

Toplum sakatlandığında, süreler kısalır.  (s. 19)

Kültür silikleştiğinde insanlar kendilerini güçsüz hissederler; felaketin büyüklüğü karşısında şaşkına dönerler ama doğal nedenlerle ilgilenmek akıllarına gelmez; bu nedenleri daha iyi tanımakla onlar üzerinde etkide bulunabilecekleri fikri rüşeym halde kalır. (s. 20)

En sık sözü edilen suç, ele alınan kültüre göre en mutlak tabuları ihlal eden suçtur her zaman. (s. 21)

Yığın daima kıyıma yönelir.
Yığın, tanımı gereği eylem arar.
Erişebileceği ve şiddet açlığını yatıştıracak bir neden arar. (s. 22)

Tiksinti verici ve iğrenç şeyler Hıristiyan topraklarında geleneksel olarak Yahudilere atfedilir, onlardan önce de Roma İmparatorluğu’nda Hıristiyanlara atfedilmekteydi. (s. 23)

Hindistan’da özellikle Müslümanlara eziyet edilir, Pakistan’da ise Hindulara. Demek ki kurbanlık seçim ölçütlerinin evrensel özellikleri vardır. (s. 24)

Bugün bile fiziksel anormallik karşısında, ilk temasta, insan hafif bir geri çekilme davranışını önleyemez.
Sakatlık, bir kurbanı tanımlayan o sıradan işaretler öbeğinin bir öğesidir.
Uyum güçlüğü çeken herkes aynı muameley görür.
Varoluşun ve davranışın tüm alanlarında anormallik vardır.
Toplumsal anormallik diye bir şey vardır; burada normu belirleyen şey, ortalamadır. En ortak toplumsal statüden, şu ya da bu yöne doğru ne kadar uzaklaşılırsa, kıyım riski de o ölçüde büyür. (s. 25)

Zenginlerin ve güçlülerin kendi toplumları üzerindeki nüfuzları, kriz döneminde, hedefi olabilecekleri şiddeti haklı çıkarır niteliktedir. Bu, ezilenlerin kutsal isyanıdır. (s. 26)

Her kültürün içinde herkes kendini ötekilerden “farklı” hisseder ve farklılıkları meşru ve gerekli görür. (s. 29)

Kıyımcıların kafasına takılan şey asla farklılık değil, onun dile getirilmeyen karşıtıdır: Farksızlaşma.

“Kriz”in kültüre/düşünceye katkısı
Crise = Kriz
Crime = Suç/cinayet
Critére = Ölçüt
Critique = Kritik/eleştiri

Oidipus Miti
Sophokles’in metninde, farklılık yokluğunun vebalı olmakla aynı şey olduğunu saptarız.
Kurbanlık işaretleri
Oidipus topaldır.
Hukuken olmasa da fiilen yabancıdır.
Kralın oğlu ve kralın kendisidir. (s. 35)

Kişide ne kadar kurbanlık işareti varsa, yıldırımı başına çekme ihtimali de o derece fazladır. Oidipus’un sakatlığı, terk edilmiş çocuk geçmişi, yabancılığı, nevzuhurluğu ve kral olma hali, onu kurbanlık işaretlerinin mükemmel bir toplamı haline getirir. (s. 36)

Mitin kökeninde gerçek bir kurbanın ve gerçek bir kolektif şiddetin bulunduğu varsayımını öncelikle Şiddet ve Kutsal’da öne sürdüm. (s. 38)

Kurban başka yerden gelen biridir, damgalı bir yabancıdır.
Ev sahiplerinin gözünde yabancının tuhaf ya da edepsizce davranmasının nedeni, başka normlara uyuyor olmasıdır. (s. 45)

Mitolojik canavarda, fiziksel olanla ahlakî olan birbirinden ayrılmaz. (s. 47)

Kutsallık
Ortaçağın ve modern dönemin kıyımcıları kurbanlarına tapmazlar, onlardan yalnızca nefret ederler.(s. 53)

Kıyım metinlerindeki kutsalı anlamak için, benim suçlama basmakalıbı diye adlandırdığım şeyden yola çıkmak gerekir: Kurbanların suçluluğu ve görünüşte sorumluluğu. (s. 54)

İki yüzyıl sonra, bu aynı inanç karşısında, çok sınırlı entelektüel kapasitedeki insanlar bile kahkahalarla gülecektie. O halde Jean Bodin’in ya da Guillaume de Machaut’nun yanılsaması nereden kaynaklanıyor olabilir? Açıktır ki, bu yanılsamaların toplumsal bir doğası vardır. (Günah keçisi…) (s. 55)

Mitlerde son derece suçlu bir kurbanla hem şiddete dayalı hem de kurtarıcı bir çözümün sürekli birliği, ancak günah keçidsi mekanizmasının aşırı gücüyle açıklanabilir.
Yok olan ya da günah keçisince tehlikeye atılan düzen, tam da onu altüst etmiş olan kişi aracılığıyla yeniden düzenlenir ya da kurulur. (s. 59)

En büyük suçlu, toplumsal düzenin temel dayanağı haline gelir. (s. 60)

Bir kurban yaptığı iyilikleri ölümünden sonra katillerine de yayabiliyorsa eğer, ya dirildiği içindir bu, ya da gerçekten ölmediği için. Günah keçisinin nedenselliği kendini öyle güçlü dayatır ki, ölüm bile onu durduramaz. Kurbanın nedenselliğini reddetmemek için de, bu kurban diriltilir, en azından geçici olarak ölümsüzleştirilir ve bizim aşkın ya da doğaüstü dediğimiz şey de böylece icat edilmiş olur. (s. 62)

Ortaçağın ve modern dönemin metinlerinde kutsal giderek zayıflar ama varlığını sürdürür. (s. 63)

Eğer bir insan Yahudiye kötü niyetli davranırsa, Yahudi ona veba bulaştırır; tersine, iyi niyetli davrandığında, onu esirgeyecek ya da eğer zaten hastalanmışsa onu iyileştirecektir. Demek ki Yahudi hekim, yapabileceği ya da önceden yapmış olduğu kötülüğe rağmen değil, tam da bu kötülük sebebiyle son çare olarak görülmektedir. Apollon’un durumu da farklı değildir; Thebaililer vebayı iyileştirsin diye başka bir tanrıya değil de Apollon’a yalvarıyorlarsa, onu felaketin nihai sorumlusu kabul ettikleri içindir. Demek ki Apollon’u Nietzsche’nin ve estetikçilerin “Apolloncu” terimine verdikleri anlamda yalnızca iyiliksever, barışçı ve sakin bir tanrı olarak görmemek gerekir. Olimpos tanrılarının sonunda sönüp gitmesi, başkaları gibi onları da bu ve benzeri birçok noktada yanıltmıştır. Görünüşe ve bazı teorik yumuşatmalara rağmen, bu trajik Apollon “en nefret edilesi” tanrı olarak kalır (Homeros’un kullandığı ifadedir bu ve Platon da sanki söz konusu olan Homeros’un kişisel zırvasıymış gibi eleştirmiştir!). (s. 64/65)

Günah keçisi bir kez felaketin biricik nedeni olarak kabul edildikten sonra, bu felaket kelimenin tam anlamıyla onun nesnesi olur ve o da artık cezalandırmak veya ödüllendirmek için keyfince kullanabilir bu nesneyi.
Elizabeth İngiltere’sindeki Yahudi hekim Lopez, İngiltere sarayında gördüğü rağbet doruktayken büyü yapmak ve zehirlemeye teşebbüs gerekçesiyle idam edilmişti. Topluluğa dışarıdan gelen kişi en ufak yenilgi karşısında, en küçük ihbarda, ne kadar yğkseğe çıktıysa o kadar aşağıya düşebilir. (s. 65)

Cadı figürü … fiziksel canavarlıklar ile ahlakî canavarlıkların kaynaşma eğiliminin iyi bir örneğidir. Cadı topaldır, çarpık bacaklıdır ve yüzü de çirkinliğini iyice artıran sivilce ve urlarla kaplıdır. Tüm özellikleriyle kıyıma davetiye çıkarır. (s. 68)

Mitlerde iki dönem vardır…
Birinci dönem, henüz kutsal olmayan ve tüm kötücül özelliği üzerinde taşıyan bir günah keçisinin suçlanmasıdır. İkinci dönem; topluluğun uzlaşmasıyla birlikte günah keçisi de kutsallaştırılır. (s. 70)

Teotihuacan
Buboso (Bubalı = Sivilceli) Nanauatzin (Güneş)
Tecuciztecatl (Sonra Ay olacak)

Bilinçaltıda daima ne istenirse o bulunur, çünkü buraya istenen şey dışında ala başka bir şey konmaz.
En radikal arınmayı ateşin sağladığı düşünülür.
Bulaşıcılık ne kadar tehdit ediciyse, ateş de o kadar gerekli olur. (s. 83)

Kurban yoksa ne güneş olur ne de ay; ünya karanlığa ve kaosa gömülür. (s. 85)

Etnologların görevi kuşkusuz güçtür. Modern Batılı toplumla en ufak temasta “onların” kültürü cam gibi tuz buz olmaktadır. Böyle bir durum, küçüksendiği ölçüde burukluğu artan bir baskı biçimini tetikler. Modern entelektüeller özellikle küçümsemeye takınaklıdır ve bu kayıp evrenleri en güzel, en ideal renklerde sunmaya çabalar. Kimi zaman cehaletimiz çare halini alır. (s. 87)

Platon tüm basmakalıp suçların tanrılara atfedilmesine karşı çıkmakla kalmaz, aynı zamanda bu suçların önemsiz hatalar, basit kaçamaklar, sıradan çılgınlıklar olarak görülmesine yol açan şiirsel tavra da karşı çıkar. (s. 111)

Aristotelesçi “hamartia” nosyonu, hatanın şiirel küçültülmesini kavramlaştırmaktadır.
Hamartia / trajik kusur ya da trajik çatlak
Küçücük bir hatayı, lekesiz bir erdemin homojen bütünü içindeki tek bir çatlağı çağrıştırır. (s. 112)

Oidipus elbette babasını öldürmüş ve annesiyle yatmıştı ama tamamen başka bir şey yaptığına inanıyordu. Kısacası artık kimse suçlu değildir. (s. 113)

Hakikatten kaçmak söz konusu olduğunda imkânlar tükenmez. (s. 122)

Çatışma, farklılık değil, farklılığın yokluğudur. (s. 127)

Artık hiçbir şeye inanmayan bir evrende, aşırı taleplerin sakıncası yoktur. (s. 132)

Yıkıcı bilginin yayılma tehlikesi gösterdiği dönemler, daima krizin ve yaygın şiddetin görüldüğü dönemlerdir. (s. 139)

Mitoloji en iyi suskunluk okuludur. (s. 145)

“Bütün ulus yok olacağına, halk uğruna bir tek adamın ölmesi sizin için daha uygun.” Kahin Kayafa
Kayafa’nın söylediği şey, aklın kendisidir, politik akıldır, günah keçisi aklıdır. Şiddeti olabildiğince sınırlamak, ama daha da büyük bir şiddeti engellemek için gerektiğinde son çare olarak yine şiddete başvurmak… (s. 156)

Bu dünyanın güçleri simetrik olmayan iki guruba ayrılır: Bir yanda yerleşik otorite vardır, öte yanda yığın. Birinciler genellikle ikinciler üzerinde baskındır; ama kriz döneminde bu tersine döner.
Yığın öyle güçlüdür ki, en şaşırtıcı sonuçları bile elde etmek için tüm topluluğu bir araya getirmeye gerek duymaz. Görevli yetkililer onların önünde eğilir ve yığının kaprisinin talep ettiği kurbanları ona teslim ederler, tıpkı Pilatus’un İsa’yı ve Hirodes’in Vaftizci Yahya’yı teslim etmesi gibi. (s. 159)

Modern politik düşünce ahlaktan vazgeçemez, ama hem politik olmaya devam edip hem katışıksız ahlakçı da olamaz. Dolayısıyla, ahlaka bir başka harcın karışması gerekir. Nedir bu? Gerçekten de bunu bilmeye çalıştığımızda, ister istemez Kayafa’nınki gibi ifadelere varırız: “Onun ya da onların yok olması, topluluğun yol olmasına yeğdir…”

Leş nerede ise, akbabalar oraya üşüşecek. (s. 161)

Mitler günah keçisi konusunda suskundur. Bu büyük bir keşif gibi gözükmektedir. Benim bu keşfi yapmam gerektiği yargısında bulunur eleştirmenlerim, çünkü onlar beni okurken bunu yapmaktadır. Beni bu güçlü hakikat konusunda var gğçleriyle eğitmektedirler. Onların hepsi bende “Fransızlara özgü” ya da “Amerikalılara özgü” (duruma göre değişir) sistem ruhu dedikleri bu hastalığın tipik bir vakasını görmektedirler. Benim gibi insanların gözleri ve kulakları, yalnızca onların teorilerini onayladıkça vardır. Gerisini, gözünün yaşına bakmadan ortadan kaldırırlar. Ben onların hepsini tek bir temaya indirgiyorum. Yeni bir indirgemecilik icat ediyorum. Benden önceki birçok kişi gibi, özel bir veri seçiyorum ve bunu başkalarının zararına iyice abartıyorum. (s. 165)

Başkalarına benzememek, özgün olmak, komşuyla aynı şeyi söylememektir: daima yeni ekoller ve tarzlar yaratmaktır. (s. 173)

Kardeşimin arzusunu taklit ederek, ben de onun arzuladığı şeyi arzuluyorum, ortak arzumuzu tatmin etmeyi karşılıklı olarak engelliyoruz. İki tarafta direnç şiddetlendikçe, arzu da güçlenir; model engel oluşturdukça, engel de o ölçüde model olur, öyle ki sonunda arzu yalnızca kendisine karşı duran şeyle ilgilenir. Yanızca kendisinin kışkırttığı engellere tutunur.
Mimetizm ne kadar şiddetlenirse, bir kişiden diğerine kin olarak o ölçüde hızlı aktarılır.
İnsanlar kendi arzularına yabancıdır. (s. 180)

Kelimelerle şeyleri ayırt etmek için, bilindiği gibi, yetişkin olmak gerekir. (s. 189)

Bir nesneyi değerli kılan şey onun gerçek fiyatı değil, ona önceden yönelmiş arzulardır. (s. 196)

Mimetizme batmış olan özne… zararsız bir kuklaya dönüşür. (s. 198)

Birlikte varlık kendi değerini yitirmeden evrenselleşemez. (s. 208)

Dil, birlikte varlık’ın en kesin belirtecidir. (s. 211)

Masumiyeti kabul edilmeyen günah keçisi tanrısallaşır. (s. 222)

Mucizevi olan tanımı gereği kavranamaz olandır; dolayısıyla İncil’deki anlamıyla, ruhun gerçek çalışması değildir. Dar anlamıyla mucizeden daha büyük bir mucize vardır ki bu da kavranabilir olmayanın kavranabilir hale gelişidir, mitolojik karanlığın saydamlaşmasıdır. (s. 223)

Şeytan = Mimetik arzunun cisimleşmiş biçimidir (Haset ve kıskançlık ve hubris). (s. 229)

Ritüel yozlaşırken netliğini de yitirir. (s. 240)

Kendi içinde bölünmüş, kendine karşı bölünmüş ülke ayakta kalamaz. (s. 254)

Şeytan’a hayranlık duymak, dünya hakimiyetine özlem duymaktır. (s. 270)


Çeviren: Işık Ergüden
Kanat Yayınları, Haziran 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder