29 Kasım 2013 Cuma

Aldo Tassone - Akira Kurosawa

Aldo Tassone - Akira Kurosawa


Kurosawa, Kagemusha’yı çekmeden önce anılarını yazdı.
Kırılgan biriydi.
Babası samuray, ağabeyi görsel sanatlara düşkün biriydi.

1910 yılında Tokyo’da 7 kardeşin en küçüğü olarak dünyaya geldi.
Kurosawa ailesinin kurucusu olan Jirisaburo, imparatorluğa başkaldıran ve 1062’de Zenkunen savaşında ölen ünlü samuray Abe Sadato’nun üçüncü çocuğudur.
Babası savaş sanatı hocasıydı. Japonya’daki ilk yüzme havuzunu yaptırdı. Ayrıca beyzbolun Japonya’da yaygınlaşması için çalıştı.
1900’ün ilk yıllarında Japonya’da gösterilen filmler, dönemin ünlü Amerikan dizileriydi. Babasının da özendirmesiyle sık sık sinemaya giden Kurosawa’nın bu filmlerle ilgili olarak “ten kokusuyla birleşen enerjik ve güçlü bir espriyi hatırlıyorum” diyor.

Üç Kılavuz
İlk kılavuzu yenilikçi görüşler taşıyan bir resim öğretmeniydi (“nasıl hoşunuza giderse öyle resim yapın”).
Diğer kılavuzları, ağabeyi Heigo ile sınıf arkadaşı Keinosuke Uegusa’dır.
Akira 18 yaşına geldiğinde kendini resme adadı.

Evrensel Bir Merak
Edebiyata meraklı Akira, Heigo’nun himayesinde yaşadığı yıllarda Rus yazarlarını keşfetti. Heigo, sessiz film anlatıcısıydı. Ford ve Renoir gibi yönetmenlerin filmlerini bu dönemde gördü. Kendini dünya yurttaşı sayan Akira, resimden, müziğe, sinemadan edebiyata herhangi bir seçme yapmadan kültür dünyasını zenginleştirdi. 1928 yılında Proleter Sanatçılar Birliğine katıldı. Marksist eğilimli bu örgütle olan ilişkisi polisin baskıları nedeniyle kısa sürdü.

Tehlikeli Bir Dönemeç
Sesli sinemanın başlaması bütün  “benshi”ler gibi Heigo’yu da işsiz bıraktı. Grevlere katılan Heigo, savaşı kaybettiğini gördükten sonra intihar etti. “…pozitifi ağabeyim olan bir filmin negatifi olduğumu düşünmek istiyordum.”
Para kazanmak için mutfak kitaplarına ve aşk romanlarına resimler yaptı. İkinci ağabeyi de öldükten sonra kendini ailesine karşı daha fazla sorumlu hissetti.
1936 yılında gazetede gördüğü yönetmen yardımcısı ilanına cevap vermek üzere Japon Sinemasının Eksikleri, Bunların Nedenleri ve Çözümleri başlıklı/içerikli bir yazı yazarak PCL stüdyosuna başvuru yaptı. Seçici kurulda Kajiro Yamamoto da vardı.

En Büyük Öğretmen
Bir süre vasat yönetmenlere asistanlık yapan Akira, 1936’sa Yamamoto’nun gurubuna girdi.

Bir Senaryodan Ötekine
Savaş yıllarının neden olduğu kuşkuculuk, Akira’nın yazdığı yeniliklerle dolu senaryoların heba edilmesine neden oluyordu.
“Zamanın önyargılarının kurbanı olmuş bir bürokrattan daha kötü bir şey yoktur.” Memurların at gözlüklü kavra(yama)yış biçimlerine yönelik öfkesini Ikiru’da haykırmıştır.

İşlevi, Yaşamaya Çabalamak Olan Bir Sinema
Savaş yıllarında Japonya’da sinema sansür ve baskı altında militarist çizgide seyir sürdürdü. O dönemde sadece Ozu, her türlü baskıya karşın inatla doğru bildiği yolda yürümeyi sürdürdü. Bu dönemde Kurosawa sahil pek çok sinemacı Japon tarihindeki Meiji dönemini (1867-1912) konu alan filmler yaptılar.

Oluşan Bir Kişilik
1943’de judonun efsanevi üne kavuşmuş olan şampiyonu Sugata Sanshiro’nun yaşam öyküsü yayınlandı.
Bir sanatçının imgeleminin ve düş gücünün kökeni ve gücü belleğinden kaynaklanır.

İki Ayrı Anlayış İki Ayrı Yaşam Biçimi
Sugata Sanshiro
Filmde dövül ustası Yano’yla karşılaştıktan sonra onun yanında Judo öğrenen ve dövüş tekniğinde en üst düzeye erişen Sugata’nın hikâyesi anlatılıyor.

Güzelliğin Ortaya Çıkışı
Filmin ikinci bölümünde Sugata’nın manevi gelişimi anlatılıyor.

Tebrikler Kurosawa!
Sogata Sanshiro’yu sansür kurulunda savunurken sabrı tükenen Akira, memurlara sayıp-sövmek üzere ayağa kalkar ki aynı anda kurulun yanına uzman olarak çağırılmış olan Yasujiro Ozu da yağa kalkıp filmi över ve Akira’yı tebrik eder.
"Beni çok güçlü kişiliği olan biri diye tanımlıyorlar. Bu hiç de doğru değil. Ne özel olarak yetenekli bir adamım, ne de sanıldığı kadar güçlüyüm. Zayıflıklarımı açığa vurmayı ve kaybetmeyi sevmem; bu nedenle de olabildiğince fazlayı ve yükseği hedeflerim…”

Sportif Başarılar
Sugata Sanshiro o yılın en çok tutulan filmi oldu. Yapımcı devam filmi istedi. Akira’nın meslek yaşamındaki tek ısmarlama film olan Sugata Sanshiro II 1945’te yayınlandı.
Film 1946’da Amerikalılar tarafından yasaklandı ve gösterimden kalktı.

Sansürün İlmekleri Arasında
1943 sonlarında Japon deniz kuvvetleri Akira’ya Yamamotovari bir macera filmi çekmesini önerdiler. Akira, ordunun ihtiyaçları için çalışan fabrika işçilerini anlatmaya karar verdi.
Ichiban utsukushiku (1944), üretimi arttırmazsak düşmanı yenemeyiz sözleriyle başlar.

En Soylu Düşünce
Filmin ikinci bölümü fabrika işçilerinden Watanabe’ye odaklanır. Watanebe işçilerin en titizi ve en insancılıdır.
“Savaş sırasında militaristlere karşı çıkmak için yeterli cesareti bulamadım. Sansürün ilmekleri arasında boğulmamak için yaşar gibi bir şeydi yaptığım… İçtenlikle söylemeliyim ki bundan utanç duyuyorum.”

Kurosawa’nın Samurayları
1945 yılında Watanabe’yi oynayan Yoko Yaguci ile evlendi.
Tora no o wo fumu otokotachi (1945)
Bu ünlü piyesin sinema uyarlamasında samuray töresinin kurallarına karşı çıkıp insancıl/şövalye ruhlu samuraylar icat etmiştir. Bu film 7 Samuray’ın da habercisidir. Film hem sansürcüler hem de Amerikalılarca engellendi.

Japon Sıfır Yılı
Savaştan sonra ikiyüzlülük savaşı başlamıştı Japonya’da. Dünün militaristleri demokrasi havariliği yarışına girmişlerdi.
‘Ben’ daha başından pozitif bir değer ve anlam taşımayacak olursa ne özgürlük ve ne de demokrasi hiçbir zaman var olamayacaktır.

“Ben”in Doğrulanması
1933 yılında Kyoto Üniversitesi öğretim üyelerinden Profesör Takikawa, eğitim ve öğretim özgürlüğünü savunmaya cesaret ettiği için görevinden uzaklaştırılmıştı. Takikawa’nın görüşleri öğrencisi Hidemi Ozaki tarafından yeniden ele alınmış ve yaygınlaştırılmıştı. Sorge olayından sonra Ozaki tutuklandı ve işkence sırasında öldü. Akira bu olayı özgürce yorumlayarak perdeye taşıdı. Waga seishun ni kuinashi (1946)

Sorumluluklarını üstlenmek
Noge karakteriyle Hidemi Ozaki’yi anlatan Akira, Noge’ye âşık olan ancak şüpheleri/kaygıları arasında gel-gitler yaşayan Yukiye adlı kadın karakterin özgürlük ve sorumluluk bilinciyle gelişimini sergiler.

Yeni Kuşaklar İçin Öğretici Bir Film
Waga seishun ni kuinashi, Kurosawa’nın bireyin iç dünyasına odaklanan filmlerinin başlangıcıdır.

Savaş sonrasında yaşanan güçlükler Subarashiki nichiyôbi (1947) adlı filme konu olmuştur.
Film bir Pazar günün birlikte geçirmeye çalışan Yuzo ile Masako’yu anlatır. “Senin düşlerin karnını doyuruyor mu?”

Hayali Bir Orkestra
Filmin finalinde hayali bir orkestrayla Schubert’in Bitmemiş Senfonisi icra edilir.

Bir Bilinç Işığı
Yoidore tenshi (1948) Akira’nın her türlü baskıdan uzakta çektiği ilk filmidir.

Gangster Matsunaga ile Doktor Sanada birbirlerine tamamen zıt iki karakter olarak perdede görünürler. Film bu iki zıt kutbu ortak bir noktaya getirmeyi başarıyor.

Matsunaga, tedaviyi kabul eder ancak o bir gangsterdir. Alışkanlıklarını bırakamaz.

Anlaşılmaz Bir Şiddet
Matsunaga ile Şef Okada’nın düellosu iki hayvanın boğuşmasına benzetilerek anlatılır. Filmin genelinde şiddet dikkat çeker.

Sanatla, Matsunaga'ya Number One'ın (gece kulübü) önünde alaylı bir sesle, "Meleklerin sizin bu batakhanelerinizdeki şu süslü şırfıntılara benzediğine sen inanıyor musun?" diye sorar. Matsunaga, "Hayır" der, "Gerçek melekler benim gibidir!" ve sokağın ortasında, bir tangonun tumturaklı müziğine ayak uydurarak beceriksizce dans etmeye başlar.

Kayıp Köpek Kuduruyor
Nora Inu (1949) Akira’nın ilk polisiye filmidir.
Acemi polis Murakami, tıklım tıkış tramvayda tabancasını kaybeder. Dolu olan silahın sebep olabileceği cinayetlerin manevi yükü altında tabancasını aramaya koyulur.

Bir Gecekondu Mahallesi Senfonisi
Murakami, gecekondu mahallelerinde silahın izini sürer.

“Kötü insan diye bir şey yok aslında, yalnızca çürümüş ve yoz ortamlar var”

Gecenin Bitiminde
Hırsız ile Murakami karşı karşıya gelir. Hırsız son mermisini Murakami’ye sıkar. Murakami hırsızı yakalamayı başarır. Filmin sonunda hırsızın içinde sakladığı “insan” çığlık şeklinde kendini belli eder.
Filmde Murakami ile hırsız Yusa arasında güçlü bir benzerlik vardır. Murakami’nin kanun kaçağı değil de kanun adamı olması tamamen rastlantıdır. Filmin polisiye kurgusu hırsızlık vakıası özelinde kötülüğü kadere, çevre koşullarına bağlamaktadır.

Melodram Eğilimi
1948-1957 yılları arasında çektiği 11 filmden üçü melodramdır.

Çok Sessiz Bir Düello
Shizukanaru ketto (1949) gereğinden fazla mükemmel bir doktoru konu eder. Aşırı mükemmel tasarlanmış olması filmi inandırıcılıktan uzaklaştırır.
Aşırı çalışmadan bunalmış doktor Fujisaki ameliyat sırasında bisturiyle elini keser. Yine de ameliyatı tamamlar. Kesik eli nedeniyle frengili hastanın mikrobunu vücuduna bulaştırır.
Evlenip aile kurmak hayallerini, hastalığı nedeniyle kafasından atmak zorunda kalan doktor, sorumluluk bilinci ve içinde bulunduğu durum nedeniyle baskı altındadır. Fujisaki’nin düellosudur bu.
Filmde Fujisaki’ye hastalık bulaştıran kişi de sürekli doktorun etrafınadır. Doktora kıyasla zıt karakterde biridir.
Doktorun yanında çalışan hastabakıcı Rui karakteri, Akira’nın kilişeleriyle doludur (b iyi bir şey). Hülasa, kötü bir filmdir.

Yaşlı Tilkinin Değişimi
Shubun (1950) basının arsızlıkları üzerine çekilmiş bir filmdir. İnsanların özel hayatlarını talan eden gazeteciliğe karşı çıkmak üzere çekilen film, çekim esnasında farklı bir çizgide gelişimini sürdürür.
“Yazınını tümü uydurma olsa bile önemli olan fotoğraflardır, çünkü halk onlara inanıyor.” Bu düşüncedeki bir gazete, şarkıcı Miyako ile ressam Aoye’nin birlikte çekilmiş fotoğrafını aşk haberi olarak verir. Haberin devamında da Miyako’nun bekâretini sorgular.
Aoye, gazeteye gelip editörü döver. Gazetenin avukatı Hiruta, ressamı ziyaret ederek Aoye’nin insancıl yanlarını kötüye kullanır. Avukatın vicdanı da oynadığı bu oyunda kurban olur. Planladığı şekilde ressamı bitirecek eylemleri yapamaz hale gelir. Duruşma sahnesinde hakkını müdafaa etmekle yükümlü olduğu gazeteyi madara eder. Her şey fazlasıyla mucizevi ve eğiticidir. Bu unsurlar filmin değerini düşürür.

Bir Atom Savaşının Korkunç Görüntüsü
Ikimono no kiroku (1955), Akira’nın belli bir amaca adanmış filmlerinin en göze batanıdır. Filmde Kurosawa, olası bir atom savaşının ürküntü verici, korkunç görüntüsünü sergilemek istedi. Filmde olaylar, nükleer bir savaşın başlamak üzere olduğu sanrısına kapılan sanayici Nakajima etrafında örülür.
Nakajime düşkünler yurduna kapatıldıktan sonra ziyaretine gelen Haroda’ya sorar: "Söyle bana, yeryüzünde neler oldu? Hala sağ kalan birileri var mı?
Kaçmak için daha ne bekliyorlar?"

Gerçek Herkese Göre Değişir Mi?
1950’lerde Akira, Ryunosuke Akutagawa’nın iki kısa öyküsünü sinemaya uyarladı. Akutagawa, 1927’de henüz 35 yaşındayken intihar etmiştir.
Rashomon (1950)
Oduncu, bir koruda samuray cesedi bulunur. Sırasıyla bir haydut, kadın ve samuray itiraflarda bulunur. Buna oduncunun itirafı eklenir.
İtiraflarda herkes cinayet eylemini üstlenir ancak bunun sorumluluğunu diğerlerinin üzerine atarlar.
Filmin sonuna doğru rahip, "Bu canavarca olay, benim insanlığa olan inancımı vebadan ya da savaştan çok daha fazla sarstı" der.

Rashomon, gerçeği aramanın destanı.

Yalanın Trajik Komedisi
Haydut Tojamaru, cinayetin sorumluluğunu kadına yıkmaktadır. Kadın, galip gelene ait olacağını söylemiştir. Haydut, samurayı çözer ve dönüşürler.
Kadın, suçlamaları duygusuz kocasına yönlendirir. Kadın samuraya, “beni öldür ama öyle bırakma” der. Samuray bu söze de kayıtsız kalır.
Samuray, karısının ihaneti karşısında intiharı seçmiştir.
Anlatılanları dinleyen oduncu, “tümü de yalan söylüyor” der.

Haydut, kadın ve samuray, gerçekte olanı değil olmasını istediklerini anlatırlar.
Kurosawa, "Egoizm insanoğlunun doğuştan gelen ve kefaretinin ödenmesi en güç günahıdır" diye yazıyor.
Bir hırsız bir başka hırsızı kınayamaz!

Ingmar Bergman’a Saygı
Bergman'ın Kaynak adlı yapıtı Kurosawa'nın başeseri ortada olmasa tartışılmaz biçimde farklı ve üstün bir saygınlık kazanabilirdi diyebiliriz.
Rashomon Venedik’ten ödülle dönerken Kurosawa, Hakuchi’yi bitirmek üzereydi. 245 dakika olarak çektiği filmi yapımcı firma 145 dakikaya indirdi. Kestiği bölümleri de imha etti. Kurosawa bunun üzerine "Artık meslek değiştirmek zorunda olduğum düşüncesine kendimi alıştırıyordum" diye yazıyor. Rashomon’un başarısı, Akira’yı yolunda tutmuş oldu.

Başka Dünyadan Bir Öykü
Dostoyevski, insanoğlunun davranışlarını en yalın durumundan ele alıp acıların son kertesine dek araştırır ve çözümler; işte bu nedenle de onun kahramanları gerçekten olağanüstü kişilerdir.
Dosroyevski’nin Budala’sını Japonya’ya uyarlar. Kameda/Mişkin “budala” lakabını o iç parçalayıcı temiz yürekliliğinden çok, o utanç verici ilgisizliği yüzünden hak edecekti.
Okinawa'da haksız yere savaş suçlusu olmakla itham edilen Kameda, 1946’da kendisini idam mangasının önünde bulur. "İşte uğradığım o şok, beni böyle alık yaptı. Doktorlar böyle söylüyorlar" der.

Filmde ilk bölüm Taeko’nun yaş günü onuruna verilen bir eğlenti çerçevesinde oluşmaktadır.

Kameda'nın “ruhsal çöküntüsü” ve “aklını başına devşirmek için gösterdiği olağanüstü çaba”, çok büyük bir görsel etkinlikle ve pırıl pırıl fotoğraflarla verilmiştir.

Kameda, Taeko’nun yanına diz çökerek, sersemlemiş, şaşkın bir durumda, üzerine eğilmiş, kalakalır.

Bıçağı göğsüne sapladığımda bir damla kan bile fışkırmadı... Şimdi uyuyor, artık hiç bir yere gitmeyecek; artık yalnızca bize ait…
“Mutlak olarak iyi olan bir insan delirir, çünkü ait olmadığı ve kendisinin bir parçası olmayan bir ortamda yaşamayı beceremez” Troyat

Kurosawa’nın Budala’sının (Hakuchi) en büyük suçu da Rashômon’un ardından çekilmesi oldu.

Yaşam Bana Geri Verilseydi
Yaşamın tüm tadı ve değeri, ancak iş işten geçtikten sonra anlaşılabilir: işte bu çıkarsama, Ikiru’nun (1952) ana savlarından biridir.

Belediye fen işleri servisinde şef olan Watanabe, tam otuz yıldır orada çalışmaktadır. Bitkisel bir yaşam sürdüren şekilsiz bir varlığa dönüşmüştür
Filmin başında, bürokratik kısır döngü en adi/çirkin/çıplak haliyle sergilenir.

Hasta olduğunu ve çok az zamanının kaldığını anladıktan sonra Watanabe için derin acılı bir dönem başlar.

Bir kahvehanede tanıdığı yabancı birisine içini döker. “Elli bin yen param var, ama ne yapabileceğimi bilemiyorum. Bana yardım etmek istemez miydiniz?”
Adam, ona kentteki zevk ve eğlence yerlerinde rehberlik etmeyi önerir.
Watanabe yaşamı boyunca hiç bir zaman bu kadar eğlememiştir.

Varoluşun Anlamı
“Bu dilekçe mutlaka sonuçlandırılmalı”

Sahibi görünmeyen bir ses, “öykümüzün kahramanı öldü” der.
Yaşam ne Kadar da Kısa

1953’te Shichinin no samurai’i çekti.
Film, Japonya’da o zamana dek yapılmış en pahalı/masraflı filmdir. Orijinal çekimi 200 dakika olan film yapımcılar tarafından 160 dakikaya budanmıştır.
“Bu köyü geçen Ağustosta soymuştuk, hasattan sonra yine geliriz!”
“Savaşmak zorundayız!”
“Her girişe bir samuray, iki de yedek, demek ki benimle birlikte toplam yedi kişi gerekiyor.”
“Bize her zaman şunları söylediler: ‘Sürekli çalışın, göze gırın, savaşların efendisi olun!’ Tüm zamanımız bu boşuna arayışın içinde tükenip gider, sonunda yaşlılık gelir ve bir de bakarız ki elimizde avucumuzda ve yüreklerimizde hiç bir şey kalmamış…           
Kambei, “Yine kaybettik” diye mırıldanır.

Macbeth uyarlaması Kumonosu-jô (1957)
“İnsanoğlunun yaşamı bir düşten ve bir hiçten başka bir şey değildir…”
Asaji, “Bu sapık dünyada eğer kurban olmak istemiyorsak, ilk vuran biz olmalıyız.”
Asaji, “Meyveyi bir başkasının oğlu yesin diye bulamadım ellerimi kana!”
Özlemle beklenen veliaht ölü doğar. Böylece Asaji delirir.

Donzoko (1957)
Gorki’nin 1902’de yazdığı bir oyundan uyarlamadır.
Tefeci Rokubei’nin kulübesinde yaklaşık bir düzine serseri, kopuk, düşkün vs. tip vardır. Bu insanların hepsi kendilerine göre hayaller kurmaktadırlar.
Barınağa gelen Kahei adlı gezgin, durağan hayatlarını bir nebze değiştirir. Kahei, bilge biridir.
“Hiç kimse sayılı günü kaldığını bilemez!”

Kakushi toride no san akunin (1958)
Filmin konusu prensesi ve hazineyi korumakla görevli generalin yenik düşmüş hanedanı kurtarma mücadelesidir. Tesadüfen karşısına çıkan üç kâğıtçı iki köylüyle beraber olaylar gelişir.

Bir Şiddet Parodisi
Tokugawa hanedanı döneminde (1603-1867) sürekli bir işleri olamayan samuraylar geçinebilmek için her çözüme başvurarak silahlarını korumaya aldıkları oyuncuların ve maceracıların emirlerine sunmuşlardı.

Yojimbo (1961)
Sanjuro, (otuz yıl anlamına gelir) o bir ronindir.
Sanjuro kötülerle bizzat onların silahlarıyla savaşır.
Manome köyündeki toplumsal yaşam, Seibei tarafından desteklenen ipek tüccarı Tazaemon’un saki üreticisi Tokuemon’a amansız bir savaş ilan etmesinden beri durmuştur. Köyün sokakları cesetlerle doludur.
Sanjuro bu köye gelir. “Öldürmek, burada mükemmel bir iş!”
Sanjuro’yu kiralayıp, işleri bittikten sonra onu öldürmeyi planlayan Seibei ailesi, öldürme işini oğullarına verirler. Genç adam karşı çıkınca Bayan Seibei oğluna ahlak dersi verir: “Hırsızlık ya da katillik yapmazsan, yaşamda hiç bir şeyi başaramazsın!” Sanjuro, bu konuşmalara kulak misafiri olur.
Sanjuro ne iyidir, ne de tersi; o yalnızca çelişkilerle dolu bir insandır. Doğasından gelen bu karmaşıklık, onu olağanüstü ve çağdaş bir kişiliğe kavuşturmaktadır.
Meyhaneci dostunun bağlarını çözen Sanjuro, cakalı bir tavırla “Artık bu köy de biraz sakin yaşayabilir” der ve omuzlarını silkerek yeni maceralara doğru yola çıkar.
Yujimbo’yu gören Sergio Leone bu filmden esinle Per un pugno di dollari adlı filmi çeker. Filmin yapımcıları telif hakkı hırsızlığından yargılanmış ve hüküm giymişlerdir.

Tsubaki Sanjuro (1962)
Çatışmaları zor yoluyla çözümlemeye alışkın olan kahramanımız, burada önder kişilikli ve değişim sağlayan bir özellik kazanmaktadır.
Filmde Yujimbo’ya soylu ve hoşgörülü, ama siyasal strateji ve tedbirli olma kurallarından bütünüyle habersiz dokuz samuray adayından oluşan bir grubu gözetme ve eğitme sorumluluğunu yüklenir. Bunun bir nedeni de Yujimbo’nun gençler üzerindeki etkisinden Akira’nın duyduğu endişedir (bence öyledir).  
Dokuz genç, Kurofuji’nin yozlaşmış ve kokuşmuş yönetime başkaldırmaya karar verirler.
Kurosawa hiç bir zaman samuray kavramını yüceltmemiştir.
Önemli olan köken değil, insandır: sefih ve ayyaş bir köylü (Kukichiyo) başoyuncu düzeyine yükselebilmektedir (Shichinin no samurai).

Warui yatsu hodo yoku nemuru (1960)
Japonya 1960'ta Birleşik Devletler’le bir işbirliği anlaşması imzaladı. Liberal Parti, yeni bir ekonomik planın yürürlüğe konduğunu ilan ediyordu. Üretim artışının hızla % l'den % 12'ye yükselmesi öngörülmekteydi. Açgözlü adamlar durumu hemen kavradılar. Böylece Kurosawa için sermayenin yozlaşması üzerine bir film yapmak zaruri oldu.
Film para babaları ve politikacıların katıldığı görkemli bir düğün töreniyle başlar. İnşaat şirketi başkanı Iwabuchi’nin kızının düğünü içindir bu tören. Maliyeden bir müfettiş salona girer ve şirketin muhasebecisi Wada’yı yanına alıp gider. Tören gerginlik içerisinde devam eder. Pastalar salona gelir. Salona gelen pastalardan biri şirketin yaptığı binalardan birinin maketidir ve maket pastanın 7. katındaki pencerelerden birine kırmızı karanfil iliştirilmiştir. Yıllar önce bina yapılırken şirket çalışanı Furuya o pencereden düşerek ölmüştür. Şirket bu kazayı, intihar süsüyle geçiştirmiştir.
Düğün töreninde sahnelenen oyunu kurgulayan kişi damat Nishi’dir. Nishi, aslında Furuya’nın oğludur. Babasının ölümünden ve intihar yalanından sorumlu olan şirket yöneticilerinden intikam almaya kararlıdır. Yeterince kötü olmaksızın intikam alabilmek mümkün değildir.

Tengoku to jigoku (1963)
Filmin kahramanı bir ayakkabı sanayicisidir. Ortaklarıyla hararetli bir tartışmadan kalkmıştır ki telefonu çalar, oğlunu kaçırdığını söyleyen kişi 50 milyon yen fidye istemektedir.
Kaçırma olayında bir yanlışlık olmuş ve Gondo’nun oğlu yerine oyun arkadaşı olan diğer çocuk, Gondo’nun şoförünün çocuğu kaçırılmıştır.
Oğlu için her şeyi göze alabilecek olan Gondo, bir yabancı için aynı şeyi yapmaya hiç te hazır değildir.
“Gerçekleri net görebilmemiz için bize çok güçlü bir deprem gerek.”
Vicdan sorumluluğu duygusu, kişisel çıkarların doyumundan ağır basar, Gondo, istenen fidyeyi ödemeye karar verir.

Akahige (1965)
Öykünün çerçevesi 19. yüzyıl başlarındaki yoksulluktur. Olaylar, kentteki iyileştirilmesi olanaksız hastaların ve umutsuz vakaların kabul edildikleri öncü nitelikli bir karantinada, bir yoksullar kliniğinde geçer.
Doktor Kızıl Sakal, demirden bir yumrukla yönettiği bu kliniğin ruhu gibidir.
Stajyer Yasumoto bu katı ustayla tam bir çelişki içerisindedir. Kızıl Sakal, Yasumoto’yu Akira’ya özgü yöntemlerle eğitir.
Stajını tamamlayan Yasumoto, Kızıl Sakal’ın kliniğinde çalışmayı sürdürür.
Kurosawa, “izleyicilerin de aynı yeğlemeyi yapmalarını isterdim” diyor. “Çok daha fazla Yasumoto’muz olsaydı, Japonya düşünsel açıdan yoksul ve çıkarcı bir ülke olmaktan kurtulabilirdi.”
Kızıl Sakal rolünde Toshiro Mifune, Akira’nın yönlendirmelerini dinlemez kendi istediği gibi oynar rolünü. Akira, “…Mifune beni dinlemek istemedi. Ben de bundan böyle onunla bir daha birlikte çalışmamaya karar verdim. Bir oyuncu kendi öz kişiliğini oynamaya başladı mı, bence artık her şey bitmiştir.” der.
Akahige, gişede bekleneni veremedi. Yapımcılar Akira’ya hemen sırt çevirdiler. O da uzun süredir kendisini davet eden Amerikalı yapımcılara yöneldi. Üç ayrı film denediler anca kimyalar uyuşmadığı için bu filmler yapılamadı.
Akira, yapım şirketi kurmaya karar verdi. Kurosawa, Kinoshita, İchikawa ve Kobayashi, Dört Süvariler adında bir şirket kurdular. Tokyo’nun gecekondu mahalleleri üzerine bir film (Dodesukaden, 1970) yapıp gişeden hüsranla dönünce dağıldılar.
Son birkaç yılda yaşadıkları ve ayrıca hastalanması Akira’yı dibe çekmişti.
197l’de sinema dünyası, “imparator”un intihar girişiminde bulunduğu haberiyle allak-bullak oldu.

Dodesukaden (1970)
Film, Shugoro Yamamoto’nun bir öykü kitabından uyarlanmıştır. Dodescaden’in sakinleri, sefaleti ve yoksulluğu yazgılarıymışçasına yaşarlar. Dodescaden’de ne bir ağaç ne de yeşillik vardır. Her taraf çöplüktür.
Dodesukaden’de hayal kurma lüksü sadece delilerdedir. Bu delilerden biri kendini tramvay sürücüsü yerine koyarak düşsel tramvayıyla gecekondu mahallesinin sokaklarını dolaşır. Diğeri, lüks içinde bir evin hayalini kurar.

1972’de Rus sinemacı Gerasimov, Kurosawa’ya “Neden film yapmak için bize gelmiyorsun?” diye sorar. Dersu Uzala bu teklifin sonucudur.

Dersu Uzala (1975)
Vladimir Arsenyev, 1902 ile 1907 yılları arasında yaptığı askeri haritacılık seyahatlerini Ussuri Diyarında ve Dersu Uzala adlı kitaplarda anlatmıştır. Gençliğinde bu kitapları okumuş olan Akira için Dersu Uzala, ideal bir hocadır, ustadır.
Yaşlı bir vahşi ile genç bir kâşif, ürkütücü ve bakir bir manzara içerisinde, başını sonunu bilemedikleri bir yolculuğa çıkarlar.
Keşif gezisi, insanoğlunun anlamlı yaşaması için vazgeçilmez önkoşul olan insan-doğa ilişkisindeki uyumluluğun keşfini amaçlayan bir ilk keşif gezisi güncesine dönüşecektir.
Dersu Uzala, Kurosawa'nın sunduğu “usta”lar arasında en inandırıcı ve en unutulmaz yeri almıştır.
- Adın ne?
- Dersu Uzala
- Kaç yaşındasın?
- Bilmem, uzun süredir yaşıyorum işte…”

Doğanın, yaşayan büyük organizmanın kendine özgü, kuralları vardır. Dersu onlara neredeyse tapınırcasına uyar, çünkü bu kurallara her karşı gelişin büyük bir saldırı olacağını ve neredeyse bir tür “intihar” anlamına geleceğini düşünmektedir.
Dersu, gelecek için kaygılanan bir yaradılıştadır.
Zaman geçer, Dersu yaşlanmaya, gözleri iyi görmemeye başlar. Dersu, buna sebep, bir kaplanı öldürdüğü için tanrıların lanetidir demektedir.
Arseniev ona şehre, yanına yerleşmesini önerir, Dersu dener ama yapamaz. Vedalaşırlarken Dersu’ya kaliteli bir tüfek armağan eder.
Bir süre sonra Arseniev kimlik teşhisi karakola çağrılır. Muhtemeldir ki tüfeğini almak isteyen haydutlar tarafından öldürülmüştür Dersu.
Dersu Uzala bir dünya şarkısıdır: Göz kamaştırıcı bir doğanın Kurosawa tarafından mükemmel bir biçimde sunulan uzun ve gür sesli şiiridir…
Film, Oscar dâhil pek çok ödül almıştır.

Kagemusha (1980)
16. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış aydın bir general olan Shingen Takeda’nın (Ulusal birleşmenin ateşli yandaşları olan Nobunaga Oda ve Yeiasu Tokugawa’nın en korkulu rakipleri), yerine bir “Kagemusha” (gölge-savaşçı) geçirmek yoluyla ölümünü iki yıl süreyle gizli tutmak gibi güç bir iş nasıl başarılmıştı? Shingen’in ölümünden iki yıl sonra, hakkı olan mirası alamayan oğlu Katsuyori neden Takeda’nın tüm birliklerinin bir katliam sonucu yok olmalarına yol açmıştı?
Shingen kör bir ateş sonucu ağır yaralanır. “Efendi”, ölmeden önce son arzularını söyler: ölümü gizli tutulmalı, Takeda’ların sonu olabilecek yanlış hareketler yapılmamalıdır.
Önceleri ölüme mahkûm edilmiş, sonra da “efendi”ye olan olağanüstü benzerliği sayesinde affedilmiş bir hırsız, “efendi”nin yerine geçer. Rolü gereği herkesi, orduyu, saray çevresini aldatmayı başarır.
Shingen’in kardeşi Nabukado, “yarattığı kişi”nin sonunu düşünmeye başlar. “Kişi”nin (Shingen) öldüğü ortaya çıkınca onun gölgesi ne olacaktır? “Gölge, kişi olmadan varolamaz.”
Gölge ve yanılsama olarak yaşam…

Ran (1985)
Öyküde, derebeyi Mohri’in yiğit ve civanmert üç oğlunun da yardımıyla toprakların birliğini nasıl sağladığı anlatılıyor.
Kral Lear’da olduğu gibi öykü Mohri’nin çekilip topraklarını üç oğlu arasında paylaştırmaya karar verdiği anda başlar.

---

40’lı yıllarda değişik türler deneyen Kurosawa, 50’li yılların başında Dostoyevski’nin izinden giderek ahlaki-varoluşçu bir arayışa yöneldi. Ruhsal irdelemeleri giderek derinleşti. Ikiru’da flash-back’lere dayalı bir anlatım biçimi denedi. Shichinin no samurai’dan itibaren birden fazla kamerayı birlikte kullanmayı dener. Bu teknik oyuncuların işini kolaylaştırmıştır.
Renkleri 60 yaşından sonra kullanmaya başladı (Dodescaden’den önce renkli film çekmedi).
En dikkat çeken yanı esinlenmesindeki zenginlik ve değişkenliğidir.

“İnsan olmak ya da olmamak”, sanatçının tüm yapıtları için iyi bir ortak başlık olabilirdi.

“Kendimi tümüyle oluşturmaya çalıştığım kişilerin yönetimine ve güdümüne bırakırım. Eğer gerçek ve canlı kişiler oluşturabilmişsek, onlar bizi nasılsa bir yerlere ulaştırırlar.”

Kurosawa için
“Çok büyük bir gösteri adamı” (Fellini)
“En önemsiz yapıtları bile insanı şaşkınlıktan altüst eden büyük bir teknik ustalık örneği” (Satyajit Ray)
“Hemen tüm sinemacıların kendilerine ün sağlayan birer baş eserleri vardır, Kurosawa için ise sekiz ya da on tane sayılabilir.” (Coppolo)


Türkçeleştiren: Ahmet T. Şensılay
Afa Yayınları

Ekim, 1985

26 Kasım 2013 Salı

Kitleler Psikolojisi

Gustave Le Bon – Kitleler Psikolojisi


Çağımız, insanının düşüncesinin sürekli olarak değiştiği, nazik ve buhranlarla dolu bir devre içinde bulunmaktadır.
Bu değişimin nedenleri;
a) Uygarlığımızın tüm öğelerinin kaynağı olan dini, politik ve toplum inançlarının yıkılmış olması,
b) Bilim ve teknolojinin hızla geliştirdiği yaşam koşullarıdır.

Eski düşünce yok olmakta yerine yenisi oturmaktadır.
Bilim bize gerçeği, en azından zekâmızca anlaşılması mümkün münasebetleri öğretmeyi vaat etti. Bilim bize hiçbir zaman barış ve saadet getireceğini vaat etmedi.

Önceki yüzyıllarda kitleleri yöneten kişiler farkında bile değillerdi çok iyi bir psikolog olduklarının. Zira başka bir kimse bu geniş insan kalabalıklarına hükmedemezdi. Napolyon’un Fransa’yı ve insanlarını iyi tanıması büyük bir lider olması için yeterliydi. Ancak diğer ülkelere hükmedememesi o ülkelerin insanlarını iyi / yeterli derecede tanımıyor olmasından kaynaklanıyordu.

Zorba krallar daima kabul ettirebilir kitlelere. Kitlenin canı yakılırsa, zorba krallar bile protesto edilir. Ancak kitle ezilirse ses çıkarmaz, zorbalığa tepki dahi göstermez.

Kitleyi meydana getiren kişilerin birbirlerine karşı olan her türlü farklılıkları kabul edip şunu söyleriz; kalabalığın içinde bireysel her şeyden arınmış kolektif bir ruh oluşmaya başlar.

Kitle içinde bireyin davranışını beyni kontrol etmez. Tamamen bilinçaltının elindedir. Herhangi bir kışkırtılmaya karşı mantığa başvurmadan tepki gösterir.

Kitle her yerde kadın gibidir. Bunların en aşırısı Latin kitleleridir. Onlara dayanan kimse az zamanda yükseğe çıkabilir.

Kitleler arası farklılıkları da kadın örneğine koşut örnekle açıklamak mümkündür.

Kolektif gözlemlerde sürekli bir yanlış dikkat çekicidir.
Eğer kitle çoğu defa akıl ve yargılama ile hareket etseydi ve yalnızca kendi çıkarlarını düşünseydi, dünya üzerinde hiçbir uygarlık gelişemezdi.

Kitleyi yönlendirmenin bir yolu hatip eliyledir. Kitle ruhunu anlayabilen hatip, onların seviyesinde/kitlenin seviyesinde bir konuşma ile kitleye yön verebilir.

İlkel insandan pek bir farkı olmayan kitle içindeki insanın hayal dünyası önemli bir işleve sahiptir. Yalnızca hayalleriyle düşünebilen kitleler hayaller aracılığıyla etki altına alınabilirler. Tiyatro ve gösterimler bu nedenle önemlidir.

Kitleleri kontrol edebilmek için kitlenin hayal gücü üzerinde etkin olmak gerekir.

Geleneksiz, milli ruhu olmayan bir uygarlığın varolması mümkün değildir.

Bir kavim geçici isteklere göre değil, karakterinin gerektirdiği gibi idare olunur.

Hayatta başarılı olmanın ana şartları, yargılama, tecrübe, girişim ve karakterdir. Bunlar kitaplardan öğrenilmez.

En eski kavimlerden günümüze tüm uygarlıklar daima kuruntuların etkisi altında kalmışlardır. Bu kuruntulara inanmış, onları yüceltmiş, onları mit haline getirmişlerdir.
20. yüzyıla doğru filozoflar büyük bir gayretle bu kuruntuları yıkmaya koyuldular. Onları yıkmakla ümit ve teselli kaynaklarını da yıkmış oldular. Böylelikle kavimleri kendilerine bağlayacak hiçbir ideal takdim edememiştir felsefe. Bunda en önemli pay sosyalizme aittir. Sosyalizmin ilk yıllarında hızla taraftar toplayabilmiş olmasının nedeni biricik saadet hülyası olmasıydı.

Kitle, çapanından vazgeçmeyen bir sürüdür.

Bir insana inanç aşılamak, onun gücünü kat kat arttırmak demektir.

Kitlenin ruhuna daima hakim olan özgürlük gereksinimi değil, esirlik gerekliliğidir.

İnsanları etkilemek için yapılan söz sanatlarının en etkilisi tekrardır. Her ne kadar yanlış da olsa bir sözün tekrarı kitlede o sözün doğruluğuna dair bir kanaat oluşturur.

Bir insanın değeri münakaşa edilmeye başlandığı gün, o insanın ölüm günüdür.

Kitleler ikna edilebilse bile kastlar asla ikna edilemez.

Hayat Yayınları
Kasım 1997
---