26 Temmuz 2014 Cumartesi

Cemal Güzel - Çoğulculuğun Kuramcısı Lakatos

Cemal Güzel - Çoğulculuğun Kuramcısı Lakatos


Feyerabend’in Yönteme Hayır’ı “dost ve yandaş anarşiste” diye adadığı Lakatos genellikle iki yanıyla bilinir.
Lakatos’a göre, insanın en özel niteliklerinden birisi “bilgiye duyduğu saygı”dır.
Lakatos’un sorusu bilgiyi hurafeden, düşünyapıdan ya da sözdebilimden ayıranın ne olduğudur. (s. 7)

Pek çok felsefeci, yeterince sayıda insan yeterince güçlü inanırsa bir önerme bilgi olur diye düşünür.
Lakatos, “bir önermeye bağlanmanın ölçüsünün ne olduğu, bu önermeyi bilgi yapmaz” der.
Bir kuram, ona inanmak bir yana, hiç kimse kuramı anlamasa bile son derece bilimsel olabilir.
Bir kuramın bilimsel değeri, onu yaratan ya da onu anlayan insan zihninden bağımsızdır. Bilimsel değeri yalnızca, kuramın kestirimlerinin gerçekte hangi nesnel dayanakları olduğuna bağlıdır. (s. 8)

Popper, ister bilimsel olsun ister sözdebilimsel, tüm kuramların matematik olasılığının ne ölçüde kanıt verilirse verilsin sıfır olduğunu “gösterir”. (s. 9)

Kuhn Popper’in yanlışlamacılığının safdilliğini gördükten sonra, bilimsel bir devrimin usdışı bir değişme olduğu sonucuna varır.
Lakatos 1970’lerde hem Popper’in hem de Kuhn’un “çözemediği” kimi sorunları çözen, bilimsel araştırma izlencelerinin bir yöntembilgisini ortaya koyar. (s. 10)

Lakatos sorunu ortaya koymak için öncelikle, bilim felsefesinde, “doğrulamacılığın yıkılışı”ndan sonraki duruma bakar.
Lakatos’a göre kanıt yerine olasılığın konması doğrulamacı düşünce için önemli bir geri adımdı. (s. 11)

Yöntembilgisel ya da Popperci yanlışlamacılığa göre işe yaramayan birtakım kuramların bırakılması gerekir. Bu yapılmazsa bilimin gelişmesi tam bir kargaşa olacaktır. (s. 13)

İnceltilmiş Yanlışlamacılık
…bilim tarihi bilimsel ussallık kuramını doğrulayamıyorsa…
Lakatos (…) inceltilmiş bir yanlışlamacılık türü ortaya koyacaktır.
İnceltilmiş yanlışlamacılığa göre (…) bir kuram ancak yeni olguların bulunmasına götürüyorsa kabul edilebilir (yani) bilimseldir. (s. 14)

Lakatos’a göre bir bütün olarak bilim bir araştırma izlencesi olarak görülebilir.
Bütün bilimsel araştırma izlenceleri ‘çekirdekler’i ile tanımlanabilir. Bir izlencenin ‘çekirdeği’ de uzun bir deneme yanılma süreciyle yavaş yavaş gelişir.
Örneğin der Lakatos, Newton’un çekim kuramı, Einstein’ın görelilik kuramı, nicem işleybilimi, Marxçılık, Freudçuluk birer araştırma izlencesidir. Her birinin inatla savunulan ıralayıcı bir çekirdeği vardır. Her birinin esnek bir koruyucu kuşağı vardır. Her biri özenle hazırlanmış bir sorun çözme makinesidir. (s. 18)

I
BİLİMLE SÖZDEBİLİM
Bilim, en çok saygı duyulan bilgi türünün adı olmuştur.
Bilgiyi hurafeden, sözdebilimden ayıran nedir?
…bir cümle (önerme), çok sayıda insanın inanması sonucunda bilgi olarak kabul edilir. Ancak düşünce tarihi pek çok insanın saçma sapan inançlara kendilerini adaklarını gösterir.
Öte yandan bir kurama inanmak şöyle dursun, onu hiç kimse anlamasa bile üstün bilimsel değer taşıyabilir. (s. 25/26)

Bir kuramın nesnel, bilimsel değeri, onu yaratan ya da anlayan insan zihninden bağımsızdır. Bilimsel değeri, yalnızca bu kestirimlerin gerçekte hangi nesnel dayanakları olduğuna bağlıdır.
Bilimsel uslamlamada kuramlar olgularla karşılaştırılır; bilimsel uslamlamanın temel koşullarından biri de olguların kuramları desteklemeleridir. (s. 26)

Bütün bilimsel kuramlar aynı ölçüde kanıtlanamazsa, bilimsel bilgiyi cahillikten ayıran nedir?
20. yüzyılda bu soruya tümevarımcı mantıkçılar bir yanıt vermişti: bir kuramın matematiksel olabilirliği yüksekse bilimsel diye nitelendirilir; düşük ya da sıfırsa bilimsel değildir. (s. 27)

1934’te, zamanımızın en etkili felsefecilerinden biri olan Karl Popper, bilimsel ya da sözdebilimsel ne tanıklık verilirse verilsin tüm kuramların matematiksel olasılığının sıfır olduğunu ileri sürdü.
Popper de oldukça güzel bir ölçüt öne sürdü.
…bir kuramın bilimsel ya da sözdebilimsel niteliği olgulardan bağımsız olarak belirlenebilir. Bir kuram kendisini yanlışlayabilecek önceden tasarlanmış can alıcı bir deney (ya da gözlem) hazırlanırsa ‘bilimsel’dir, böyle bir ‘olanaklı yanlışlayıcı’yı önceden tasarlamaktan kaçınılırsa da sözdebilimseldir. (s. 27)

Popper’in yanlışlanabilirlik ölçütü bilimle sözdebilim arasına sınır koyma sorununun çözümü müdür? Değildir.
Bilginlerin derileri kalındır. Bir kuramı, yalnızca olgularla çelişti diye bırakmazlar.

…bilimsel devrimler nasıl olur? Biri ilerletici diğeri yozlaştırıcı, çekişen iki araştırma izlencesi varsa, bilginler ilerletici izlenceye katılma eğilimindedirler. Bilimsel devrimin açıklaması budur. (s. 31)

II
YANLIŞLAMA İLE BİLİMSEL ARAŞTIRMA
İZLENCELERİNİN YÖNTEM BİLGİSİ
Popper’e göre bilimsel değişme ussaldır ya da en azından ussal olarak yeniden kurulabilir; araştırmanın mantığı alanında da yer alır. Kuhn’a göre bilimsel değişme bir tür dinsel değişmedir. (s. 35)

“Temellendirmeciler"e göre, bilimsel bilgi kanıtlanmış önermelerden oluşur.
Kuşkuculuk, temellendirmeciliği yadsımadı: yalnızca kanıtlanmış bir bilginin olmadığını (olamayacağını), bu nedenle de, ne olursa olsun bilginin olmadığını (olamayacağını) savundu.
Bunların tümüne göre, bilimsel dürüstlük kanıtlanmamış hiçbir şeyin ileri sürülmemesini gerektirirdi. (s. 35/36)

…klasik temellendtrmeciler yalnızca kanıtlanmış kuramları, yeni klasik tenıellendirmeciler de olası kuramları kabul ettiler; inakçı yanlışlamacılarsa her iki durumda da hiçbir kuramın kabul edilebilir olmadığının farkına vardılar. (s. 47/48)

Popper’e göre, bir kuramı, iyi tanımlanmış birtakım koşulları yerine getiren yardımcı varsayımların yardımıyla korumak bilimsel ilerleme demeye gelir; ama bir kuramı böyle olmayan yardımcı varsayımların yardımıyla korumak yozlaşma demeye gelir. Popper böyle, kabul edilmez yardımcı varsayımlara ad hoc varsayımlar, dilsel aygıtlar, ‘uzlaşmacı aldatmacalar’ adını verir. (s. 67)

Bilim tarihi çekişen araştırma izlencelerinin (ya da isterseniz "düşünsel
çerçeveler"in) tarihi olmuştur…
Kuram çokluğu kuram tekliğinden daha iyidir: Bu konuda Popper ile
Feyerabend haklı, Kuhn haksızdır. (s. 114)

Kuhn safdil yanlışlamacılığı ıskartaya çıkarmakla yanlışlamacılığın tüm işaretlerini ıskartaya çıkardığını düşünürken yanılıyor. Kuhn, Popperci araştırma izlencesinin bütününe karşı çıkıp, bilimin gelişmesinin ussal yeniden kuruluşunun her olanağını dışarda bırakıyor. (s. 144)

III
BİLİM TARİHİ İLE BİLİM TARİHİNİN USSAL
YENİDENKURULUŞLARI
GİRİŞ


(a) Tümevarımcılık
Tümevarımcılığa göre, ancak, ya kesin olguları betimleyen önermeler ya da bunlara dayanan sağlam tümevarım genellemeleri olan önermeler bilimin yapısına kabul edilebilir.
Tümevarımcı eleştiri temelde kuşkucudur: Bir önermenin yanlış olduğunu göstermekten çok, onun kanıtlanmadığını, yani sözdebilimsel olduğunu göstermekten ibarettir.
Tümevarımcı tarihçi yalnızca iki çeşit gerçek bilimsel buluş tanır·. Kesin olgu önermeleri ile tümevarımlı genellemeler. Onun içsel tarihinin belkemiğini ancak ve ancak bunlar oluşturur.
Ancak, tümevarımcı tarihçi, ilk elde niçin şu olguların değil de bu olguların seçilmiş olduğuna ilişkin ussal bir ‘içsel’ açıklama getiremez.

(b) Uzlaşımcılık
Uzlaşımcılık, olguları tutarlı bir bütün haline getiren her gevşek örüntülü dizgenin kurulmasına izin verir.
Geçerli tümevarımlı çıkarımlara hiç mi hiç gereksinimi yoktur uzlaşımcılığın. Gerçek bilimsel ilerleme birikimseldir, ‘kanıtlanmış’ olgular düzeyinde ortaya çıkar; kuramsal düzeydeki değişiklikler yalnızca yardımcıdır.
Uzlaşımcı tarihçiye göre büyük buluşlar, yeni, daha yalın gevşek örüntülü dizgelerin yaratılmasıdır temelde.
Uzlaşımcı tarihyazımı niçin ilk elde belli olguların seçilmiş olduğuna ya da birbirlerine göre üstünlüklerinin henüz açığa çıkmadığı bir aşamada niçin diğer dizgelerin değil de belli gevşek örüntülü dizgelerin denenmiş olduğuna ussal bir açıklama getiremez.

(c) Yöntembilgisel yanlışlamacılık
Popper Logik der Forscbung’ta yeni, ‘yanlışlamacı’ bir yöntembilgisi önerdi
Yanlışlamacının onur yasasına göre, bir kuram ancak bir temel önermeyle çelişmeye zorlanabiliyorsa bilimseldir, onanmış bir temel önermeyle çelişiyorsa ortadan kaldırılmalıdır.
Kuram, yeni, önceki bilgilerin ışığında beklenmeyen olguları öndeyilemelidir.

(d) Bilimsel araştırma izlenceleri yöntembilgisi
Benim yöntembilgime göre, büyük bilimsel başarılar, ilerletici ve yozlaştırıcı sorun değişikliklerine göre değerlendirilebilen araştırma izlenceleridir; bilimsel devrimler de bir araştırma izlencesinin bir diğerinin yerini almasından (ilerleyişte onu aşmasından) ibarettir
Kılavuz olarak bu yöntembilgisini benimseyen tarihçi, tarihte, rakip araştırma izlencelerinin, ilerletici ve yozlaştırıcı sorun değişikliklerinin peşine düşecektir.

(e) İçsel tarih, dışsal tarih
Tümevarımcının içsel tarihi, varsayılan pekin olgu buluşları ile sözde tümevarımlı genellemelerden oluşur. Uzlaşımcının içsel tarihi, olgusal buluşlar ile gevşek örüntülü dizgelerin geliştirilmesinden, bu dizgelerin daha yalın olduğu varsayılan dizgelerle değiştirilmesinden oluşur. Yanlışlamacının içsel tarihinde ise, her zaman içerik arttırıcı olduğu, dahası yengiyi sağlayan ‘olumsuz can alıcı deney’ olduğu söylenen atak kestirimler, gelişimler öykülenir. Son olarak, araştırma izlenceleri yöntembilgisi, büyük araştırma izlencelerinin süregiden kuramsal ve deneysel rekabetinin, ilerletici ve yozlaştırıcı sorun değişikliklerinin, bir izlencenin bir diğeri karşısında yavaş yavaş yengiyi kazanışının üzerinde durur.

Bilim tarihçisi, çözmek istediği sorun ne olursa olsun, önce nesnel bilimsel bilginin gelişiminin ilgili bölümünü, yani ‘içsel tarih’in ilgili bölümünü yeniden kurmak zorundadır.

IV
BİLİMSEL KURAMLARI DEĞERLENDİRME SORUNU:
ÜÇ YAKLAŞIM

Bilim felsefesinin geleneksel olarak ilgilendiği temel sorunlardan biri, ‘bilimsel’ olduğunu ileri süren kuramların değerlendirilmesidir.
…bir kuramın bütünüyle bilimsel olabilmesi için yerine getirmesi gereken koşulları belirleyip belirleyemeyeceğimiz sorunu olan sınır koyma sorunu bilim felsefesinin başlıca sorunudur. Bu bir tek sorunu ele almada üç önemli gelenek vardır.
a) Kuşkuculuk
…bu şimdilerde ‘kültürel görelilik’ diye bilinir.
Newtoncu bilimin olağanüstü başarısıyla, geçici olarak sesi pek çıkmayan bu düşünce okulu, günümüzde, özellikle de Yeni Sol’un bilim karşıtı çevrelerinde yeniden hız kazanıyor; bunun en örnek alınacak, en renkli değişkesi Feyerabend’in ‘bilgikuramsal anarşizmi’dir.
Feyerabend’e göre, herhangi bir inanç dizgesi -karşıtı olan inanç dizgeleri de gelişmekte, başka bir inanç dizgesini etkilemekte serbesttir; ne ki, hiçbirinin de bilgikuramsal üstünlüğü yoktur.
…kuşkucu, bilimsel kuramları değerlendirme sorununa dair kabul edilebilir bir çözüm üretmenin olanağını yadsır.
b) Sınırkoymacılık
Sımrkoymacılık terimi, bilimi bilim olmayandan ya da sözdebilimden ayırma sorunundan doğar.
‘Sınırkoymacılık’ ile ‘seçkincilik’ arasındaki farkı daha bir açıklıkla görmek için, işe Frege ile Popper’in üç dünyası arasındaki ayrımı anmakla başlamamız gerekiyor. ‘Birinci dünya’ fizik dünyadır; ‘ikinci dünya’ bilincin, zihin durumlarının, özellikle de inançların dünyasıdır; ‘üçüncü dünya’ Platoncu nesnel tin dünyası, idealar dünyasıdır. Bu üç dünya birbirini etkiler ama her biri önemli ölçüde özerktir. Bilgi ürünleri·, önermeler, kuramlar, kuram dizgeleri, sorunlar, sorun değişiklikleri, araştırma izlenceleri ‘üçüncü dünya’da yaşayıp gelişirler. Bilgiyi üretenler birinci ile ikinci dünyada yaşarlar
‘Sınırkoymacılar’a göre bilgi ürünleri, belirli bir evrensel ölçüte dayanılarak değerlendirilip karşılaştırılabilir. Bu ölçüt hakkındaki kuramlar ‘yöntem ’ bilgisini oluşturur; ayrıca da ‘üçüncü dünya’da yaşayıp gelişirler.
Bir kuramın sözdebilimsel olup olmadığı sorusunun ‘üçüncü dünya’ hakkında bir soru olduğunu savunurlar. Dolayısıyla, sınırkoymacılara göre bir kuram fazlasıyla ‘makul’, herkesin de ona inandığı bir kuram bile olsa sözdebilimsel olabilir; inanılır bir kuram değilse, kimse de ona inanmıyorsa bile bilimsel olarak değerli olabilir.
Dolayısıyla bir kuramın bilişsel değerinin, kuramın insanların zihinlerindeki ruhsal etkisiyle bir alıp veremediği yoktur. (s. 214)

c) Seçkincilik
Seçkinciler, kuşkucuların tersine -ama tıpkı sınırkoymacılar gibi- iyi bilimin kötü bilimden ya da sözde- bilimden; daha iyi bilimin daha kötü bilimden ayrılabileceğini ileri sürerler.
…bilimsel ilerlemeyi kabul ettiklerini ileri sürerler.
Yöntembilgisel bilgide de ‘sözsüz bir boyut’ vardır. Seçkinciler sıradan insanın bilimsel kuramları değerlendirmede yargıç olamayacağı için de bu gerekçeyi gösterirler: sözsüz boyuta yalnızca seçkin katılır, bu boyutu yalnızca seçkin anlar. Çalışmalarını yalnızca kendileri yargılayabilir.

Sınırkoymacıya göre, bir kuram, belli nesnel ölçütlere uyuyorsa, diğer bir kuramdan daha iyidir. Seçkinciye göre, bir kuram, bilim seçkinleri bu kuramı yeğliyorsa, diğer bir kuramdan daha iyidir.

Bilim topluluğu diye görülen topluluklar bilinmeden önce, bilimi oluşturan şeyin ne olduğu hakkında bir fikir edinilmesi gerekiyorsa, ilkin, bilimsel ilerlemeyi oluşturan şeyin ne olduğuna karar verilmelidir. (s. 221)

…üçüncü dünyanın varlığının yadsınmasına dayanan çok etkili bir düşünce okulu vardır: pragmacılık.
Pragmacılar bilginin varlığını yadsımazlar, ama onlara göre bilgi bir zihin durumudur.

“Pragmacılık hiçbir gerçek sorunu çözmez, yalnızca varsayılan sorunların gerçek sorunlar olmadığını gösterir” (Peirce).

Pragmacı olsun olmasın, seçkinciliğin, kuşkuculuktan daha çok sorun çözme gücü yoktur. (s. 229)

V
BİLİMİN TOPLUMSAL SORUMLULUĞU
Doğruya saygı duymak, Russell’ın demesince, Yahudi-Hıristiyan kaynaklıdır.
Bilim için yetke us ile deneyimdir, Katoliklik içinse vahiy.

Bilimi değerlendirmenin değerleriyle yöntemleri durmadan dışardan gelen saldırılara uğramıştır. Hume gibi kuşkucular bilimin abartılmış kesin bilgi savını sorgulanmışlardır. Kimileri, Popper gibi, bilimin (kanıtlanabilir) olası bilgi savını bile sorgulamışlardır.

Rousseau, Fichte, Coleridge ayrıca Hegel’den Hitler, Stalin, Sartre, Heidegger ile Marcuse’e kadar tüm romantikler bilime, bilginlerinkinden ayrı bir gözle baktılar. Sorulan hangi kuramın doğruya daha yakın olduğu değildi.

Hitler Alman bilimini Yahudi biliminden ayırdı,

Stalin proleter, sosyalist bilimin burjuva bilimine daha üstün olduğunu düşündü; Burjuva biliminin burjuvalara, sosyalist bilimin de proleteryaya hizmet ettiğini düşündü; burjuva genetikçilerini toplama kamplarında ölüme gönderdi.

Bana kalırsa, bilimin, bilim olarak toplumsal sorumluluğu yoktur.

Kuşkusuz bir vatandaş olarak, bilimin, kirliliğe hizmet etsin diye değil de kirlilik karşıtlığına hizmet etsin diye, daha zayıf insanları boyunduruk altına almaya hizmet etsin diye değil de özgürlüğe hizmet etsin diye kullanılmasından yanayım. (s. 233)

Derleyen: Cemal Güzel
Bilim ve Sanat Yayınları

Ankara, 1999

Saussure - Genel Dilbilim Yazıları - Tanıtım Metni

Saussure - Genel Dilbilim Yazıları

Tanıtım Metni


“Bütün bilim tarihinde belki de dilbilim adlı bu yeni bilimin doğuşundan daha büyüleyici bir bölüm yoktur” Ernst Cassirer’e ait bu sözler Saussure’ün dilbilim hakkındaki çalışmalarının ne kadar önemli olduğunu en doğru şekilde ifade ediyor.  Saussure’ün dilbilim derslerinden sonra dünya artık bir bağımsız kendilikler ve özerk nesneler toplamı değil bir dizi bağıntısal dizgeler toplamı olarak düşünülmeye başlandı.

Çağdaş dilbilim çalışmalarının öncüsü Ferdinand de Saussure 1857’de Cenevre’de soylu bir ailede dünyaya geldi. Henüz on beş yaşındayken anadili Fransızcanın yanı sıra Almanca, Latince ve Yunancayı öğrendi. 1878’de Hint-Avrupa dillerindeki ünlüler hakkında bir inceleme kaleme alır. Bu ilk eseriyle karşılaştırmalı filoloji çalışmalarına yeni bir boyut kazandırır. Çalışmalarına uzun yıllar Paris’te devam eden Saussure 1891’de profesör olarak Cenevre Üniversitesi’ne döner. 1907 yılından itibaren 3 dönem devam edeceği dilbilim derslerini vermeye başlar.
Dilbilim alanında çığır açıcı bu dersleri 1911 yılına kadar devam eder. Dilbilim derslerine kaynaklık edecek bir eser yazamadan 1913’te vefat eder.

Saussure’ün derslerinin öneminin farkında olan dilbilimci Charles Bally ve Albert Sécheye, Saussure’ün öğrencilerinin ders notlarını derleyerek Genel Dilbilim Dersleri adı altında bir kitap meydana getirdiler. Bu kitap ilk olarak 1916’da yayınlandı ve o tarihten bu yana dilbilim çalışmalarında öncü ve çığır açıcı bir kaynak olarak okunmaya devam etti.

Sasussure’ün dilbilim derslerinde ele aldığı konular arasında langue (dil) ve parole (söz) ayrımı dikkat çeker. Saussure’e göre dil bir sistemin/dizgenin adıdır. Söz ise dilin somut kullanımıdır ve bu ikisi apayrı şeylerdir. Dilbilimin amacı somut, bireysel sözün arkasındaki soyut yapıyı ortaya koymaktır. Dilbilim çalışması yapmak bir dilin birimlerini, aralarındaki bağıntıları ve birleşim kurallarını tanımlamaya kalkışmak demektir.
Dile ait göstergeler toplum tarafından onaylanmış bir yapı oluştururlar. Dil, bu göstergeler toplamının karşılığıdır. Gösterge gösteren ve gösterilen olmak üzere iki temel unsurdan oluşur. Gösteren, kavramların ses ile ifade edilmesidir. Gösterilen ise sesin karşılığında zihnimizde oluşan soyut tasarımdır. Gösterge ise gösteren ile gösterilenin bağıntısından oluşur.
Dile ait öğeler kendi başlarına bir değer ifade etmezler. Her bir öğe ancak başka öğelerle kurdukları ilişkiler çerçevesinde kavranabilir hale gelirler. Saussure bu yapıya dizge/sistem adını verir. Dil, birbirinden bağımsız kavramlar yığını değil, karşılıklı ilişkiler içindeki bir sistemin adıdır.
Saussure’ün etkisi dilbilim çalışmaları başta olmak üzer insanbilimlerinin çeşitli dallarına uzanır. Antropolojiyi göstergebilimin bir dalı olarak tanımlayan Claude Lévi-Strauss, “dizge” yerine “yapı” kavramını merkeze alarak antropolojiye yapısalcı yaklaşımı kazandırmıştır.

Genel Dilbilim Dersleri, ders notlardan derlenmiş ve yayıncının müdahaleleriyle şekillenmiş bir eser olduğu için, Saussure’ün düşüncelerinin açık bir tasvirini sunmamaktadır.
Saussure’ün dilbilimine ilişkin yapılan tartışmaların büyük bölümünün nedeni de eserin Saussure’ün kalemine değil, öğrencilerinin tuttuğu notlardan ortaya çıkmış olmasından kaynaklıdır. Saussure’ün dilbilim derslerine başladığı tarih olan 1907’ye ait ilk dönem derslerinin konusu tarihsel dilbilimken Genel Dilbilim Dersleri 1910-1911 yıllarına ait ders notlarıyla başlar. Dolayısıyla kitabın akışı, Saussure’ün dilbilim derslerini işlediği düzene uygun değildir. Saussure ile ilgili tartışmaların birçoğu dil-söz, eşzamanlı dilbilim-artzamanlı dilbilim gibi kavramların zıtlıklar olarak ele alınmasından kaynaklanır. Hâlbuki bu kavramlar dilbilim çalışmalarında birbirini tamamlayan kavramlar olarak ele alınmalıdır.
Eserinin kaynaklarına yönelik eleştiriler ve tartışmalar 1960’lı yıllarda yükselmeye başladı.
Robert Godel’in 1957’da yayınlanan Les Sources Manuscrites du Cours de Llinguistique Generale de F. de Saussure adlı eserinden sonra Saussure’le ilgili dilbilim tartışmaları Genel Dilbilim Dersleri’nin kaynaklarına odaklandı.
Robert Godel’e göre Saussure, 1890’lı yıllarda genel dilbilim konusunda bir kitap yazmaya koyulmuş ancak notlarını kaybettiği için bu çalışmaya devam etmemiştir. Bu noktadan hareketle Genel Dilbilim Dersleri odaklı tartışmaların bir yana bırakılıp Saussure ait temel metinlerin yeniden okunması ve tartışılması gerekli olmuştur.
Saussure’ün kitap taslakları, 1996 yılında ailesine ait bir otelin limonluğunda bulundu. “De l’essence double du langage (Dil Yetisinin İkili Özü Üzerine)” başlıklı taslak Saussure ait diğer notlarla birlikte 2002 yılında Ecrits de Linguistique Generale (Genel Dilbilim Yazıları) adıyla yayınlandı.

Ecrits de Linguistique Generale adlı eser Genel Dilbilim Yazıları adıyla Savaş Kılıç tarafından Türkçeye kazandırıldı ve İthaki yayınları tarafından basıldı.

Genel Dilbilim Yazıları’yla birlikte Saussure eksenli dilbilim çalışmalarının kısır tartışmalardan uzaklaşarak yeni boyut kazanacağı muhakkak.

http://www.aksam.com.tr/ekler/kitap/dilbilimin-cigiri/haber-323555

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Jonathan Culler - Saussure

Jonathan Culler - Saussure


Dil, toplumsal süreçlerin ürünüdür.
Fizik kanunlarıyla/olgularıyla sınırlı tanımlar insanı kavramada yetersizdirler.

Saussure’ün çalışmaları göstergebilim ve yapısalcılar için zihin açıcı oldu, ondan fazlasıyla etkilendiler.

Saussure, 1907 ile 1911 yılları arasında Cenevre Üniversitesi’nde dilbilim konulu dersler verdi. 1913’te öldüğünde bu derslerine dair bir eser yayınlamamıştı. Öğrencilerinin tuttuğu ders notlarından yapılan derlemelerle Genel Dilbilim Dersleri adlı kitap ortaya çıktı.

Dilbilimdeki birçok soru Saussure’ün cevaplarıyla yanıt bulur. Saussure sadece dilbilimcilerin değil insan bilimleriyle ilgilenen herkes için dönüm noktası olmuştur.

Saussure’ün gösterge ve gösterge dizgeleri üstüne ürettiği düşünceler insan yaşantısını düzenleyen yolların genel olarak incelenmesine yol açar. (s. 11)

1- Saussure ve Dersler
Saussure, 1867’de Cenevre’de doğdu. Aile dostları Adolphe Pichet onu dilbilim çalışmalarına yöneltti.
1875’te Cenevre Üniversitesi’ne girdi. Dilbilime olan ilgisi nedeniyle Hint-Avrupa dillerini incelemek için Leipzig Üniversitesi’ne geçti.
1978’de “Hint-Avrupa Dillerindeki Ünlülerin ilk Dizgesi Üstüne İnceleme” adlı yapıtını yayınladı.
Doktora tezini tamamladıktan sonra Paris’e gitti.
1891’de profesörlük teklifi üzerine Cenevre’ye döndü.
1907’den itibaren dilbilim derslerine girmeye başladı.
1912’de rahatsızlandı, 1913 Şubat’ında vefat etti.
Verdiği derslerle ilgili kitap çalışması yapmayan Saussure’ün eseri, derslerinde öğrencilerinin tuttuğu notlara dayanmaktadır.
Bally & Sechehaye, Saussure’ün ders notlarını derleyip düzenlediler ve ilk olarak 1916 yılında basımını gerçekleştirdiler.

2- Saussure’ün Dil Kuramı
Saussure’den önce dilbilim, henüz incelediği konunun öz niteliğini ortaya koymamıştı.
Dil, son derece karmaşık bir fenomendir. Tek bir söz edimi bile olağanüstü bir etkinlik alanı içerir. (s. 19)

Saussure için dil bir göstergeler dizgesidir. Seslerin gösterge olarak kabul edilebilmesi için, göstergeler dizgesinin bir parçası olmaları gerekir. Bu de seslerin bir düşünce ya da ileti ortaya koymalarıyla mümkündür. Düşünce öğesi taşımayan sesler dil olarak kabul edilemez, ses olarak kalırlar.
Saussure için gösterge gösteren ve gösterilen adını verdiği biçimlerin bileşimidir. Göstere ve gösterilen ancak göstergenin bileşenleri olarak varolabilirler.
Gösterge dilin ana olgusudur. (s. 20)

Göstergenin Nedensizliği
Göstergeler nedensizdir. Gösterge ile gösterilen arasında herhangi bir doğal veya içsel neden/bağ yoktur. Bileşik kelimeler ve yansımalı seslerden oluşan sözcükler bu kuralın dışında kabul edebileceğimiz kategorilerdir.
Her dil dünyayı değişik biçimde eklemler/düzenler.
Gösterenle gösterilen arasındaki bağıntı nedensiz olduğu için bir gösterenin gösterileni sayılmak için kavramın taşıması gereken hiçbir ön koşul yoktur.

Dil Birimlerinin Öz Niteliği
Bir dilin birimlerini tanımlayacaksak, salt bağıntısal ve soyut birimlerle onların fiziksel gerçekleşmelerini ayırt etmeliyiz. Bir dil birimi, onu öteki birimlerden ayırt etmemizi sağlayan bağıntılarla tanımlanır. Sarı rengi, ancak diğer renklerle sınırlandığını bildiğimiz zaman tanıyabiliriz.

Langue ile Parole
Dil ile söz ayrımını dilin toplumsal bir olgu olduğu, sözün ise dili kullanan bireyin edimi olduğunu göz önüne alarak belirleriz. Dil tümel, söz ise özeldir.
Dili sözden ayıran Saussure, dilbilime uygun bir inceleme alanı sundu. Saussure bir dizge olarak dil üzerinde yoğunlaştı.

Eşsüremli ve Artsüremli Görüş Açıları
Dil dizgesinin belli bir durumda incelenmesi eşsüremli dil incelemesi, belli bir dizgenin zaman içindeki dönüşümünün incelenmesi ise artsüremli dil incelemesi şeklinde kategorize edilir.
Bir dil, öğeleri hiçbir şey tarafından belirlenmeyen bir değerler topluluğudur/dizgesidir. Dil, tarih içinde sürekli olarak değişir/dönüşür. Bu nedenle dil öğelerini tanımlarken eşsüremli durumda varolan bağıntılara odaklanırız.

La Langue’ın Çözümlenmesi
Dil bir töz değil biçimdir
Dil, karşılıklı bağıntılı değer dizgesidir.
Dili çözümlemek, bir dil durumunu oluşturan değerler dizgesini sergilemektir. (s. 48)
Dilci bir dili incelerken ilişkilerle özdeşliklerle ve değişikliklerle ilgilenir.
Bir dil dizgesindeki bir terimin değeri yalnızca onun yerine seçilebilecek öteki terimler arasındaki karşıtlığa değil, aynı zamanda dizide ondan önce gelen ve onu izleyen terimlerle olan bağıntısına da dayanır. (s. 50)

Toplumsal Bir Olgu Olarak Dil
Dilci, dizgeyi oluşturup, toplumun üyeleri arasında dilsel iletişimi olanaklı kılan birimlerle birleşim kurallarını saptamaya çalışır.
Saussure’ün dil kuramının erdemlerinden biri de gösterge sorununu vurgulayarak toplumsal uzlaşmalarla toplumsal olguları dil araştırmasının odak noktasına yerleştirmesidir. (s. 54)

3- Saussure Kuramının Yeri
Saussure’den Önce Dilbilim
Genel Dilbilim Dersleri’nde Saussure 19 yüzyıldaki dilbilim çalışmalarını iki kategoriye ayırır: Franz Bopp ile başlayan karşılaştırmalı dilbilim çalışmalarını birinci dönem; dilcilerin dilbilimin yöntemi ve niteliği hakkında sorular sormaya başlamalarını da ikinci dönem olarak niteler.
19. yüzyıldan önceki dil incelemelerinin esas gayesi düşüncenin yapısını keşfetmeye yönelikti. 17. yüzyıla ait bir tasarım olan Port Royal Dilbilgisi, dil incelemeleri yoluyla evrensel bir mantığı, aklın yasalarını bulmayı amaçlar. 
Locke ve Condillac insan zihnini anlamak için düşüncelerin duyumlardan nasıl geliştirildiğini açıklamaya çalışırlar. Dil, düşüncenin görünüşü olarak kabul ediliyor ve niteliğinin anlaşılması için dilin kaynağına ulaşmak gerekli görülüyordu. Dilin kaynağı sorusu 18. yüzyıl boyunca önemini korudu.
Saussure, dilbilimsel biçimler olan göstergelerin sadece gösterge olarak ele alınmazlarsa tanımlanamayacaklarına dikkat çekti. Çünkü göstergeler yalnızca öteki göstergelerle olan bağıntılarından oluşur.
19. yüzyılda Hint-Avrupa dilleri üzerinde yapılan filoloji çalışmalarıyla birlikte dille zihin arasında bağ üzerindeki çalışmalar geride bırakılarak salt dil çalışmalarına dönüldü. Hint dilleriyle Latince ve Yunanca arasındaki yakınlık bu üç dilin ortak bir kaynaktan beslendiği tezi üzerindeki çalışmaların hız kazanmasına sebep oldu. Dilbilimin bu yüzyıldaki yöntemi karşılaştırmaydı.
Saussure, karşılaştırmalı dilbilimcileri gerçek anlamda bir dilbilim kuramamakla eleştirir. Çünkü inceledikleri konunun niteliğini saptamaya çalışmıyor sadece yeni veriler ortaya koyuyorlardı. Saussure bu kısırdöngüyü eşsüremli ve artsüremli dilbilim çalışmalarını birbirinden ayırarak aşmayı önerir.

Yeni Dilbilgiciler
Yeni dilbilgiciler göstergelerle değil biçimlerle ilgiliydiler.

Freud, Durkheim ve Yöntem
Özne kavramı dil çözümlemesinde odak noktasını tutar.
Dil birimlerini nasıl belirleyebiliriz? Her zaman özneyle ilişkisine değinerek. (s. 81)

İnsan konuştuğunda belli bir beceriyle dile boyun eğer, uyum sağlar; dil ise istek ve toplum gibi insanı kullanarak konuşur. “Ben” belirli bir şer değildir; bebeklikten başlayan bir ayna devresinde başkalarının görüp seslendiği bir şey olarak sonradan varlık bulur. (s. 82)

Saussure’ün çağdaş dilbilime etkisi başlıca iki türlü olmuştur. İlkin, bir anlamda dilbilimin yapması gereken işleri belirleyen derinden etkileyici ve gerçekten de hemen hemen hiç sorgulanmamış genel bir uyarlama sağlamıştır.
Saussure’e göre dilbilimcinin işi bir dili birimler ve bağıntılar dizgeleri olarak çözümlemektir.
Dilbilim çalışması yapmak bir dilin birimlerini, aralarındaki bağıntıları ve birleşim kurallarını tanımlamaya kalkışmak demektir. (s. 83)

Dil ve söz ayrımı, eşsüremli ve artsüremli görüş açılarının ayırt edilmesi, dilin bir bağıntılar ve bağlantılar dizgesi olarak kavranması, bütün bunlar çağdaş dilbilimin gelişiminin önünü açan başlıklardır.

Dil ve Söz
Dil tümüyle soyut ve biçimsel bir dizgedir.
…sese ilişkin her şey söz düzeyine indirilir.
Söz yalnızca bireysel söz edimidir.
Langue ve parole ayrımını Chomsky edinç ve edim kavramlarıyla geliştirmiştir.

Eşsüremli ve Artsüremli
Bu kavramlar arasındaki ayrım konusu halen tartışmalıdır. Çünkü eşsüremli bir dizge herhangi bir anda artsüremli öğeler içermektedir.

Dil Dizgesindeki Bağıntılar
Dilin özniteliğini bulmak istiyorsak, onu önce aynı türden dizgelerle kurduğu ortaklık açısından ele almalıyız.

Göstergebilim: Saussure’ün Kalıtı
…göstergelerin toplum içindeki yaşamını inceleyecek bir bilim tasarlanabilir.
Göstergebilim, göstergelerin özniteliğini, hangi yasalara bağlı olduğunu öğretecek bize.
Dilbilim bu genel nitelikli bilimin bir bölümünden başka bir şey değil. (s. 94)

Göstergebilim Alanı
Saussure’ün göstergebilim hakkında söylediklerini bilim insanları uzun yıllar fark edemediler. Claude Levi-Strauss 1961 yılında antropolojiyi göstergebilimin bir dalı olarak tanımladıktan sonra Saussure’ün önemi kavranmaya başlandı. Levi-Strauss’un yapısalcılığı dilbilimin kavram ve yöntemlerinden yararlanmıştır.
…üç temel gösterge sınıfı vardır: görüntüsel gösterge (icon); belirti (index); asıl gösterge (bazen yanılgıyla “simge” denir).
Görüntüsel gösterge: gösterenle gösterilen arasında gerçek bir benzerliği içerir: portre, portresi olduğu insanı nedensiz bir uzlaşımdan çok benzerlik gösterir.
Belirti: gösterenle gösterilen arasındaki bağıntı nedenseldir: duman ateş demektir.
Asıl gösterge: gösterilenle gösteren arasındaki bağıntı nedensiz ve uzlaşımsaldır: el sıkma uzlaşımsal olarak selam anlamını verir. (s. 101)

Göstergebilimsel Çözümleme

Anagram ile Kavram Odaklanma (Logocentrism)
Gösteren (…) konuşmacının kafasındaki şey olan gösterilene varmak amacıyla içinden geçilen geçici bir tasarımdan başka bir şey değildir. Yazılı sözcük ise türemiş ve yetkinlikten daha da uzaklaşmış bir biçimdir: kendisi düşüncenin tasarımı olan bir ses dizisinin tasarımıdır. (s. 114)

Sonuçlar
“Bütün bilim tarihinde belki de dilbilim adlı bu yeni bilimin doğuşundan daha büyüleyici bir bölüm yoktur.” Cassirer
Saussure’ün dilbilim derslerinden sonra dünya artık bir bağımsız kendilikler ve özerk nesneler toplamı değil bir dizi bağıntısal dizgeler toplamı olarak düşünülmeye başlanmıştır.

Türkçeleştiren: Nihal Akbulut
Afa Yayınları
Ekim, 1985