25 Ekim 2014 Cumartesi

Richard Sennett

Richard Sennett
Kamusal İnsanın Çöküşü ve Yeni Kapitalizm Kültürü

Richard Sennett, 1943 yılında Chicago’da doğdu. 1970 yılında New York Üniversitesi’nde New York Beşeri Bilimler Enstitüsü’nün kurucularından biri olmuştur. 1980’lerde UNESCO’ya danışmanlık yapmış, ayrıca Amerikan Çalışma Konseyi’nin başkanlığını üstlenmiştir. New York Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarına devam etmektedir.

Richard Sennett’in sosyolojisi modern toplumda duygusal ilişkilerin/bağların ve endüstriyel kapitalizmin bu duygusal ilişkilerde yarattığı erozyonun araştırılması olarak tanımlanabilir.
Sennett, kentsel yasamı toplumsal bütünlük çerçevesinde çözümleyen sosyologlardan biridir.

Sennett, kent tasarımının toplumsal yaşam üzerindeki etkilerini inceledigi Gözün Vicdanı adlı eserinde, modern kültürün “iç” ve “dış” arasında bir ayrımdan kaynaklanan bir kaygı taşıdığını belirtir. “Açılma korkusu”ndan kaynaklanan bu ayrım, öznel yaşantı ile sosyal yaşantı arasında, benlik ile kent arasındadır. Kentte insan ilişkileri alışveriş ve turizm etkinliklerine indirgenerek, kent anlamsızlaştırılmış ve kimliksizleştirilmistir. Açılma, incinme olasılığını içerir. Bu nedenle, kentli insan temkinli olmakta ve açılmaktan korkmaktadır. Sennet’e göre, modern kültürün sorunu, kamusal mekânların nasıl düzenleneceği, kişiliksizliğin ve kimliksizliğin nasıl giderileceği ve kentsel mekânın yeniden insan yaşantısının bir boyutu haline nasıl getirileceğidir.

Düzensizliğin Kullanımları: Bireysel Kimlik ve Kent Yaşamı adlı çalışmasında sınıf, kent yaşamı ve kimlik üzerinde durur.

Kamusal İnsanın Çöküşü (1996) kitabında modern toplumda kamusal ve özel yaşamın değişen dengelerini ele almaktadır.

Sennett’e göre, modern batılı kentlerde kamusal alan canlılığını kaybetmiş, narsist bir kişilik gelişmiş ve kentlerin topluluklara parçalanması sonucunda mahrem bir toplum ortaya çıkmıştır. Sennett, kamusal alanın oluşumunu ve değişimini ele alırken 19. yüzyılda özellikle sanayi kapitalizmi ve sekülerleşme süreçleri ile değişime uğrayan kamusal alan üzerinde durmaktadır. Kamusal alan tartışması ekseninde bu alan büyük ölçüde Sennett’e göre kişiselleştirilmiştir.

Sennett’in en önemli vurgusu kapitalizmin kamusal alanın dönüşümünde ve çöküşünde meydana getirdiği değişimlerdir. 20. yüzyılda artık kamusal alan 18. yüzyıldaki önemini yitirmiş, mahrem alan önem kazanmış ve insanlar kendilerini özel alanlarına kapatmaya başlamışlardır.

Yeni Kapitalizm Kültürü (2009) ve Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde
İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri (2008) adlı kitaplarında ise yeni kapitalizmin beklentilerinin çalışanlar üzerindeki etkilerini konu edinir. Yeni kapitalizmin çalışma koşullarının kişisel bazı sonuçları olduğunu; esneklik, kontrol, merkezsizleşme, değişim, uzun süreli bağlılığın ortadan kalkması gibi nedenlerle bireylerin yönlerini kaybettiklerini ifade eder. Çalışma koşullarının sürekli olarak değişmesi ve esnekleşmesi bireylerin duygusal ve psikolojik iyiliklerini tehdit etmektedir.

Kamusal İnsanın Çöküşü
Sennett’e göre, kamu ya da kamusal alan, aile ve yakın arkadaş ortamı dışında kalan yaşam bölgesi anlamına gelir. Kamusallığın ve kamusal alandaki davranışların dönüşümünü sanayileşme, kapitalizm ve sekülerleşme olgularıyla ilişkilendirerek analiz eder.

Sennett, bugün, tanımadığımız ama aynı şehirde yaşadığımız insanlarla kurulacak çok boyutlu ilişki ve hazlardan yoksun kaldığımızı söylüyor ve şu soruları soruyor: Yabancı, nasıl tehdit edici bir unsura dönüştü?

Kamusal yaşamın odak noktası büyük şehirlerdir. Kahvehaneler, parklar ve mağazalar kamusal alanın ortaya çıkmasında ve aynı zamanda dönüşmesinde önemli mekânlardır. Kentlerde tanıdıklar kadar yabancılarla da ilişki kurulur.
Kentin insanı, her yere girip çıkan ve her yerde rahat davranabilen “kozmopolit insandır.” Kozmopolit, köksüz olandır, yaşadığı coğrafyayla kurduğu ilişkilerle kimliğini açıkla(ya)mayandır, bir yabancıdır. Sennett, bir anlamda “yabancının” hem toplumsal hem de kişisel yaşamlarımızdan silinişinin, yani “kozmopolit”in yavaş yavaş ölüşünün hikâyesini anlatır.

Ona göre, hayatın, aile ve yakın dostlar dışındaki parçası olan “kamusal hayat” bir zamanlar “hayat dolu”ydu ve kişiler için çok önemliydi. “Yabancı”larla duygusal bağlar kurarak insanın oyun yeteneğini çoğaltan, toplumsallaşmasını/medenileşmesini sağlayan bir kamusallık vardı.

Kamusal alan, sadece fizikî bir yer değil, aynı zamanda orada somutlaşan bir fikir alış-verişi, tartışma, polemik, sınıf bilinci, örgütlenme vb. toplumsal eylem ve oluşumlara yol açan soyut bir ortaklık zeminidir. Kamusal mekân, toplu eylemin gerektirdiği belli bir disiplini, yoğunlaşmayı ve bunun sonucunda da kitlesel bir suskunluğu da beslemiştir.

Sanayi kapitalizminin yükselişiyle birlikte, kamusal alan ve özel alanda bazı değişimler başlar.  Kamusal alan 18. yüzyılda sahip olduğu önemi yitirmiş ve insanlar özel alana çekilmişlerdir. Kamusal yasamdan önce aristokratlar ve burjuvazi çekilmiştir. Kentlerin topluluklara parçalanması sonucunda mahrem bir toplum ortaya çıkmıştır. “Mahremiyet” sıcaklık, güven ve duygusal yakınlığı ifade eder. Toplumsal yasam bu imkânları sunamadığı için gayrı şahsi, yararsız ve anlamsız görünür. Ne var ki, mahrem alan da bireyin beklentilerini karşılayamaz. Kamusal alanın belirsizleşmesi özel alanın nerede bittiğini de belirsizleştirir. Kamu yaşamının aşınması, içtenlikle ilgi duyulan mahrem ilişkileri deforme etmektedir.

19. yüzyıla gelindiğinde insan ilişkileri gayrı şahsileşmeye başlamıştır. Kamusal alana katılmalarının tek yolu artık sessiz kalmaktır. Yabancıların birbirleriyle konuşma hakkı, yerini kamusal bir hak olarak, herkesin arkasına gizlendiği bir maskeye sahip olma ve “yalnız kalma hakkı”na bırakmıştır.

Günümüz mahrem toplumunun cemaate yaptığı güçlü vurgunun ardında insanların kimliklerine dair hakikatlerin cemaat tarafından üretilmesi yatar: Cemaat, kolektif bir kimlik yaratır, insanların “kim olduklarını” dile getirme biçimidir. Cemaatin varlığının korunması ve sürdürülmesi kendi içinde bir amaca dönüşür. Bu da, aynı olmak zorunda olmaksızın insanların birlikte hareket edebilecekleri bir alan olan kamusal alanın çöküşü anlamına gelmektedir.

Aile kamusallık/mahremiyet ikiliğinde çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü aile ortamı kişinin kendisi olabildiği, kendisini açabildiği yegâne alandır.

Sennett, kamusal alanı bireylerin toplumsal ilişkiler kurma fırsatlarını değerlendirdikleri bir sivil alan olarak görürken, Habermas halkın devlet otoritesinden bağımsız olarak kendi düşüncesini, söylemini ve eylemini inşa ettiği daha siyasal bir alan olarak ele alır.

Habermas ve Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü
Habermas, kamusal alanı iki dönem çerçevesinde inceler.
I) Birey temelli liberal kapitalizmin hâkim olduğu, burjuva kamusal alanın ortaya çıkışının ve kurumsallaşmasının yaşandığı birinci dönem.
II) İlk dönemde ortaya çıkan ideal ilkelerin yozlaştığı, gelişmiş örgütlü kapitalizmin hâkim olduğu sosyal refah devleti dönemini içeren ikinci dönem.

Habermas, feodal devletten modern devlete geçişi, ‘temsili kamu’dan ‘kamu otoritesine’ geçiş olarak nitelendirir. Habermas, temsili kamunun kurumlarının, yani soyluluğun, krallığın ve kilisenin çözülmesi sonucunda temsili kamunun yerini kamu otoritesine terk ederek ortadan kalktığını belirtir.

Burjuva kamusallığının belirleyici özelliklerinden birisi kamusal alan ile özel alanın birbirinden ayrılmasıdır. Habermas’ın sözünü ettiği burjuva kamusallığı belli bir iktisadi sınıfı değil, toplumun burjuva niteliğine gönderme yapar.
Kapitalist iktisadi ilişkilerin gelişmesiyle birlikte devleti temsil eden yapının dışında yeni bir sivil yapı oluşmaya başladı. Bu çerçevede kaynağı devletten bağımsız olan burjuva kamusal alanı, insanların devlet yönetimi de dâhil olmak üzere her konuda fikir alış-verişi yapabildikleri bir zemin olarak ortaya çıktı. Bu aynı zamanda kamusal otoriteye karşı oluşturulmuş eleştirel bir alandır.

Özel alanın en önemli unsurlarından birisi olarak, Habermas, burjuva aileyi gösterir. Ailede elde edilen kimliğin aile ile sınırlı kalmaması mektup, roman ve biyografi gibi edebi ürünlerin yaygınlaşması ile oldu. Gazete ve dergilerle birlikte kültürel konuların yanı sıra ekonomi ve politika konuları da tartışılmaya başlandı. Habermas’ın tanımladığı kamusal alan, bireylerin sınıf ayrımı gözetilmeden, herhangi bir konuda fikir alış-verişi yaptıkları alanlardır. Bu kamusal alan tarifinde bireylerin eleştirel tutumu dikkat çekmektedir.

Gelişmiş örgütlü kapitalizmin hâkim olduğu, sosyal refah devleti dönemi ise
Habermas tarafından kamusal alanın yozlaştığı dönem olarak addedilir.
Bu dönemde özel alana ait olan ekonomik alan, devletin müdahaleleriyle yıpranır. Böylece ekonomi ile devlet arasındaki ayrım ortadan kalkmaya başlamıştır. Aynı süreçte aile, daha da özerkleşerek içine kapanmıştır. Aileyi direkt olarak ilgilendiren meseleler kamusal alanın dışına çıkarılmıştır. Kamusal alandaki en ciddi dönüşüm ise katılımın bireysel olmaktan çıkıp, örgütlü kurumlar aracılığıyla yapılmaya başlanmasıdır (sendika, siyasi parti vs.).

Refah devletinde toplumsal alan yeniden tanımlanmıştır. Bunun sonucunda çok daha güçlü ve geçişken bir iktidar tarzı ortaya çıkmıştır. Bundan böyle bireyin kamusal alandaki varlığı ve etkinliği dahi iktidarın kontrolü altındadır.

YENİ KAPİTALİZMİN KÜLTÜRÜ
“Yeni ekonomi” veya “yeni kapitalizm” olarak adlandırdığı dönemin işçilerin yaşamları üzerindeki etkilerini araştıran Sennett, yeni kapitalizmin esnek üretim sürecinde, “iş”in çalışanların kişilik yapısını nasıl bozguna uğratıp yıprattığını ve nihayetinde “karakter aşınması”na yol açtığını gösterir.

İletişim ve imalat teknolojilerindeki gelişmeler küresel ölçekte ve hızlı bir üretimi zorunlu kılmıştır. Otomasyon özellikle çalışanlar piramidinin alt tabanını derinden etkilemiştir. Sürekli yeni beceriler öğrenen, “bilgi temelleri”ni durmadan değiştiren bir birey olarak idealleştirilen yeni bir benlik ortaya çıkmıştır.

Küresel düzeyde sermayenin, tarihte hiç olmadığı kadar esnek örgütlenme imkânına kavuşması, üretim sürecinin her anlamda esnekleştirilmesiyle eş zamanlı olarak emeğin de esnek hale getirilmesi emeğin niteliğini ve doğasını değiştirmiştir. Çalışanların sadece iş yaşamlarını değil aynı zamanda günlük yaşam pratiklerini de değiştiren esnek çalışma koşulları Sennett’e göre bireyde “karakter aşınması”na neden olmaktadır.

Sennett, toplumsal kurumların da parçalandığı böylesi bir dönemde hangi değerlerin ve pratiklerin insanları kültürel olarak bir arada tuttuğunu merak etmektedir. Yeni kapitalizmde çalışanların esnek çalışma koşulları nedeniyle artık modern kapitalizm dönemindeki gibi bireylerin tüm yaşamları süresince yapabilecekleri planları geçersizleşmiştir.

Esnek Şirket/Çalışma Modeli
Esnek şirket modelinde de seçilen işlevlerden birkaç tanesi istenilen zamana göre ayarlanıp, işlevlerini yerine getirmesi sağlanabilir. Sennett bu durumu “sabit işlevli değil, görev-yönelimli emek” olarak tanımlamaktadır. Bu süreçte emek gücü de esnekleşir.

Sürekli olarak değişen koşullar karşısında çalışanlardan beklentiler de değişmektedir. İşin gereklerinden ziyade işletmenin ihtiyaçlarına uygun; uyumlu, iletişim becerisi yüksek, ekip çalışmasına yatkın, seyahat engeli olmayan vs. elemanlar aranmaktadır.

Büyük şirketlerde, yönetici iktidarından hissedar iktidarına geçiş yaşanmıştır.
Hissedarlar uzun vadeli değil, kısa vadeli sonuçların, başarıların, kârların peşine düşmüştür. İstikrar sözcüğünün cilalandığı bu süreçte şirketler artık yeni yatırımlardan ziyade mevcut koşullarda verimliliği artırmanın yollarını aramaktadırlar (“yenilik” sözcüğünün içeriğinin de bu süreçte reklam ve algı perspektifinde dönüşüme uğratıldığına dikkat edilmeli). Verimliliği akıl almaz ölçülerde artıran bu yeni strateji çalışanlar arasında yüksek düzeyde kaygı ve stres üretmektedir.

Yeni kapitalizmin geleneksel bürokratik yapıyı yıkması, çalışanların kurumsal sadakatini azaltmakta, işçiler arasındaki dayanışmayı azaltmakta ve çalışılanların kurumun işleyişi hakkında yeterli bilgi sahibi olmasını zorlaştırmaktadır:
1. Düşük kurumsal sadakat: Kısa dönemli sözleşmeler, çalışanların her an işsiz kalabileceği realitesini cebinde taşıması, beraberinde sadakatsizlik getirir.
2. İşçiler arasında enformel güvenin azalması: Çalışanların örgütlü iletişimi minimumda tutulur. Bunun şirket lehine bir getiri vardır; kriz dönemlerinde çalışanlar örgütlü şekilde hak aramak yerine zararlı alandan uzak durmaya, işten çıkarılan çalışma arkadaşlarını görmezden gelmeye başlarlar.
3. Kurumsal bilginin zayıflaması: İş tanımının muğlaklaşması, yapılacak işlerin beklentiye göre sürekli olarak değişmesi kurumsal bilginin işlevini ortadan kaldırır.

İşe Yaramazlık Kâbusu
Yani kapitalizmde sürekli eğitim ve kişisel gelişimin bir zorunluluk haline gelmesi nedeniyle insanlar kapitalizmin önceki dönemlerine oranla işe yaramaz olmaktan giderek daha fazla korkmaktadırlar.
Sennett’in “beceri toplumu” olarak tarif ettiği günümüz toplumsallığında gelişmiş ülkelerde eğitimli ve vasıflı oldukları halde işsizlik sorunu yaşayanların çoğunun talip oldukları işlerin artık emeğin daha ucuz olduğu, benzer vasıf ve eğitim düzeylerinin yakalandığı çevre ülkelere kaydığı bir gerçektir.

İşe yaramazlık kâbusunun nedenleri:
1- Küresel emek arzı: Yeni kapitalizm emek nerede ucuzsa orada örgütlenmeye gitmektedir. Bu nedenle gelişmiş merkez ülkelerden, gelişmekte olan çevre ülkelere doğru bir kayma söz konusudur.
2- Otomasyon: Talepteki ani artış ve düşüşe çok hızlı yanıt verebilme yeteneği sayesinde emekten de tasarruf edilmesine olanak tanımaktadır.
3- Yaşlanmanın yönetimi: Eğitim ve becerinin geçerlilik süresi piyasanın vicdanına bırakılmıştır. Bir mühendisin üniversitede aldığı eğitimin piyasada ne kadar geçerli olacağı tartışmalı bir hale gelmiştir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken parametre, yeni olanın genç ve dolayısıyla daha kolay yönetilir olmasıdır. Sistem, donanım ve eğitim arttıkça maliyetlerin artacağını hesap etmektedir elbette.

Kendi içinde anlamlı bir şey yapmak olarak “nesneleştirme” zanaatçılık tarafından vurgulanan bir durumdur. Zanaatçı herhangi bir şey üretirken, o ürünün nesne olarak kendisine odaklanır.
Zanaatçılık esnek kapitalizm kurumları içinde huzursuzca oturur. Bu nedenle sürekli bir değişim üzerinden işleyen esnek kapitalizmde meritokrasi önem kazanmıştır.

Meritokrasi, Sennett’e göre modern öncesi toplumlarda mirasla ilintili bir kavramdı. Bu toplumlarda sadece toprak değil; statüler de birer mülktü.
Mevkilerin miras yoluyla devredilebildiği bir ortamda yeteneğin o kadar da önemi yoktu.

Modern zamanlarda ise yetenek yeni bir toplumsal eşitsizlik biçimi ortaya çıkarmıştır.

Sennett’e göre zanaatçılıktan meritokrasiye geçit burada gizlidir. Yeni kapitalizmin kültüründe yetenek çeşitli “nesnel” testler ile ölçülmektedir.
Yeni kapitalizm, ekonomik anlamda büyümüştür. Ancak bu büyüme çalışanlar açısından yeni iş ilişkilerini ve biçimlerini ortaya çıkarmıştır. Artık çalışılan kurumların yapısı değişmiştir ve sürekli değişmektedir. Çalışılan kurumlara sadakat ve genel olarak üretim süreçlerine katılım azalmakta, enformel güven ve işe yaramazlık hissi kaygı derecesini artırmaktadır. Bu bağlamda kültürel anlamda bir çapanın harekete geçirilmesi mevcut koşulların değişimi için bir dinamik oluşturacak niteliktedir.

KARAKTER AŞINMASI
Sennett, “Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri” adlı çalışmasında yeni kapitalizm olarak nitelendirdiği esnek üretim biçiminin yaygınlaşması, işin ve çalışma zamanlarının esnekleşmesi gibi faktörlerin karakter üzerindeki yansımalarını ele alır.

Karakter, kendi arzularımıza ve diğer insanlarla aramızdaki ilişkilere yüklediğimiz etik değerken, yaşadığımız dünyayla bağlantısı çerçevesinde kendimizde değerli bulduğumuz ve başkalarının değer vermesini beklediğimiz kişisel özelliklerimizdir.
Sennett, yeni kapitalizmde artık uzun vadeli amaçlar söz konusu olamadığı için karakter aşınması yaşandığını vurgular.

YENİ KAPİTALİZMDE İŞİN KİŞİLİK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Esneklik olgusunun üretim ve yönetim sürecine yerleşmesi çalışanların hem bireysel olarak karakterlerini hem de sosyal ilişkilerini değiştirmiştir. Sennett’a göre esneklik insanları özgür kılacak yeni koşullar yerine iktidarın ve kontrolün yeni biçimlerini üretmiştir (sertifika programları, hizmet içi eğitimler vs.).
Günümüz toplumlarında bireylerin iş piyasasındaki nitelikleri değişim değeri üzerinden değerlendirmektedir.
Artık günümüz kapitalizminde uzun vadeli planlar söz konusu değildir. Sermaye artık sabırsızdır.

Rutin Zaman Köleliği
Modern toplumların en önemli özelliklerinden biri yarattığı rutindir. Sennett’e göre, rutin, bireyin karakterinin pasifleşmesine yol açmaktadır.
Esneklik, günümüz toplumunda üretim ilişkilerinden bireyler arası ilişkilere kadar yaşantımızın bir parçası haline gelmiştir.
Çalışanların çalışma zamanlarının esnekleştirilmesi demek, pratikte zaman ve mekân boyutunun giderek belirsizleşmesi anlamına gelmektedir. Esneklik düzensizlik yaratır, ancak sınırlamalardan kurtulmamızı sağlamaz.

Risk Alarak Yaşamak
Esnekleşen iş organizasyonlarının parçası olan çalışanlar kendi geleceklerini sağlama alma kaygısı içinde artık risk almak zorundadır. Sürekli olarak yeni bir işletmede yeni bir pozisyonda işe başlamak, her defasında sanki sıfırdan başlıyormuşçasına hareket etmek, yani sürekli risk altında yaşamak, Sennett’e göre, yine karakter aşındırıcıdır.
Post-Fordist üretim ve yönetim anlayışının esnekleşmeyle birlikte takım çalışması gibi yeni iş ilişkileri aracılığıyla yeni bir iş etiği ortaya çıkmıştır. Takım içinde otorite olmadan bir iktidar oyunu oynanır.

“Kazanan hepsini alır” prensibine dayanan yeni kapitalist düzen geride kalanları başarısızlığa hapseden bir yapıya sahiptir.

Karşılıklı güvensizlik ve risk egemen çalışma kültürünün önemli unsurları olarak bireylerin güvensizliklerini arttırmaktadır. Güvensizlik ve bireyin herhangi bir somut ihtiyaca yanıt vermediği düşüncesi, çalışanların çevreye ve yaşananlara karşı duyarsız hale gelmelerine neden olmaktadır. Sennett’e göre bu kaygısızlık, rejimin meşruiyetini zedeleyecek düzeye ulaşmaktadır.
---
Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler
Anadolu Üniversitesi, Ocak 2013



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder