28 Ocak 2015 Çarşamba

Frankfurt Okulu

Frankfurt Okulu
3 Şubat 1923’te Almanya’da Frankfurt Üniversitesine bağlı olarak kurulan Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü 1960’larda kısaca “Frankfurt Okulu” olarak anılmaya başlanmıştır. Okulun önde gelen üç ismi Theodor W. Adorno, Max Horkheimer ve Herbert Marcuse’dür. Frankfurt Okulu, literatürde yaygın olarak Eleştirel kuram ya da Eleştirel teori olarak da adlandırılır.
Frankfurt Okulu temsilcilerini birbirlerine bağlayan nokta, insan özgürlüğüyle ve özgürlüğün modern dünyada farklı tahakküm ve toplumsal baskı biçimleriyle nasıl sınırlandırıldığıyla ilgilenmeleridir.

Enstitünün kurucusu olarak kabul edilen kişi o zaman bir doktora öğrencisi olan Felix Weil’dir. Arkadaşları arasında bir profesör bulunmaması nedeniyle Carl Grünberg Frankfurt’a davet edilmiş ve Enstitünün kurucu müdürü olmuştur.

Frankfurt Okulunun düşünce geleneği iki kola ayrılmıştır. Birincisi Horkheimer, Adorno, Marcuse, Löwenthal, Benjamin, Neumann ve Fromm gibi isimleri içerir. İkinci kolu ise Jurgen Habermas’ın yakın dönem çalışmaları oluşturur.

Frankfurt Okulu, Batı Marksizmi olarak bilinen ve (klasik) Marksizm’e eleştirel bir şekilde farklı bir yorum getirmeye çalışan akımlarından birisini oluşturur. Frankfurt Okulu kuramcıları hem toplumsal gelişme için alternatif bir yol imkânı oluşturmaya çalışmış hem de Ortodoks Marksizm’in dışarıda bıraktığı kültür, bürokrasi, otoriterlik gibi konular üzerinde durmuşlardır.

Frankurt Okulunun Tarihsel Gelişimi
Bottomore, okul tarihinin dört ayrı dönem halinde ele alınabileceğini ifade eder.
1- İlk dönem 1923 ve 1933 yılları arasını kapsar. Bu dönemde materyalist tarih kavramı çerçevesinde gelişme ve değişme sürecindeki somut dünyayı araştırma konusu yapmışlardır.
2- İkinci dönem, Enstitü üyelerinin Kuzey Amerika’daki 1933-1950 arasındaki sürgün dönemidir. 1930’dan itibaren enstitünün çalışmaları Horkheimer ile felsefeye kaymaya başladı. Horkheimer yönetimdeki bu dönemde Enstitü üyeleri kuramsal görüşlerini sistematikleştirmişlerdir.
3- Enstitünün üçüncü dönemi 1950-1970 yıllarını kapsar. “Yeni Sol”un ortaya çıkışıyla hem Amerika’da hem de Avrupanın büyük kısmında Frankfurt Okulunun etkisi yayılmaya başladı. Okulun gücü 60’lardaki öğrenci hareketiyle birlikte zirvesine ulaşmıştır.
4- Adorno ve Horkheimer’ın ölümlerinden sonra okulun gücü gerilemeye başlamıştır. Bu dönemde okul olmaktan çıkan Enstitü Marksizm’den de büyük ölçüde kopmuştur. Koskoca Frankfurt Okulu’ndan geriye Habermas kalmıştır.

Pozitivizme Yönelik Eleştiriler
a) Toplumsal dünyayı doğal dünyanın devamı niteliğinde gören pozitivizm, toplumsal gerçekliği de “doğal” bir gerçeklik olarak görür. Tam da bu nedenle pozitivizm, toplumsal hayatın doğru bir şekilde anlaşılmasını engelleyen yanlış yönlendiren bir yaklaşımdır.
b) Pozitivizm gerçekliği görünenden ibaret olarak kabul eder. Mevcut yapıyla sınırlı kalan pozitivizm, bu tavrıyla yapısal değişime de engel olur.
c) Bütün bilim dallarında tek bir bilimsel yöntemin geçerli olduğunu savunarak bilgi tekelciliği yapan pozitivizm bu tavrıyla teknokratik egemenlik biçimini desteklemiştir.

Pozitivist bilgi kuramı araştırma nesnesini, araştırmacıdan kesin olarak ayırırken, Frankfurt Okulu düşünürleri düşüncenin nesnenin bir kopyası olmadığını ifade eder.

Horkheimer’in pozitivizm eleştirisi üç noktada yoğunlaşır:
1. Pozitivizm, insan varlığına mekanik bir belirlenimcilik/determinizm şeması içerisinde yaklaşır.
2. Pozitivizm, dünyayı yalnızca deneyde dolaysız olarak verilen biçimiyle algılar. Öz ve görünüş arasında bir ayrım yapmaz.
3. Olgu ve değer arasında mutlak bir ayrım koyarak bilgiyi insan isteminden ayırır (Max Horkheimer, Akıl Tutulması).

Okulun metodolojik ilkesi diyalektiktir. Diyalektik, Okul için aynı zamanda politik bir ilkedir.

Adorno, diyalektikteki, tez-antitez-sentez ilişkisini, sentez aşamasının bir uzlaşmayı tanımladığı gerekçesiyle reddederek, bunun yerine “Negatif Diyalektik” görüşünü geliştirir. Negatif diyalektik, diyalektik’ten farklı olarak, sürekli bir olumsuzlamaya dayanır. Önemli olan tez-antitez aşamasının temsil ettiği çelişkidir ve Adorno’ya göre bu çelişkiden kurtulmak boşunadır.

Frankfurt Okulu, kültürü üst düzey, maddi varoluşu ise alt düzey kabul ederek bu ikisini zıtlaştıran yaklaşımlara her daim karşı çıkmışlardır.
Marksist damardan beslendikleri halde kültürel ve siyasal süreçlerin özerk bir varoluşa sahip olduğunu belirterek ekonomik determinizmi reddederler. Bu noktadan hareketle araçsal rasyonalite eleştirileri şekillenir. Araçsal rasyonalitenin köklerini kapitalizme değil Aydınlanma projesine bağlarlar. Onlara göre Aydınlanma, bilim ve ilerleme sloganlarıyla araçsal rasyonalitenin saltanatını tesis etmiştir.
Modern toplumda rasyonalite tarafından üretilen baskı ekonomik sömürünün önüne geçmiştir.

Aydınlanmanın en önemli sorunu akıl ilkesinin, Weber’in araçsal akıl dediği biçimde moderniteyi ve toplumsal kurumları düzenlemesidir.

Frankfurt Okuluna göre Aydınlanma ile birlikte ön plana çıkan “akıl” süreç içerisinde kendine eleştirel olmaktan çıkıp eleştirdiği diğer mitler gibi kendisi de bir mite dönüşerek bireyleri her yönüyle düzenlenmiş bir sistemin köleleri haline getirmiştir.

Eleştirel kuramcılara göre formel rasyonalite herhangi bir amaca ulaşmak için en etkili araçları, nihai insani değerleri düşünmeksizin araştıran akıl olarak tanımlanabilir. Eleştirel kuramcılar formel rasyonaliteyi adalet, barış gibi nihai insani değerleri içeren tözsel rasyonalite ile çelişen bir “teknokratik düşünce” biçimi olarak görürler.

Tözsel rasyonelite = ideal içerik (adalet, ahlak, erdem vs. insana yakıştırılan bütün değerler bu çatı altında tasavvur edilebilir)
Formel rasyonalite = mükemmel biçim (burada biçim, içerikle ters düşebilir ve bu Aydınlanma geleneğinin ve de modernitenin umurunda değildir)

Frankfurt Okulu kuramcıları, kültür endüstrisinin kapitalizmin tahakkümünü yaygınlaştırmak ve insanları ve onların kültürel anlatımlarını metaya dönüştürmek için teknolojiyi nasıl kullandığını ve aklı nasıl araçsallaştırdığını göstermeye çalışmışlardır.

Anlamın yitimi yabancılaşmış dünya anlamına gelmektedir. Toplumsal yaşamın rasyonelleşmesindeki artışla birlikte modern birey özerk anlamını tanıyamaz hâle gelir ve yabancılaşmış dünya yerini dünyevi konformizme bırakır. Modern kapitalist toplumların ekonomik örgütlenişi, araçsal aklın bu nihai zaferinin ve Aydınlanma’nın kendini yok edişinin zeminini sağlar.

Herbert Marcuse, Tek Boyutlu İnsan: Marcuse’a göre de doğanın bilim ve teknoloji yoluyla egemenlik altına alınmasının zorunlu olarak insanların egemenlik altına alınmasının yeni biçimine yol açmıştır. İnsanlar kapitalist meta üretiminin normlarını ve değerlerini içselleştirdikleri ölçüde kendi çıkarlarını takip etmekten alıkonulmaktadır. Bu süreçte hem akıl hem de düş gücü körelmiştir.

İleri sanayi toplumunda, teknik akıl geçerli kabul edilen tek akıl biçimi haline gelmiştir. Araçsal akıl, teknik ilerlemenin tek boyutlu dünyasını temel değer olarak korumaktadır. Teorik akıl pratik aklın hizmetine girmiştir.

Kültür endüstrisi kavramı önemli ölçüde modern kültürü kontrol edip denetleyen rasyonel olarak örgütlü-bürokratik yapılara (televizyon, internet ve magazin gibi) gönderme yapmada kullanılmıştır.

Kitle Kültürü ve Kültür Endüstrisi Eleştirisi (Theodor Adorno – Kültür Endüstrisi / Kültür Yönetimi)
Kültür endüstrisi ile kitle kültürü, endoktrinasyon (beyin yıkama) ve toplumsal denetim aracı olarak yukarıdan dayatılan ve yönetilen bir kültürdür. Tüketici, kültür endüstrisinin nesnesidir.
Endüstri ifadesi esas olarak yaşamın ticarileşmesiyle bağlantılıdır.

Kültür endüstrisi kavramı üretim süreci dışındaki “soyut bilincin” nasıl sömürüldüğünün/biçimlendirildiğinin analizini yapar. Bu kavram altyapı- üstyapı ayrımını ortadan kaldırır.
Kültür endüstrisinin ürünleri metalaşan ürünler değil, daha en başından piyasa için üretilmiş metalardır. Kültür endüstrisini harekete geçiren temel dinamik piyasadır (para kazanmak ve daha çok para kazanmak…).

Kültür endüstrisi başlıca iki sürece dayanır.
1- Birincisi, kültür ürünlerinin standartlaşması ve dağıtım tekniklerinin rasyonelleşmesi sürecidir.
2- İkincisi, doğrudan reklâmla ilgili olan süreçtir. Tüketimin değişim değerine göre düzenlenmesinde reklâm özel bir yere sahiptir.

Adorno ve Horkheimer’a göre reklam, kültür endüstrisinin yaşam iksiridir. Reklam kültür endüstrisinin ana dilidir, üslubudur.

Kültür bir zamanlar bireyselliği beslemekteyken şimdi uyumluluğu özendirmektedir. Kitle kültürü sayesinde eleştirellik ortadan kalkmış ve her türlü kültür biçimi eleştirel analizden uzak basit eğlence biçimlerine indirgenmiştir. Kültür endüstrisi ürünleri özgürleşme ve ütopik nitelik taşımayan bir sanatsal biçim üretmektedir.

Yeryüzüne inen yıldızlar başlıklı çalışmasında Adorno, astrolojiyi de kültür endüstrisinin ürünü olarak görür.

Frankfurt Okulu üyelerine göre, modern dünyada sanat, piyasanın dikte ettiği “amaçlı bir amaçsızlığa” dönüştürülmüştür.

Adorno ve Horkheimer için kültür endüstrisinin rolü, aydınlanma maskesi altında kitle aldatmacısıdır.

Walter Benjamin, Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri (1936): Benjamin, mevcut teknolojik yeniliklerin ve popüler sanatın potansiyeli konusunda iyimser bir bakış açısına sahiptir. Benjamin’e göre önemli olan sanatın/kültürün toplumcu yönde siyasallaştırılmasıdır.

Faşizmin siyasi olarak gerçekleştirdiği baskıcı birleştirmenin liberal demokratik toplumlardaki karşılığı, kültür endüstrisinin toplumu etkili bir biçimde bütünleştirmesidir. Eleştirel kuramcıların en büyük kaygıları kültür endüstrisinin pasifleşmiş ve yabancılaşmış bireylerden oluşan bir kitle toplumu yaratmasıydı.

Meşruiyet Krizi, İletişimsel Eylem, Yaşantı Dünyası ve Sistem
Habermas, Aydınlanma projesini moderniteyi tamamen reddetmeden eleştirir (doğrusu; Frankfurt Okulu’nu sisteme entegre etmeye çalışır).
Habermas daha çok klasik yazarların çalışmalarıyla büyük boy ve tam kapsamlı bir teori geliştirmeye çalışır. Bütün çalışmalarında belli kişileri ve kuramları eleştirir ancak onlardan istifade etmeye de devam eder (modernite çatısı altında örnekleri çok görülen işe yaramaz entelektüel tipolojisi).

Habermas’ın bütün çalışmaları insan etkinliğinin iki ayrı bileşeni arasında yaptığı analitik bir ayrıma dayanır;
1- iş veya emek (amaçsal-akılcı eylem) ile
2- sosyal veya sembolik etkileşim (iletişimsel eylem).

Habermas’a göre Marx çalışmalarında emeğe merkezî bir önem atfetmiş, etkileşimi/iletişimi ise göz ardı ederek onu emeğe indirgemiştir. Habermas ise çalışmalarında iş/emek üzerinde değil iletişim üzerinde yoğunlaşır.

Habermas’ın söylediklerine bakarsak gerek Weber gerekse Frankfurt Okulu, rasyonalite kavramını dar bir çerçevede ele almışlardır. Habermas’a göre ise rasyonelleşme daha fazla ahlâki kavrayış kazanmayı ve ahlâki değerlerin evrenselleşmesini de gerektirir. Bu sayede modern dünyanın temel sorunu rasyonelleşme değil, belli bir tip rasyonelleşmedir diyebilmiştir! Bu sorunu aşmanın yolu ona göre, iletişimsel rasyonelleşme ile mümkündür. Bu nedenle Habermas için eşitlikçi toplum ve demokrasi kavramları oldukça önemlidir.

Habermas kendi araçsal ve iletişimsel rasyonalite ayrımını iki farklı toplumsal gerçeklik alanında, yaşantı-dünyası ve sistem düzeyinde temellendirir.
Yaşantı dünyası kavramının içeriği Alfred Schutz ve George Hebert Mead’in düşüncelerinden beslenir.

Habermas yaşantı dünyasının temel bileşenlerini kültür, toplum ve kişilik olarak tanımlar.

Sistem, modern hayatın ekonomik ve siyasal/bürokratik alanına karşılık gelir.

Sistem ve yaşantı-dünyası alanları sadece bu ikisi arasında dolayımlanan dinamik bir kamusal alanın biçimlendirdiği ve yönlendirdiği daha az sınıflara bölünmüş bir toplumda dengelenebilir.

Habermas geç-kapitalizm olarak tanımladığı dönemde ekonomik krizlerin yanı sıra meşruiyet krizlerinin de önemini savunur. Bu dönemde devlet, müdahalelerle ekonomik krizleri çözebilmekte; ancak bu müdahaleler esnasında tüm talepleri uzlaştırabilme imkânı olmadığından bu sefer de düşünsel bazda meşruiyetini yitirme krizine yol açabilmekte; farklı çıkarları uzlaştırmada başarılı olduğu zaman da çalışma etiği ve rekabet dürtüsünün zayıfladığı bir güdülenme krizine neden olabilmektedir.

---
Modern Sosyoloji Tarihi
Editör: Prof. Dr. Serap Suğur

Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2304, Eskişehir, Ocak 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder