26 Nisan 2015 Pazar

Andre Bonnard - Antik Yunan Uygarlığı 1. Cilt - İlyada’dan Partheon’a

Andre Bonnard - Antik Yunan Uygarlığı 1. Cilt
İlyada’dan Partheon’a

Bölüm 1
Yunan Uygarlığının Beşiğinde Yunan Halkı

Atina’da her yıl, ilkbaharın tekrar gelmesi için görkemli törenler yapılırdı -zira ilkel dönem insanları ilkbaharın, kışın yerini almayı unutacağından korkarlardı- teke ya da boğa kılığındaki Dionysos’un, baş yargıç olan kralın karısı yani Atina "kraliçesi" ile evlenişi kutlanırdı.
Çiçek Şöleni (Anthesterie) Atina’da şubat sonunda yapılırdı.

Yunan kent devletlerinin hepsinde (Thebai hariç), aile içinde, baba, daha dünyaya gelir gelmez, çocuğunu dilediği biçimde, başından defetme hakkına sahiptir.

Nedir o halde uygarlık dedikleri? Uygar sözcüğü, Yunancada, evcilleşmiş, işlenmiş, aşılanmış anlamına gelir.

Art arda dalgalar halinde Balkanlara gelen Hellen halklar, göçebe kavimler halinde yaşayan halklar gibi yaşam sürmekteydi.
Bu yabanıl halk, temel gıdasını avla elde ediyordu.
Ülkeleri olacak bu topraklara Thalassa (Talasa) dediler.

Köylü halk, denizci halk: işte Yunanlıların uygarlığının ilk adımları bunlardır. (s. 20)

İlkel halkların hepsinin de şarkıları, türküleri vardır ve çalışırken veya işin yükünü hafifletmek için sanki ritimli bir dil kullanırlar.
Havada uçuşan bu şiirler zamanla akıllarda yer eder. Sonunda bunlar (…) İlyada ve Odysseia gibi iki büyük yapıta varırlar.
Drama şairleri Yunan halkının eğiticileridirler. (s.21)

Bunların hepsi aynı amaca yönelir: insanın doğa üzerindeki gücünü artırmak, insanın kendi insanlığını artırmak. Bu nedenle genelde Yunan uygarlığı bir hümanizma olarak adlandırılır. (s. 22)

Bu halk bakımından Hint-Avrupa ailesindendi.

İ.Ö. 2000 yılına doğru artık ilk topluluktan ayrılan ve Tuna ovasını işgal eden Yunan halkı (…) Doğu Akdeniz’in çevrelediği topraklara girmeye başlar.

Yunan kabileleri yeni yurtlarına yerleşmeye başlarken tüm bu bölgeleri elinde tutan ve kendilerinden çok daha ileri düzeydeki bir halktan tarımı öğrendiler. Eskilerin bazen Pelasglar dedikleri bu halkın gerçek adını bilmiyoruz. Biz onları (…) Egeliler diye adlandırıyoruz. Egeli bu uygarlığın merkezi Girit’ti.
Bu Egeli halk yazı yazmayı biliyordu… (s. 24)

Yunan halkının İ.Ö. 1400’lerde Girit’teki Knossos Sarayını yıktılar. Bu olaydan önce Yunan halkının Egelilerle barış içinde yaşadıkları kabul ediliyor.
Knossos Sarayı yıkıldıktan sonra Yunan halkı, siyasi merkezini Peloponnesos’a taşıdı.

Yunan denizciler kıyıları izler, bir adadan öbürüne giderler. Akhaların denizciliği ise ticaretten çok korsanlıktır.
Kendilerine bağlı çok sayıdaki bağlaşıklarım da peşlerinden sürükleyen Akha prenslerinin son seferi bizatihi tarihteki Troya savaşı olmuştur.

Dorların istilası I.Ö. 1100’lere doğrudur.
Yunanistan’ı kasıp kavurdular.
Egelilerin uygarlığından etkilenen Akha uygarlığı unutulup gitti.
Dor istilasının izini taşıyan Yunanistan, bundan böyle yalnızca Yunan boyları ile dolup taşar. (s. 28)
Yunan ülkesi çok yüksek olmayan ancak ülkenin her yanını kuşatmış dağlarla, sıradağlarla çevrilidir. Bu sebeple birbirinden kısmen bağımsız küçük yerleşimler ortaya çıktı. Şehirler, korsanlara karşı korunaklı olması için denize nispeten uzak, yüksek yerlerde ortaya çıktı.  
Siteler/şehirler arasında rekabet vardı. Bu rekabet zaman zaman çatışmalara neden olsa da ağırlıkla yarışmaya dönüşüyordu. Yunan olimpiyatlarının ortaya çıkışı bu rekabetin sonucudur. Yarışmalar arasında tragedya, komedya ve lirik şiirler de yer alır.

Bölüm 2
İlyada ve Homeros’un Hümanizmi
Yunan halkının ilk büyük kazanımı, şiiri ele geçirmesidir.
Şair, insanı tanrılar katına çıkaran ün aşkını dile getirir.
Troya Savaşı (…)savaşın nedeni (…)yerleşik ilk Yunan boylarının ekonomik rekabetidir.

…şiirin tümüne konu birliğini veren oluntu Akhilleus’un (Ahileas) öfkelenmesi olayı, onun Mykene kralı ve Troya’ya karşı yapılan seferin önderi Agamemnon ile kavgası, sonra da kavganın Troya’yı kuşatan Akha-Yunanlıları için kötü sonuçlarıdır.

Agamemnon (…) Akhilleus’dan (…)Briseis (Vrise) adlı bir güzel tutsak kadını kendisine vermesini ister.
Akhilleus (…) reddeder.
…Agamemnon’a ağır küfürler eder. Agamemnon kendisinden özür dilemedikçe savaşa katılmayıp çadırına kapanacağına yemin eder. Öyle de yapar.

Akha ordusu Troya surları önünde üç ayrı yenilgi alır.

Aias, Odysseus ve Akhilleus’u yetiştiren Phoiniks cepheye geri dönmesi için Akhiellus’u ikna etmeye çalışırlar. Akhiellus ikna olmaz, ricacılara Troya önlerinden ayrılacağını söyler.

…ertesi gün Troyalılar Yunanlıların savunma hatlarını yararlar.
Akhilleus yakılan ilk Yunan gemisinden alevin yükseldiğini görür; bu alev Yunanlıların yenilgisi ve kendi şerefsizliği demektir.
O anda en sevgili arkadaşı (…) Patroklos’un yalvarmasına duyarsız kalamaz.
Patroklos’u kendi silahlandırır, onu askerlerinin başına geçirir ve çabuk davranması için sıkıştırır. Patroklos Troyalıları gemilerden çok uzağa, ordugâhın dışına püskürtür.
Hektor Patroklos’u öldürür.

Dostunun kaderini öğrenen Akhilleus’un acısı korkunçtur.
…bu acı, onu çığrından çıkarır, Patroklos’un katili Hektor’a ve onun halkına karşı intikam isteği deli eder onu ve yaşama ve savaşa döndürür.
…yoluna çıkan bütün Troyalıları kırıp geçirir.

Hektor ile Akhilleus’un teke tek savaşı ilyada’nın doruk noktasıdır. Yüreği karısı, oğlu, yurdu için taşıdığı sevgiyle dolu Hektor yiğitçe dövüşür. Ama Akhilleus daha güçlüdür. Akhilleus onu döve döve öldürür.
Onu aşağılamaktan da geri kalmaz; düşmanını ayaklarından savaş arabasının arkasına bağlar…

Akhilleus, çadırına yalvarmaya gelen Priamos’a bahtsız oğlunun cesedini verir.

Homeros, VIII. yüzyılda, lonia kıyısındaki kentlerden birinde yaşamaktadır.

(Homeros) bu geleneksel doğaçlama epik anlatının, kendisinin seçtiği bir bölümünü sanat yapıtı düzeyine eriştirir. İlyada’mızı düzenler ve nihayet papirüs üstüne geçirir.

(Homeros) olağanüstü bir tipleme ustası…

Bir kişiliği canlandırmak için -onu betimlemez.
Kimi kişiler şiire sadece ölmek için girerler.

Bize gösterdiği kişilik ne kadar önemsiz, cılız olursa olsun, bir hareketi, bir duruşuyla her insanın özünü oluşturan şeyi özellikleriyle belirleyip göstermektedir.

llyada’nın hemen tüm kişileri askerlerdir. Bu askerlerden çoğu yiğittir. Ama hiçbirinin aynı tarz yiğit olmayışı çok belirgindir.

Telamon oğlu Aias’ın yiğitliği cüssesindedir.
Aptal değildir ama darkafalıdır.

Diomedes’in yiğitliği ise bambaşkadır. Dayanmaktan değil de ileri atılmaktan doğan cesaret.

Geleneğe göre Troya savaşının kökeninde Paris ile Helene’nin olağandışı aşkları vardı.

Paris, Helene’yi baştan çıkaran ve kaçıran kişiydi. Savaşı ilk başlatan oydu.

Homeros’un dram yeteneği, Paris’i Hektor’un karşıtı bir yere yerleştirir ve bütün şiir içinde, iki kardeş arasındaki sürekli çatışmayı diri tutar. Hektor katıksız kahraman, Troya’nın koruyucusu ve kurtarıcısı; Paris ise nerdeyse katıksız korkak, “yurdunun baş belası”dır.

Helene, karakteri bakımından Paris’e tam ters kutupta yer alır.
Güzelliği, aynı zamanda yazgısıdır.

Yıkıcı güç, kana bulanmış güç: Şiirin en korkunç bölümlerinde Akhilleus böyle görünür.

İnsanların en kırılganı olan Akhilleus’un gücü, ancak tutkunun kabarması içinde görülmemiş bir şiddetle kendini gösterir.

Tutku Akhilleus’da bir takıntıdır; ancak eylemle yatıştırılabilir.

Hektor onun (Homeros’un) en beğendiği kişidir.
…aklından geçen en yüce insan soyluluğunu onun şahsında somutlamak için düşman komutanını seçer kendine.

Akhilleus kadar yiğit olan Hektor’un yiğitliği yine de bambaşka bir niteliktedir. Doğanın değil de aklın yiğitliğidir bu. Kendi doğasına göre kazandığı cesaret, ilke edindiği disiplin.

Hektor yurdunu sever.
Hektor’un her eylemi Troya’nın kurtuluşuna yöneliktir.

Hektor bütünüyle aklı başındayken, yazgısını bilir, ölümünü o kadar yakından görür ki sanki dokunur ona.

Hektor toprağını ve hukukunu savunan toplulukların, siteler dünyasının habercisidir.

Bölüm 3
Odysseus ve Deniz
Uygarlık bir özgürleşme ve fetih harekâtıdır.

Odysseia’nın yazım tarihi (…) I.Ö. VIII. yüzyılın ikinci yarısı, hatta sonuna yakın olarak saptanabilir.

Kalay, Yunanistan’da ve komşu coğrafyada bulunmuyor. Yunan denizcileri kalay bulabilmek için denize açıldılar. Rotalarından biri Yunanistan’ın güneyini dolaşarak İtalya kıyılarını izleyerek Etruria maden ocaklarına gidiyordu. Odysseus’un gezi yolu da budur. (s. 74)

llyada'nın Odysseus’u büyük bir asker, güçlü bir kral ve çok kurnaz biridir. Denizci olduğunu gösteren hiçbir ifade yoktur.

O zamanın insanları için batı denizi çok korkunç, henüz yabanıl bir gerçekliktir.

İtalya kıyılarında sadece insan yiyen vahşiler yoktur; ellerine geçtiğinde yabancıları yemekle birlikte, sürülerinin sütü ve peyniri ile geçinen tek gözlü devler, Tepegözler vardır.

Ogygie adasının kraliçesi nemfa Kalypso Odysseus’u yedi yıl alıkoyar. Zeus’un buyruğu üzerine gitmesine izin verir.

Homeros ve Yunan halkı Odysseus tiplemesini yaratarak aklın gücüne ve değerine bir güven belgesi hazırlamışlardır.

Bölüm 4
Şair ve Yurttaş Arkhilokhos
Avrupalı büyük lirik şairlerin tarih sırasına göre ilki Arkhilokhos’dur.
Arkhilokhos Paros’ta doğar. Bu ada Ege denizinden yükselen mermer bir kütledir.

Ada verimsiz olduğu için yerli halk göç etmeye başlar. İlk göçmen kafilesini toplayan kişi Arkhilokhos’un öz babası Telesikles idi.
Bu işler İ.Ö. 684’te oluyordu. Bu tarihte Arkhilokhos yirmi yaşlarındaydı.
Arkhilokhos bir piçti. Annesi bir köleydi, adı da Enipo idi. Şiirlerinde bunu şairin kendisi söyler.
Arkhilokhos Neoboule’yi galiba yine Paros’ta sevdi, sonra nişan bozulunca, ondan şiirsel öcün en korkuncunu aldı.
Bazen sefih sanılan yaşlı bir kadındır o, bazen kart bir fahişe ya da hatta, Arkhilokhos da dahil, erkeklerin iğrenerek yüz çevirdikleri bir “şişko orospu” olarak betimlenir.
Arkhilokhos’u yergi şiirinin babası yapan da kuşkusuz onu yaralayan bu yürek parçalayan tutkudur.
Arkhilokhos’un yergisi dost olsun, düşman olsun kimseyi kollamaz.

Kural tanımaz bireyci Arkhilokhos başlangıçta (…) her türlü kurala başkaldıran biri değildir.

Şair, geleneğe göre 640 yılına doğru(?) Thasos’lular ile Naksos’lular arasındaki bir savaşta öldü. Bu tarihte Solon doğuyordu.

Onunla, kahramanlık şiiri yerini düşünce ağırlıklı ve konulu şiire bırakır.

Bölüm 5
Midillili Sappho, Onuncu Musa
Sappho, harikalarla dolu garip bir ülke gibidir.

Sappho, Lesbos (Midilli) adasındaki, Mytilene’de (Mitilini), 600 yıllarında Aphrodite, Kharit’ler ve Musalara adanmış bir genç kızlar derneğini yönetmekteydi.

Sappho’nun şiirini tümüyle kadın güzelliğinin parıltısı aydınlatır.

“Az kaldı duyayım ölümü...”

Sappho’nun saklayacak hiçbir şeyi yoktur! Sanatı dürüstlük ve saflıktır.

Sappho’nun ruhunda hiçbir şey sevilen nesnenin gücünü onun yokluğu kadar artırmaz.

Sappho’nun şiirinde doğa her yerdedir. Yıldızlı gece manzarası, rüzgârda sallanan bir dalın görünüşü onun ruhunda başka hiçbir Yunanlı ruhunun yansıtmadığı yankılar uyandırmıştır.

“Severim gençliğin çiçeğini...
Bir aşk düştü benim payıma,
güneşin parıltısıdır o, güzelliktir.”

Bölüm 6
Solon ve Demokrasi Yaklaşımları
Demokrasi” “halkın iktidarı” anlamına gelir. Peki ama hangi halktan söz edilmektedir? Kuşku götürür bir durum.

VIII. yüzyılda Attika yarımadasında ve onun dışındaki yerlerde mülk sahipleriyle mülksüzler karşı karşıya geldi. Mülk sahiplerinin geniş toprakları vardır, mülksüzlerin ise toprakları az, kolları ve sayıları çoktur. Solon, bu çatışmaya sitenin bütün yurttaşlarına eşitlikçi haklar tanıyarak çözüm getirdi. Ne var ki malları üretenler yurttaş değil kölelerdir.  

Paranın ortaya çıkmasından sonra üretilen malların fazlası paraya çevrilerek biriktirilmesi mümkün oldu. Zenginleşenler paradan para kazanmayı da öğrendiler. Zengin (Eupatride= soylu, mülk sahibi), ödünç verir ve vurgun yapar. Para biriktirme ve üretme yeteneğine Aristoteles krematistiki demiştir. Krematistiki, kapitalizmin ilk biçimi kabul edilmelidir.

Zenginlerin istediği faiz çok yüksekti. Bunun neticesinde yoksul köylüler önce borçlandı ardından da köleleşti.
Atina’da, ürünün mülk sahibin everilen bölümü, altıda beş gibi, inanılmaz bir düzeye yükseldi. Sonuç olarak, eski küçük mülk sahibinin, öz kişiliğinden, canından başka rehin olarak verecek bir şeyi kalmadı. Bu durumda o satılabiliyordu ve köle durumuna düşüyordu.

Fakir köylüler/köleler, topraklarını yerleşik soylulara değil de soylu olmayan tüccarlara satmayı tercih ettiler. Tüccarlar toprak sahibi oldukça kamu işlerine, memurluklara, yargıya ve orduya karışmaya başladılar. Soylulara tanınan hakların kendilerine tanınmasını istediler.
Bu iki sınıf çatışma halindeyken siyaseten yükselen Solon olur. Solon zengin ve soylu biridir. Ayrıca namuslu ve güvenilir biridir. Bu hasletlerinden dolayı herkesin takdirini kazanmıştır. Çatışan taraflar tarafsız bir hakem arayışına girdiklerinden üzerinde mutabık oldukları isim Solon oldu. Solon 594’te, devleti düzeltmek için olağanüstü yetkilerle arkhon olarak seçildi.
İlk icraatı toprakları ellerinden alınan köylüleri kölelikten kurtarmak oldu.
Solon onların (zenginlerin) yediklerini kusturma cesaretini gösterdi. Şahısları rehin alarak borç vermeyi yasakladı.

Solon, dört sınıfa ayırdı. Hali vakti yerinde sınıftan yurttaşların en önemli devlet görevlerine gelme hakları vardı: En ağır vergilere de katlanıyorlardı. Sonra gelen sınıflarda haklar azalırken gerek vergi gerek askerlik olarak yükümlülükler de azalıyordu.  Birinci sınıftan sonuncusuna kadar bütün yurttaşların Halkın Meclisi’nde oy hakları vardır.


Bölüm 7
Kölelik, Kadının Durumu
Yunanlılar demokrasiyi içerisindeki birtakım sınırlamalarla icat ettiler. Bu sınırlamalardan ikisi; kölelik ve kadınlara dayatılan kötü yaşam koşulu…

…insan yerine bile konmaz köle: Hukuk açısından, o, ancak bir mülkiyet konusu, satılacak, devredilecek, kiralanacak, verilecek bir nesnedir.
Köle, başka bir insana ait olan bir insan, bir alettir: Onun eşyasıdır.

…efendinin çıkarı kölenin tek güvencesidir. Efendinin aletini bozmak gibi bir niyeti yoktur. Aristo bu konuda şunu belirtir: “ İşin gerektirdiği ölçüde, alete de özen göstermek gerekir.” Demek ki, köle iyi bir iş aleti ise, onu yeterince beslemek, daha iyi giydirmek, onu dinlendirmek, bir aile kurmasına izin vermek, o çok büyük ve binde bir görülen ödülü, yani özgürlüğü, kölelikten kurtuluşu ona azıcık sezdirmek akıllıcadır. (s. 152-153)

Atina dışında Yunanistan’ın diğer kentlerinde kölelerin durumu içler acısıydı. Yunanistan’da ise efendiler, kölelerine diğer kentlerde kölelere yapılanları yapamadıkları için küplere biniyorlardı. Kolluk güçleri parası olana para cezası parası olmayan köleye ise kırbaç cezası uyguluyordu. En yüksek kırbaç cezası 50 kırbaç idi (parasal karşılığı 50 drahmi). Efendi, köleye uygulanacak kırbaç cezasının sınırlı olmasından teessüf duyuyordu, onu dileği kadar kırbaçlatamadığı için dertleniyordu.

Aristoteles için kölelik, özgür insanların varlığının gerekçesidir.

Köleliğe karşı ilk protestolar, büyük tragedya şairlerinin üçüncüsü Euripides’te duyulur.

Atina demokrasisi katı ve sert biçimde bir erkek toplumudur. Bu toplum, köleler konusunda olduğu gibi kadınlar konusunda da katıdır.
Atina yurttaşları Antigone ile Iphigeneia’yı ancak tiyatroda alkışlarlar.

Atinalı bir yurttaşın karısı sadece bir “ o’ikourema” , yani bir “ev işleri için yaratılmış nesne"dir. Bir Atinalı yurttaş için o sadece hizmetçi kadınlarının birincisi, en başta gelenidir.

Bölüm 8
İnsanlar ve Tanrılar
Yunanlıların dinsel yaşamı, çok çeşitli biçimlere girdi ancak hiçbir zaman dogmatik olmadı. Bunun nedenlerinden biri yazılı dayanağının olmamasıydı.

Yunanlılar önceleri ve uzun süre köylüydüler. Sonradan denizci olurlar. Tanrıları da öyledir. Tarlalarda, ormanda, derelerde, pınarlarda bulunur onlar. Sonra da denizlere yerleşirler.

“Gözyaşı insanlara, gülüş tanrılara mahsustur,”
Homeros

Bölüm 9
Tragedya Aiskhylos Kader ve Adalet
Yunan tragedyası tanrıları daha fazla insanlaştırarak, tanrısal dünyayı insanların toplumuna katmak için kendinden önceki şiirin çabasını yeniden ele alır ve sürdürür.

En yoksul köylüler kitlesince iktidara getirilen, toprak kazanımında halka yardım eden Peisistratos, Dionysos onuruna yapılan şenliklerde yurttaşların eğlenmesine ve eğitimine göre hazırlanmış tragedya yarışmaları açar.

Aiskhylos bir savaşçıdır, anlatım araçlarının mükemmel bir ustası olarak, yıkılmış tragedyayı bildiğimiz biçimiyle yeniden kurar.

Tragedyaya giren insanlar, adil bir tanrıya bel bağlamalarına karşın, “ aziz” değildirler. Suç işlerler, tutku onları şaşırtır. Öfkeli ve sert kişilerdir. Ama hepsinin insani bazı büyük erdemleri vardır. Hepsi cesurdur; birçoğu ülkelerini, insanları sever; çoğunda adalet aşkı ve onu zafere ulaştırma isteği vardır. Yine hepsi, soyluluğa tutkundurlar.

Tragedyanın kahramanı dünyanın daha iyi olması için ya da olduğu gibi kalması gerekiyorsa, orada yaşamak için insanların daha cesur ve daha serinkanlı olmaları için dövüşür.

…tragedyanın çatışması kaçınılmaza karşı girişilen bir mücadeledir (Kader).

Aiskhylos ile Sophokles’in dönemi son derece dindar bir dönemdir.

Zincire Vurulmuş Prometheus
Aiskhylos tanrısal adalete inanır, adil bir Zeus’a bel bağlar.

Prometheus, insanlara karşı iyilikle dolu bir tanrıdır.

…Zeus’un cezalandırdığı işte bu “insan Dostu” tanrı, “insanların velinimeti”dir.

Aiskhylos konusuyla ve kayaya çivilenmiş kahramanıyla bütünüyle duygusallığa yargılı olacak gibi görünen bu tragedyaya, yine de dramatik bir öğe sokma yolunu buldu: Zeus’a karşı Prometheus’a bir silah verdi. Bu silah onun anasından edindiği ve dünyanın efendisinin güvenliğini ilgilendiren bir sırdır. Prometheus bu sırrı ancak verilecek özgürlük sözü üzerine açıklayacaktır. Sırrı açıklayacak mı açıklamayacak mı? Zeus onu buna zorlayacak mı zorlamayacak mı? Dramatik olayın düğümü budur. (s. 200-201)

Zincire Vurulmuş Prometheus Yunanlıların birleşik trilogya, yani bir düşünce ve yapı birliği halinde birleşmiş üç tragedya toplamı, dedikleri şeyin parçasıydı. Trilogyanm öbür iki oyunu kayboldu.

Oresteia, şairin kendi kafasında ve halkı karşısında, Kader ile tanrısal adaleti son uzlaştırma çabasını oluşturur.

Oresteia’nm üç tragedyasından birincisi Agamemnon’dur; bunun konusu Agamemnon’un, Troya’dan zaferle dönüşü sırasında, karısı Klytaimnestra tarafından öldürülmesidir. İkincisinin adı, Sungu taşıyanlar demek olan Khoephoroi’dir (Hoifori). Bu tragedya Agamemnon’un oğlu Orestes’in, babasının katili olan, öz anası Klytaimnestra’dan nasıl intikam aldığını, onu nasıl öldürdüğünü, böylece kendisinin de, nasıl tanrıların gazabına uğradığını gösterir. Eumenides (Evmenidis) adını taşıyan üçüncüsünde Orestes’in intikam tanrıçaları olan Erinys’lerce (Erinis) kovalandığını görürüz; Orestes, Atinalı yargıçlar mahkemesine çıkar -bu vesileyle kurulan ve Athena’nın kendisinin başkanlık ettiği bir mahkemedir- ve sonunda aklanır, hem insanlar hem tanrılarla barıştırılır. Erinys’ler bile iyilikçi tanrıçalar haline gelirler; yeni adları olan Eumenides’in anlamı budur.

İçimizden hiçbiri tertemiz sorumluluğu ile dünyada tek başına değildir; bir soya ya da bir topluluğa bağlılığımız nedeniyle dayanışma halinde olduğumuz birtakım suçlar vardır.

Bölüm 10
Olymposlu Perikles
Perikles, İ.Ö. 461 yılında iktidara gelir. Bu tarihten, birkaç aylık çok kısa bir çekilme bir yana bırakılırsa 429’daki ölümüne kadar Atina sitesinin tek yöneticisi olarak kalır.
Perikles Atina demokrasisini tamamlar.
Thukydides’e göre o, “Atmalıların birincisi"dir. Perikles, kişiliğinde büyük devlet adamını tanımlayan, birbirine bağlı dört “ erdem” i bir araya getirir. Zekidir, söz ustasıdır, yurtseverdir ve dürüsttür, hiçbir zaman kişisel çıkarını düşünmemiştir.

Perikles, babası Ksanthippos (Ksantipos) tarafından Attika’nın eski bir soylu ailesine bağlıydı.

Elea’lı Zenon ile Anaksagoras Atina’ya yerleşerek, onun başlıca düşünme öğretmenleri oldular.
Perikles, o dönemin olanak verdiğince geniş olan bilimsel eğitimini Anaksagoras’ın öğretisinden sağladı, düşüncesinin akılcı biçimini güçlendirdi, sitenin yönetimi için ilke ve bir model buldu.

Perikles demokratik sistemi tamamlamakla işe başlar.
Perikles’e göre, Atina demokrasisi, tümüyle işe koyulan sitedir. O çalışmaya saygı gösterir.

Perikles, önerisi üzerine 450-449 tarihinde kabul edilen ve ikinci Med savaşında yıkılan tapınakları yeniden kurmak için (…) özellikle de Akropolis’in tapınaklarının yeniden inşasını başlattı.

Perikles, sanatı, tüm Hellen dünyasında Atina’nın üstünlüğünü kanıtlama aracı olarak görür. Parthenon hesaplı mükemmelliği ile karaya ve denize, hem de yüzyıllara hâkim olduğu gibi Yunanistan’a da hâkim olacaktır.

Civilisation Grecque
Andre Bonnard - Antik Yunan Uygarlığı 1
Türkçeleştiren: Kerem Kurtgözü
Evrensel Basım Yayın
Ekim, 2004


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder