26 Nisan 2015 Pazar

Aristoteles

Aristoteles
M.Ö. 384/3 dolaylarında Trakya’daki Stageira’da doğmuş genç yaşlarında Atina’ya giderek Platon’un Akademia’sına girmiştir. Platon’un ölümünden sonra Atina’dan ayrılıp önce Assos’a, ardından Lesbos (Midilli) adasına gitmiş, buralarda okullar kurmuş, dersler vermiştir.
M. Ö. 343/2 dolaylarında Büyük İskender’in özel hocası olmak üzere Makedonya kralının sarayına çağırılmıştır. M. Ö. 335/4 dolaylarında yeniden Atina’ya dönmüş ve kendi okulunu kurmuştur. Okul, “Liseus” isimli bir bölgede olduğu için Liseum adıyla anılmış, okul öğrencileri tartışmalarını gezinerek yaptıkları için bu öğrencilere de peripathetikler (gezinenler) de denmiştir

Mantık bilimini kurduğu eseri Organon; Kategoriler (Kategoriai), Peri Hermeneias (Önerme Üzerine), I. Analitikler (Analytika I), II. Analitikler (Analytika II), Topikler (Topika) ve Sofistik Çürütmeler (Peri Sophistikon Elegkon) adlarını taşıyan altı kitaptan oluşur ve akıl yürütmenin dayandığı temel ilkeleri inceler.
Metafizik, onun “ilk felsefe” (prote philosophia) olarak adlandırdığı, varlık sorunlarını ele alan hacimli bir eserdir.
Doğayı incelediği Physika (Fizik), hayvanları ele aldığı Peri ta Zoa Historia (Hayvanlar Üzerine), ruh sorununu ele aldığı Peri Psykhe (Ruh Üzerine), ahlak sorunlarını ele aldığı Ethika Nikomakhea (Nikomakhos Ahlakı) ve Ethika Eudemeia (Eudemos Ahlakı), devlet ve siyaset sorunlarını ele aldığı Politika ve Athenaion (Atinalıların Devleti), hitabeti ele adığı Rhetorika ve sanat konularını ele aldığı Poetika diğer önemli eserleridir.

ARİSTOTELES’İN VARLIK ANLAYIŞI
Madde - Form İlişkisi
Aristoteles de tıpkı Platon gibi, doğadaki tüm değişime rağmen değişmeksizin kalan bir öz ya da form bulunması gerektiğini düşünmekteydi.
Aristoteles hocasının form (eidos) ya da idea kavramlarını aynen benimsemiş ve eserlerinde sıklıkla kullanmıştır. Ama onlara yüklediği anlam hocasının yüklediği anlamdan farklıdır. Aristoteles formu ya da ideayı asla görünür şeylerden ayrı düşünmemiş, onun görünür şeylerde içkin olduğunu, görünür şeylerde kendisini dışa vurduğunu ve onlara biçimlerini kazandırdığını savunmuştur. Bu iddia, gerçekliğin ya da hakikatin görünür evrenden ayrı olmadığı, görünür şeylerin kendisinde aranması gerektiği sonucunu doğurur.
Aristoteles, maddenin ancak form sayesinde gerçeklik kazandığını, form sayesinde biçimlenip belli niteliklere büründüğünü, varlığa geldiğini düşünmekteydi. Buna karşılık formun da ancak maddede kendisini gerçekleştirebileceğini, madde olmasaydı, formun da kendisini asla açığa koyamayacağını savunmaktaydı.
Hiç form kazanmamış, formun kendisinde henüz hiç gerçekleşmediği madde, “salt madde” ya da “ilk madde”dir (prote hyle). Bu ilk madde, Aristoteles’e göre bir “kuvve halinde olma durumu” ya da gizilliktir (dynamis).
Aristoteles’e göre varlık kazanma süreci, yani “oluş” (genesis) işte bu “imkânın gerçekleşmesi ya da gizillikten açığa çıkma” sürecinden ibarettir.
Her şeyde madde başlangıçtır, form ya da öz ise erektir, amaçtır. Madde taslak halde olan, eksik olan şeydir, form ise mükemmelliktir, tamamlanmadır (entelekheia).

Hareket Etmeyen Hareket Ettirici: Tanrı
Aristoteles’in varlık anlayışında tüm varlıklar, formun edimselleşme derecesine göre aşağıdan yukarıya doğru sıralanırlar: En altta, formun pek az edimselleştiği maddeler, yani cansız varlıklar durur. Onun hemen üstünde formun daha çok edimselleştiği, böylece ruhsallığın ilk biçimlerinin oluştuğu bitkiler ve hayvanlar âlemi, onun üstünde ise formun düşünme gibi daha yüksek yapılarda ileri düzeyde gerçekleştiği insan bireyleri durur. Bu varlık hiyerarşisinin en tepesinde ise, kendisinde en ufak bir maddilik taşımayan Tanrı bulunmaktadır. Aristoteles Tanrı’nın varlık durumunu anlatırken onun “salt form”, “salt edimsellik” olduğunu söyler.
Aristoteles, salt maddeyi de tıpkı salt form gibi ezeli, yani öncesiz, başlangıçsız olarak görmekte ve madde olan her yerde zorunlulukla hareketin de bulunacağını düşünmekteydi.

Dört Neden Öğretisi / Madde, form ya da öz, Tanrı ve amaç
Her şeyden önce evrenin kendisinden meydana geldiği bir ilk madde, kaotik madde mevcuttur ve evren bu kaotik maddede gizil olarak bulunan formun edimselleşmesiyle ortaya çıkmış, meydana gelmiş, varlık ya da gerçeklik kazanmıştır. O halde ikisi de ezeli olan madde ve form evrenin meydana gelmesindeki iki temel neden olarak ortadadırlar. Bunun yanı sıra, evrenin varlık kazanması için gereken ilk hareketin de ona verilmiş olması gerekir ki, bu da bir hareket ettiriciyi üçüncü bir neden olarak gerektirir. Bu üçünün yanı sıra bir de amaç, erek vardır.

Töz-İlinek İlişkisi ve Kategoriler
Formun edimselleşmesi ile meydana gelen tüm varlıklar kendilerini bize daima belli niteliklerle, yüklemlerle sunarlar. Aristoteles bunlara kategoriler der, töz,  nicelik, nitelik, ilişki, yer, zaman, konum, iyelik, etkinlik, edilginlik. Bunlardan dokuzu ilinek, biri tözdür
Töz, en genel ifadesiyle bir şeyi o şey yapan şey olarak tanımlanabilir.

Doğa Düzeni ve Hareket
Aristoteles’e göre doğa, harekete tabi olan maddi yapıların bütününü ifade etmekteydi ve ona göre doğa araştırması, her şeyden önce hareket yasalarının araştırılmasıydı.
Aristoteles’de madde hareket ettirilen, form ise hareket ettirendir.
Aristoteles’in evren anlayışı Ay-altı âlem, Ay-üstü âlem ve sabit yıldızlar alanı olmak üzere üçe ayrılır. Ay-altı âlem yeryüzüdür ve orada her şey dört elementten yapılmıştır ve doğrusal harekete tâbidir. Ay-üstü âlemdeki gök cisimleri ise esir denen bir maddeden yapılmışlardır ve bu yüzden tanrısal nitelikteki değişmez dairesel harekete tabidir. Sabit yıldızlar alanı ise tanrısal olana en yakın alandır ve hareketini doğrudan tanrıdan aldığı için değişmezliğe yakın mükemmellikte bir görünüm sergiler.

ARİSTOTELES’İN MANTIĞI VE BİLGİ ANLAYIŞI
Aristoteles, bilimleri; 1) Teorik bilimler, 2) Pratik bilimler,
3) Poietik bilimler olmak üzere üçe ayırmıştır.
Teorik bilimler, bilgiyi başka bir şeye araç olması bakımından değil, kendisi için isteyen disiplinlerdir.
Pratik bilimler, bilgiyi bir erdem rehberi olarak ele alan, yani hangi amaca göre, nasıl eylenmesi gerektiğini inceleyen bilimlerdir.
Poietik bilimler ise bilgiyi yararlı ve güzel bir şey yapmak için kullanan, üretim ile ilgilenen bilimlerdir.
Aristoteles, dördüncü bir bilgi disiplininden daha söz eder ki, bu bilgi disiplini mantıktır. Mantık, en genel ifadesiyle akıl yürütmenin ilkelerini belirlemeye yönelik bir disiplindir ve insana farklı bilgi sahalarına uygulayabileceği bir doğru düşünme yöntemi sağlar. Bu özelliğiyle onu “doğru düşünme bilimi” olarak görmek de mümkündür.
Onun mantık anlamında kullandığı sözcük “analitik” tir. Bu sözcükle kast ettiği şeyse, en genel ifadesiyle, akıl yürütme biçimlerine ilişkin bir çözümlemedir. Öte yandan mantık, doğru çıkarımlar türetme yöntemidir ki, bunun da iki biçimi vardır. İlk biçim olan “tasım”, tümelden yola çıkıp tikele varır ve bu nedenle ona “tümdengelim” de denir. Diğer biçim olan “tümevarım” ise tek tek tikellerden yola çıkarak tümele ulaşır.
Akıl yürütme, son kertede mantığın üç değişmez ve kendiliğinden açık ilkesine dayanır; özdeşlik ilkesi, çelişmezlik ilkesi ve üçüncü halin imkânsızlığı ilkesi.

ARİSTOTELES’İN RUH ANLAYIŞI
Gerek Platon, gerek Aristoteles insanı her şeyden önce ruhsal bir varlık olarak düşünmekteydiler. Platon’a göre ruh (psykhe), en çok bize ait olan şeydi ve kendisinde ruh bulunmayan herhangi bir şeyin iyiliğinden ya da kötülüğünden söz etmek mümkün değildi.
Platon, ruhun üç parçadan meydana gelmiş bir yapı olduğunu düşünmekteydi. Aristoteles’e göre bu tutum, ruhun birliğini tam olarak kavrayamamaktan doğan bir yanılgıdır. Ona göre ruhun farklı parçalarından değil, farklı yetilerinden, güçlerinden (dynameis) söz etmek daha doğrudur.
Aristoteles, bedeni ruhun kendisini dile getirdiği bir araç olarak görmekteydi.
Aristoteles’e göre ruh, bedenin edimselleşmesinden, bedende gizil olan ruhsallığın açığa çıkmasından başka bir şey değildir.
Aristoteles, ruhu sadece insana özgü bir şey olarak görmemekteydi. Ona göre canlı olan her varlık, bir ruh ve bir bedenden oluşan bir birliktir ve insanlarda olduğu gibi bitkilerde ve hayvanlarda da ruhsallık vardır.
Aristoteles ruhsallığın doğa alanındaki görünümlerini birbirleri üzerinde yükselen üç aşamaya ayırmıştır. Beslenme ruhu, bitkilerde, hayvanlarda ve insanlarda ortak olarak bulunurken, duyusal ruh hayvanlarda ve insanlarda, akılsal ruh ise sadece insanlarda bulunmaktadır.
Ona göre ruhun akılsal yanı da kendi içinde edilgin (pasif) akıl (nous pathetikos) ve etkin (faal) akıl (nous poietikos) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Edilgin akıl, bedensel duyularımız, algılarımız, izlenimlerimiz yoluyla sonradan elde ettiğimiz bilgilerimizi içerir. Etkin (faal) akıl ise Tanrı’yı, tanrısal olanı, özü, soyut kavramları, tümelleri kavramamızı sağlayan saf akıldır.
Teorik aklın ilkesi düşünce iken, pratik aklın ilkesi arzu, istek ya da istemedir (irade).

Aristoteles ve De Anima
Aristoteles’e göre ruh ve bedenin bir bileşkesi olan insan, aynen diğer bireysel tözler gibi var olan birincil tözdür.
Yunanca bir terim olan Psyche, literatürde Aristoteles’in kullandığı anlamda, kimi zaman ruh, kimi zaman da canlılık ilkesi olarak çevrilmiştir. Aristoteles’in kullandığı anlamda anima:
•Bedenden ayrılamaz; salt bedenin içinde bulunan bir şey değildir.
• Durağan bir şey değildir; biçimlendirici bir güce sahiptir.
• Yaşamsal işlevlerin tümünü içerir.
• Bedene canlılık veren ilkedir
Ruh canlı olmakla ilgilendirilebilecek bütün işlevlerden sorumlu bir ilkedir. Ruhu bedenin formu, yani maddesel bedene her ne ise o olma özelliğini kazandıran ilke olarak tanımlayan Aristoteles’e göre ruh entelekheia’dır.
Entelekheia tamamlanma ya da mükemmellik durumu, edimsellik, kendini gerçekleştirme anlamına gelen Yunanca bir terimdir. Aristoteles bu terimi, ruhun gizil güç halinde varlığı kendini gerçekleştirmek üzere düzene sokması ve yönlendirmesi anlamında kullanmıştır.
Aristoteles’e göre ruh ile beden arasındaki ilişki maddeyle form arasındaki ilişki gibidir, yani saklı olanağın (potansiyel) olanın gerçekleşmesi, varlığa gelmesidir. Göz bir hayvan olsaydı, görme onun ruhu olurdu.(De Anima, 412b).
Aristoteles farklı yeteneklerine ya da kapasitelerine göre ruhun üç türü olduğunu söyler. En alt düzeyde ruh bitkisel ya da besleyici ruhtur. Aristoteles’ e göre ağaçlar ve diğer bütün bitkiler yalnız beslenme yetisine ya da bitkisel ruha sahiptir (De Anima, 414a).
Hayvanlar “duyumlama yetisine ve dolayısıyla isteme yetisine sahiptirler ve Aristoteles bu nedenle hayvanları ruhun ikinci kademesi, duyusal ruh kategorisine dâhil eder.
İnsanlar ise akıl yetisine sahiptirler, bu farkla hayvanlardan ayrılırlar. Aristoteles bu kategoriye akıllı ruh der.
Dolayısıyla ruh, bütün canlı varlıkların “hayatlarının nedeni ve ilkesidir (De Anima, 415b).
Aristoteles düşünmenin büyük oranda imgelemi içerdiğini, bu sebeple de bedene ihtiyaç duyduğunu söyler. Bitkisel ve hayvani ruh için ise fiziksel bedenden ayrı ve bağımsız bir varlıkları olduğunu iddia etmez. Düşünce, akıl ve hatırlama söz konusu olduğunda iş değişir.
Aristoteles’e göre ruh “akıl” (logos) anlamında ölümsüzdür.
İnsan ruhuna diğer canlılardan farklı olarak “düşünme ve yargıda bulunma” özelliklerini katan nous’tur. Aristoteles’e göre us (nous), ruhun “bilmesini ve anlamasını sağlayan yeti”dir. Us, olanak halinde bir bilme yetisidir ve ancak düşünme etkinliğinde bulunulduğunda gerçeklik kazanır. Böyle bir yeti olarak da “üzerinde yazılı hiçbir şeyin bulunmadığı bir tablet” (De Anima, 430a) gibi olması zorunludur (John Locke’un tüm düşünsel verimi de bu önerme üzerinde yükselir ya da alçalır).
Zihnimiz bilgiye ulaşabilmek için nesneden etki almak, yani duyum bilgisine sahip olmak zorundadır. Aristoteles yalın bir bilme ve düşünme yetisi anlamındaki usa “edilgin us” adını verir (pathetikos nous). Soyutlama yapan yeti olarak us ise “etkin us”tur. Soyutlama yapmak usun gerçek özüdür. Yalnız bu anlamdaki us ölümsüz ve ebedidir, tanrısaldır (De Anima, 430a).
Akıl sahibi olmak da insanın eylemleriyle bağlantılıdır.

Akıl (logos), Aristoteles’e göre, tek tek kişiler için bir olanaklar bütünüdür. Tek tek kişiler, eğer “dış iyiler”den yeterince pay alabilmiş ve yeteri derecede kendilerini eğitebilmişlerse logos’un taşıdığı olanakları gerçekleştirebilirler.

ARİSTOTELES’İN AHLAK VE ERDEM ANLAYIŞI
Platon’un ahlak anlayışı gibi Aristoteles ahlakı da bir mutluluk ahlakıdır. Çünkü insan bireylerinin ve bir bütün olarak toplumun iyiliğini, mutluluğunu amaçlar. İnsanın tüm eylemleri bu en yüksek hedefin elde edilmesi amacına yönelmiştir.
Platon gibi Aristoteles de iyiyi tam olma, yetkin olma, başka herhangi bir şeye ihtiyaç duymaksızın kendi kendine yeterli olma durumu olarak görmekteydi.
“Daima kendisi için seçilme, asla araç olmama” ve “kendi kendisine yetme, hayatı kendisiyle seçilmeye değer kılma”, iyinin ayırt edici iki özelliğidir.
Aristoteles, seçilen amaçlara uygun olarak dört farklı hayat biçimi olduğunu savunmuştur. Haz elde etme amacına yönelmiş olan hayat biçimi, ancak kölelerin ve hayvanların yeğleyeceği bir şeydir. Bunun üstünde, nispeten daha iyi bir hayat tarzı olan onur hayatı vardır. Ama onur, bir onurlandıranın varlığını gerektirdiği için kendine yeterli değildir. Bazı insanlar servet peşinde koşarlar ama servet Aristoteles’e göre asla bir amaç değildir, sadece araçtır. Aristoteles’e göre dördüncü ve en doğru hayat tarzı, insanın doğal amacına ve yapısına uygun olan teorik hayattır.
Aristoteles biri “etik erdemler” diğeri akli yani “dianoetik erdemler” olmak üzere iki tür erdemden söz eder. Biri insanın akli yaşamına işaret ederken, öteki gündelik yaşamdaki edip eylemelerine ilişkindir. Etik erdemler, ruhun arzu ve iştah yetisinden kaynaklanan erdemlerdir.
Bir eylemin ahlaki değer taşıyabilmesi için hiçbir baskı altında olunmaksızın gönüllü biçimde seçilmiş olması, eyleyen kişinin eylemi üzerinde bir bilince sahip olması, yani akli yeterliliğinin bulunması ve eylemin özgür biçimde seçilmiş olması gerekmektedir.
Aristoteles’e göre erdem, aynı zamanda bir seçim sorunudur. Erdem, tercihlere ilişkin bir huydur. Aklı başında bir insanın, aklını kullanarak seçtiği, bizle ilgili olarak orta olanda bulunma huyudur.
Aristoteles, adalet bahsinde sözcüğün iki ayrı anlamını birbirlerinden ayırarak başlar. Adil olan ile kast edilen şey; 1) Yasaya uygun ya da yasal olandır, 2) doğru ve eşit olandır. İlk anlam adaletin tümel, evrensel kullanımına karşılık gelir. Devlet ve devletin oluşturduğu hukuk sistemi adaleti ve haklı olanı tanımlayıp kurduğuna göre, yasaya uymak hiç kuşkusuz kişiyi adil kılacaktır. Ama sözcüğün ikinci kullanımı, yani doğrulukla eş anlamlı olan kullanımı özel ya da tikel adalet olarak adlandırılır. Bu da kendi içinde ikiye ayrılır; 1) “Dağıtıcı” ya da “pay edici” adalet, 2) “Düzeltici” adalet.
Dağıtıcı adalet sitenin ya da toplumun gelir ya da ganimetlerini yurttaşlar arasında adil biçimde pay etmek esasına dayanır.
Düzeltici adalet ise ya satın alma, borç verme gibi, kişinin kendi rızasıyla girdiği işlerde uğradığı haksızlıkların düzeltilmesi ya da hırsızlık, yaralama, dolandırıcılık gibi kendi iradesi dışında yaşadığı haksızlıkların düzeltilmesi esasına dayanır.

ARİSTOTELES’İN TOPLUM VE SİYASET ANLAYIŞI
Aristoteles’e göre insan kendi amacına, iyisine, mutluluğa ancak toplum ve devlet düzeni içinde erişebilir. Devletin varoluş amacı da insanın mutluluğundan başka bir şey değildir.
Aristoteles, “Politika” isimli eserinde ideal bir site devletinin nasıl olması gerektiğini uzun uzadıya tartışmıştır. Ona göre devletin doğası benzer olmayanların oluşturduğu bir çokluktur. Aristoteles’e göre ideal site düzeni farklı sosyal sınıfların bir araya gelerek oluşturduğu bir yapıdır. Bu esas üzere site; çiftçiler, zanaatkârlar, askerler, zengin tüccarlar, din adamları ve yargıçlardan oluşur.
Aristoteles çiftçilerin gerekli boş zamanı edinemeyeceklerini, zanaatkârların ve tüccarların ise yaptıkları iş gereği erdeme yatkın olmadıklarını savunarak bu üç sınıfın yurttaşlık hakkından mahrum bırakılmalarını savunmuştur. Askerler, din adamları ve yargıçlar ise sitenin gerçek anlamda parçalarıdırlar ve bu nedenle ülke yönetiminde de söz sahibidirler

Siyasi Rejim Türleri
İyi işleyen siyasi rejimler tek bir bilge adamın idaresine dayalı olan krallık, bilgelerden oluşan küçük bir grubun idaresine dayalı olan aristokrasi ve iyi eğitilmiş yurttaşların işlettikleri bir çoğunluk rejimi olan politidir. Krallık yozlaştığında tiranlığa, aristokrasi yozlaştığında oligarşiye, politi yozlaştığında demokrasiye dönüşür.
---
İLKÇAĞ FELSEFESİ
Yard. Doç. Dr. Serdar Uslu
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 1944
Ağustos 2009, Eskişehir
-
Zihin Felsefesi
Doç. Dr. Kamuran Gödelek
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2337
Ocak 2013, Eskişehir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder