26 Nisan 2015 Pazar

Ernst Cassirer - Sembolik Formlar Felsefesi - Dil

Ernst Cassirer - Sembolik Formlar Felsefesi
1. kitap: Dil


Sembolik Form Kavramı ve Sembolik Formların Sistematiği

Düşünce artık varlığın yanında doğrudan doğruya ortaya çıkmaz: Varlığıniçsel formunu, onun "üzerine" düşünme değil, tam tersine, düşünmenin kend içsel formunu/formu belirler. (s.17)

"Kendinde Şey olarak varlık, kendi metafiziksel birliği çok sıkı biçimde korudukça, aynı ölçüde bilmenin tüm imkanını uzaklaştıran ve nihayet tümüyle bilinmezlerin alanına sürgün edilen bir "X"e dönüşür. (s.20)

Sembolik formlar, yani bilgi, sanat, din ve mitos, içlerinde kendinde bir gerçekliğin zihne kendini gösterdiği farklı yapılar değildir; zihnin kendini nesneleştirirken, yani kendini bildirirken izlediği yollardır. Sanat ve dil, mitos ve bilgi bu anlamda kavranınca, buradan genel bir kültür bilimleri felsefesine yeni bir giriş yolu açan problem de ortaya çıkar. (s. 22)

Dini bilinç de -kendi nesnesinin hakikat oluşundan, "gerçekliğinden" o kadar çok emin olmasına rağmen- bu gerçekliği, sadece daha alt bir kademeye, saf bir mitolojik düşünme kademesine indirip yalın bir nesnel varoluş haline getirir. (s. 25)

Dini bilinç, bir kendi-tavır alma biçimidir,...
Felsefi düşünme bütün bu yönelişlere karşı çıkar. (s. 25)

Zihinsel kültürün farklı ürünleri, dil, bilimsel bilgi, mitos, sanat, din öyle şekillenirler ki, onlar, tüm kendi içsel farklılıklarına rağmen, tek bir büyük problem bağlamının parçası haline, tüm bir amaçla ilgili olan çeşitli hamleler haline dönüşürler: Zihni geçici olarak tutuklayan salt pasif izlenimler dünyasını saf bir zihinsel ifade dünyasına dönüştürürler. (s. 26)

Kavram, zihnin somut gerçekliğini ifade eden araç olduğu gibi, ayrıca onun bizzat kendi tözüne ait unsurdur. (s. 30)

İşaretin Genel Fonksiyonu ve Anlam Problemi
İşaret, düşüncenin en önemli parçasıdır.
Düşünme, sembol ve işaret kullanımına dayanır.

Bilginin temel ilkesi daima özelde seyredilebilmesinde, özelin daima genel açısından düşünülebilmesinde duyulabilir, görülebilir hale gelir. (s. 33)

Düşünme olarak telakki ettiğimiz zihnin özü, bize kendini, sadece zihnin duyusal malzemeyi biçimlendirmeyle başladığında sunabilir.

Mitosta bir şeyin ismiyle o şeyin kendisi ayrılmaz bir biçimde birleşmiştir. Sırf söz ya da sembol, büyülü bir gücü kendi içinde bulundurur ki, bu güç vasıtasıyla şeylerin özü bize kendini verir. (s. 37)

Biz formları yalın ürünler şeklinde verilmiş bir dünyaya sokamayız; aksine onları, varlığın kendine özgü bir bölümlenişinin gerçekleşmesini sağlayan fonksiyonlar olarak kavramak zorundayız. (s. 41)

Dil dahaziyade, özellikle uyarım ve duygu birbirine bağlandığı ve böylece, ben ve dünyanın şimdiye kadar verilmemiş olan yeni bir sentezi oluşturduğu zaman ortaya çıkar. (s. 43)

Temsil Problemi ve Bilincin İnşaası

Her tek bilinç varlığı sadece, bilinç bütünün bu varlığın içinde aynı zamanda herhangi bir form içinde bir arada bulunması ve temsil edilmesi suretiyle, kendi kesinliğine sahip olur. (s. 51)

Bilinçteki her varoluş, bilincin işte böyle farklı türden sentez sistemlerinde kendini aşmasından ibarettir ve sadece bilincin bu yönelişlerde kendini aşmasıyla mevcut olur. (s. 60)

Çokluk bir de olduğu gibi bir de çokluktadır.

İşaretin Düşünsel Anlamı, Taklit Teorisinin Aşılması
Bilincin dilde, sanatta, mitosta oluşturduğu keyfi işaretleri kavramak istiyorsak... "doğal" sembollere geri gitmek zorundayız. (s. 61)

Dilin görevi tasarımlarda varolan farklılıkları ve belirlemeleri... bir şekilde görülebilir ve bilinebilir yapmaktadır. (s. 63)

İşaret, bilincin sırf "madde"den maddenin zihinsel "form"una geçmek için oluşturduğu bir aracıdır. İşaret, kendini gerçek duyusal ölçüler olmaksızın ortaya koymak için, deyim yerindeyse, anlamın sarf ve bayıltıcı havasında dolaşmak için, bilincin sırf ayrıntılarını, onu karmaşık toplu hareketlerini ifade etmez, anlatım yeteneğini kendi içinde taşır. (s. 66)

Her bilinç bize kendini zamansal olup bitme formunu sunar, fakat bu olup bitmenin ortasında artık "şekil verme"nin belirli alanları ortaya çıkmalıdır. O halde süreklilik ve sürekli değişim unsurları birbirine geçmeli ve birbirine karışarak kaybolmalıdır.
Çünkü bilincin sembolik ürünlerde sürekli değişimi ve sürekliliği birlikte gerçekleştirmesinde, "zihinsel olan"ın duyusal olan'ın yerine geçmesi ya da önceliği söz konusu değildir; tersine, burada bizzat duyusal olan malzemede zihinsel temel fonksiyonların görünmesi ve sırlarını bildirmesi söz konusudur. (s. 68)

Biz "gerçeklik" olarak adlandırdığımız şeyi yalnızca bu dünyalar vasıtasıyla gözlemleriz ve ona bu dünyalar içinde sahip oluruz. Çünkü, kendini zihne açan en yüksek gerçeklik, nihayetinde onun kendi eyleminin formudur. Bundan böyle zihin, bizzat kendi faaliyetlerinin topyekününde ve bu faaliyetlerden her birinin belirgin hale gelmesini sağlayan özel kurala bilgisinde; ayrıca bütün bu özel kuralları, tekrar bir çözüm ve bir görev birliği için birleştiren ilişkinin bilincinde, bunların hepsinde bizzat kendisinin ve gerçekliğinin temaşasına sahip olur. (s. 69)

Biz sembolik olana, yani işaret edene yönelişte ne kadar ileriye gidersek, saf sezginin başlangıcından o kadar çok ayrılırız.

İnsan bilgisi gerçi sembollere ve işaretlere asla muhtaç değildir; ama bilgi şimdi böylece, mükemmel ve ilk-örnek olarak ilahi anlama yetisi modeline karşıt olan insani bilgi olarak, yani sınırlanmış bilgi olarak karakterize edilmiştir. (s. 71)

Her kültür, belirli zihinsel sembol dünyalarının, belirli sembolik formların oluşmasıyla etkili biçimde meydana çıktığına göre, felsefenin amacı, bütün bu oluşumların arkasına doğru gitmek değil, daha ziyade oluşturulanları, onları biçimlendiren temel ilkeler içinde anlamak ve bilmekten ibarettir.

Zihnin özünün bütünlüğü, onun üretimlerinin bütünlüğüne zarar verilmesinde değil, öncelikle üretim bütünlüğünün korunmasında ve onaylanmasında ortata çıkar. (s. 73)

Dil Formunun Fenomenolojisi Üzerine, Felsefe Tarihinde Dil Problemi, Felsefi İdealizmin Tarihinde Dil Problemi - Platon, Descartes, Leibniz

Kelime bir işaret ve ad, varlığın zihinsel bir sembolü değil, tersine varlığın bizzat reel bir parçasıdır. (s. 76)

Dilin mitik olarak kavranışı, tek tek kelime ve büyüsel deyimlerin taşıdığı özel güç fikrinden, gitgide bütün olarak kelimenin, "konuşma"nın sahip olduğu genel bir gizli, güç düşüncesine yükselmek suretiyle, aynı yönde ilerlemeyi sürdürür.
Dil kavramı bu mitik formda ilk önce birlik olarak tasarlanır.
Veda dini için kelimenin manevi gücü, dil gelişiminin kaynağı olan temel motivlerden birini teşkil eder... Rigveda'da bile kelimenin efendisi, her şeyi besleyen güçle, bedenle aynı konumlanır ve her şeye kuvvetle hükmedici olarak gösterilir. (s. 77)

İlk önce Grek kurgusunda ortaya çıkan "logos" kavramı, ilk bakışta, göksel sözün mutlak kudretinin ve heybetinin mitik şekilde kavranışıyla adeta ikizmişcesine sıkı biçimde bağlanmış gibidir. Çünkü burada da kelime sonsuz ve ölümsüz bir şeydir, burada da varolanın mevcudiyetinin/mevcudiyeti ve birliği onun parçalanamazlığına ve birliğine dayanır. Herakleitos'e göre "logos" her şeyin düzenleyicisi haline gelir. (s. 78)
Dilin içinde, bizim onu inceleyişimize göre, sadece varlığın tesadüfi ve tikel bir kavranışı veya gerçek bir kurgusal ve genel kavranışı ifade edilmiş haldedir.
Dilin logos'unu sadece bir form içinde -ki bu formda logos kendini tek kelimde temsil eder ve yeryüzüne iner- incelersek, o zaman her kelimenin, işaret etmek istediği nesneyi daha ziyade sınırladığı ve bu sınırlamada onu yaraladığı görülür. (s. 79)
Çünkü, var olanda karşıt olarak ortaya çıkan şey, dilin ifadesinde çelişki haline gelir ve varolanın gerçek yasasını ve iç yapısını dilde temsil etmek, sadece böyle bir konumlama ve ortadan kaldırma, söz ve itiraz şeklindeki değişim oyununda gerçekleştirilir. Böylece, Herakleitos'in dünyanın temel düşünülüşü ile ilgili üslubunun çok deruni "karanlıklı"ğı tesadüfi ve keyfi olmayıp, bizzat düşüncenin upuygun ve zorunlu ifadesidir. (s. 80)
Dünyayı biçimlendiren logos'un yeterli mevcudiyeti, sadece kendi gerçek sınırlarını her zaman adeta kıran hareketli ve akıcı dil kelimesinde kendi karşı sembolünü bulur. (s. 81)
Dil kendi içinde, bizzat onun içine atılmış halde olan, sembolde ve benzetmede sezilerek çözülebilecek bir anlam taşır. (s. 81/82)
Sofistlerin kelimelerin çok anlamlılığıyla kurdukları güçlü oyun, şeyleri onun eline teslim eder ve onlara, şeylerin kesinliğini, zihnin serbest hareketi içinde eritme izni verir.
Sofizm nasıl kelimede çok anlamlılık ve keyfilik unsurunu yakalar ve onu öne çıkarırsa aynı şekilde Sokrates'de kelimede elbette onun içinde olgu olarak verilmiş olmayan ama onun içinde gizli talep olarak bulunan kesinliği ve tek anlamlılığı yakalar. (s. 82/83)
Dil, bilginin ilk başlangıç noktası olarak tanınır. Fakat dil artık böyle bir başlangıç noktasından daha fazla bir şey değildir. (s. 86/87)
Dilin gerçek gücünü oluşturan şey daima dilin gerçek zayıflıklarına da işaret eder ki bu zayıflıklar, dili en yüksek gerçek felsefi bilgi içeriğini anlatabilme yeteneğinden uzaklaştırır. (s. 89)

Empirizm Sisteminde Dil Probleminin Konumlanışı - Bacon, Locke, Berkeley

Kendisiyle açık bir anlamı bağlayabileceğimiz bir şeyin "doğa"sı kavramı mutlaka bir anlama değil, sadece göreli bir anlama sahiptir.
Bir şeyin doğasını belirlemek, bizim için sadece o şeyde içerilmiş olan ve unsur olarak tümel tasarımına giren yalın fikirleri geliştirmek anlamına gelir. (s. 101)

Felsefenin her yönelişi, ilk önce bir dil eleştirisi üzerine inşa edilmelidir; bu yenilenme nesneden önce, şeylerin insan zihnini öteden beri yakalayıp hapsettikleri yanılgısını ortadan kaldırmalıdır. (s. 104)

Berkeley, dilin bilgi ve hakikat içeriğini ortadan kaldırmaya çabalamış, insan zihninin her yanlış düşünme ve yanılgısının temelini dilde görmüş; Hobbes'ta ise, dile sadece hakikat değil, ayrıca tümel-hakikat tahsis edilmiştir. Hobbes'un hakikat kavramı, hakikatin şeylerde değil, sadece ve yalnızca kelimelerde ve kelimelerin kullanımında bulunduğu, şeklindeki tezle hakikat kavramı nesnelerde değil, işaretlerde bulunur teziyle zirveye çıkar. (s. 105)
Hobbes'un genel minimalist görüşüne göre, dil sadece, aynı zamanda soyut bilginin şartlı, ayrıca her hakikatin ve her genel geçerliliğin kaynağı olduğu ölçüde, yanılgının(da) kaynağı olur. (s. 106)

Başlangıçta metafiziğin eşiğinde geriye gönderilen dil, en sonunda sadece metafiziğin etkinlik alanına girmekle kalmaz, ayrıca dil bu metafiziğin formunu kesin şekilde ve esaslı biçimde belirler de. (s. 107)

Fransız Aydınlanma Felsefesi

Dil incelemesinin merkezi sadece mantıktan psikolojiye doğru değil, ayrıca estetiğe doğru da çekilir. (s. 110)

Form hiçbir zaman maddeden üretilemez; tersine form oluşmamıştır ve ölümsüzdür; oluşmamış ve ölümsüz olarak mevcuttur; çokluğa kendi damgasını vurmak suretiyle ona kendi belirli yapısını ödünç veren saf fikri bir birlik ve bu birlik olarak mevcuttur.
Gerçek sanatçının kendi eserinde sergilediği şey, empirik tesadüfi özelliği ve tesadüfi varlığı değil, bu içteki zihinsel ölçüdür. Böyle bir sanatçı gerçekten ikinci yaratıcıdır, gerçek bir Prometheus ve Jüpiter'dir. (s. 113)

Dil, sanat gibi sırf bir zihin eseri olarak düşünülmekten çok, zihnin kendine özgü bir formu ve "enerjisi" olarak düşünülmelidir. (s. 117)

Duygulanım İfadesi Olarak Dil - "Dilin Kaynağı Problemi" - Vico, Haman, Herder, Romantikler
Vico'da dilin ilk kelimelerini yalnızca geleneksel konumlamalara dayandıran öğretileri yararsız bularak, kelimeler ve onların anlamları arasında 'doğal' bir ilişki talep eder. (s. 121)
Dil, konuşma dinamiğine, konuşmanın kendisi ise, tekrar hissetme ve etkilenim dinamiğine dayandırılır. (s. 123)

Akıl, dildir, söz"dür (Logos)
Demosthenes

Dil bizzat bilincin sentetik inşaasındaki bir faktördür ki bu faktör sayesinde duyusal alımlamaların dünyası bir seyir dünyası halinde biçimlenir: Bu nedenle dil imal edilen bir eşya değil, bir zihinsel üretme ve oluşturma kesinliği ve biçimidir. (s. 128)

"Bireysel form" kavramı, organik yaşantıyı açıklamak amacıyla Leibniz tarafından oluşturulmuştur. Herder vasıtasıyla bu kavram zihinsel varoluşun tüm boyutlarına yayılmış, doğadan tarihe, tarihten sanata ve sanat biçimlerinin ve sanat üsluplarının somut incelemesine taşınmıştır. (s. 130)

Wilhelm von Humboldt
Dil, insanın kendine ayrılmış bir bireyselliğe sahip olmadığını, ben ve sen'in birbirini karşılıklı olarak talep ettiklerini ve aynı zamanda ayrılma noktasına kadar geriye gidilebilirse, Ben ve Sen'in gerçekten özdeş kavramlar olduklarını ve bu anlamda, zayıf, yardıma muhtaç ve düşkün bireylerden, insanlığın ilk atalarına kadar, bireyselliğin çevresinin varolduğunu gösteren en parlak belirti ve en kesin kanıttır. Aksi takdirde her anlama sonsuza kadar "imkansız" olacaktır. (s.133)
Nerede, ne zaman ve nasıl yaşarsa yaşasın, birey kendi bütün neslinin ayrılmış bir parçasıdır ve dil, bu sonsuz, bireyin kaderini ve dünyanın tarihini düzenleyen ilişkiyi kanıtlar ve sürdürür. (s. 133)

Wilhelm von Humboldt, İnsan Dillerinin Yapısının Farklılıkları Üzerine
Dillerin farklılığı, seslerin ve işaretlerin bir farklılığı değil, bizzat dünya görüşlerinin farklılığıdır. (s. 136)
Yargı, Kant'da, verilmiş bilgileri tamamlayan nesnel birliği haline getirme niteliğinden başka bir şey değildir. (s. 139)
August Schleicher ve Doğabilimsel Dil Anlayışına İlerleyiş
Schleicher ilk büyük eseri "Karşılaştırmalı Dil Araştırmaları'nda (1848) dilin gerçek doğasının, zihinsel yaşantının sesli-hecelenen ifadesinin doğası olarak anlam ve ilişki ifadesinin, birbiriyle birlikte bulunuşları bağıntısı içinde aranabileceğinden hareket eder. Her dil, anlam ve ilişkiyi ifade etme şekli ve niteliğiyle karakterize edilir. (s. 142)
Anlam, maddi olandır, köktür; ilişki ise formel olandır ve kökte karalaştırılmış değişimdir. (s. 143)
Geçmiş gerçekleştiğinde zihin artık sesi üretmeyip, sesin karşısında ortaya çıkınca ve onu kendi vasıtası olarak kullanınca, dil daha fazla gelişemez ve artık git gide aşınır. Dil oluşumu, o halde, tarih öncesine, buna karşılık dillerin çöküşü tarihsel zamana tesadüf eder. Bundan dolayı, evren ruhu için doğa ne ise insan zihni için de dil odur; yani onun başka varlığı durumudur. (s. 145)

Modern Dilbilimin Temellendirilmesi ve Ses Yasaları Problemi
İnsan konuşmasında yaşayan ruh, cümleyi, cümle parçasını, kelimeyi ve sesi kurar. (s. 157)
Duyusal İfade Aşamasında Dil - İfade Hareketi Olarak Dil-İşaret ve Kelime Dili
Her yeni form, dünyanın yeni bir inşaasını ifade eder. (s. 161)
Taklit, bütün serbest zihinsel etkinlik formlarının karşıtını oluşturur. Taklitte ben, dıştaki etkinin ve onun özelliğinin içinde tutuklanmış kalır; ben dış etkiyi, tüm gerçek kendiliğindenliği işlemez hale getirecek şekilde ne kadar çok tekrarlarsa, taklit kendi amacına o kadar mükemmel erişir. (s. 168)

Mimiksel, Benzerliğe Dayalı ve Sembolik İfade
Temel kabul, bilginin görevinin şeylerin özünü aksettirme ve kopya etme; dilin görevinin, bilginin özünü aksettirme ve kopya etme olmasıdır ki, dilin değerinin reddedilmesi gibi, savunulmasında da, bu temel kabulden hareket edilir. (s. 174)
"Gönül konuşursa, o zaman konuşan artık gönül değildir" (s. 176)
Her formun anlamı, söz konusu formun ifade ettiği şeyde değil, sadece ifadenin içteki yasallığında ve kipinde, biçiminde ve niteliğinde aranabilir. (s. 178)
Sesin arandığı şey, duyusal etkiye alabildiğince yaklaşmak ve bu etkinin çok çeşitliliğini, mümkün olduğu kadar ona uygun şekilde taklit etmektir. (s. 180)
Görsel İfade Aşamasında Dil - Mekan ve Mekansal İlişkilerin İfadesi
Dil için, doğrudan doğruya mekan kelimelerinin oluşması, benin ve onun başka öznelere karşı sınırlanışının işaret edildiği ortam haline gelir. (s. 212)

Zaman Bildirimi
Dil kendine açılan her yeni anlam çevresi için yeni bir ifade vasıtası oluşturmaz; tersine, dilin gücü işte belirli bir verili malzemeyi farklı şekillerde biçimlendirmeye, bu malzemeyi içeriksel olarak değiştirmeksizin, başka bir görevin hizmetine vermeye ve böylelikle malzemeye yeni bir zihinsel form dalgalanmaya muktedir olmasından ibarettir. (s. 216)
Sayı Kavramının Dilsel Gelişimi
Dil, içinde sayı kavramına bulunduğu zihinsel -akılcı- çerçeveyi, kendinden doğru tam olarak dolduramaz ve aşamaz ama, onu boyutuna göre, geçebilir ve böylelikle, onun içeriğinin ve sınırlarının belirlenişini dolaylı olarak hazırlayabilir. (s. 235)
Dil, mekansal nesnelerin ayrılığından hareketle, bu nesnelere ilişkin ve onların çokluğunun ifadesine; zamansal fiillerin ayrılığından da, nesnelerin özelleşme ve ayrılıklarının ifadesine erişir. (s. 249)

Dil ve İçteki Seyir Alanı - Ben Kavramının Aşamaları - Dilsel İfadede "Öznellik"in Ortaya Çıkışı
Latince persona kelimesi, esas itibariyle oyuncunun maskesi ya da yüzü anlamına gelirse ve bu kelime, Almanca'da uzun süre, dıştan görüneni, yani bir tek varlığın vücut yapısı ve endamını göstermek için nasıl kullanıldıysa, buna benzer şekilde mesela İbranice'de, dönüşlü zamir sadece ruh ya da kişi gibi kelimeler vasıtasıyla değil, aynı zamanda yüz gibi, et ya da kalb gibi kelimeler vasıtasıyla ifade edilir. (s. 267)
Dil adeta, varoluş formlarının eylem formlarıyla, eylem formlarının varoluş formlarıyla ilişkilendirilmesini ve her ikisinin birbiriyle zihinsel ifade birliği halinde karıştırılmasını sağlayan bir merkez-dünya oluşturur. (s. 277)

Şahıs ve İyelik İfadesi
Dil tarihine ait olgular, dildeki ben kavramının gerçek ve kesin oluşumundan önce, "ben" ve "benim", "sen" ve "senin" vs. ifadelerinin henüz daha ayrılmadığı bir ilgisizlik durumunun olduğunu göstermektedir. (s. 279)
Şeysel olmayanın ifadesi olarak "ben", gerçek anlamda ele alındığında, "kendi kendisiyle saf özdeş" olarak kavranmalıdır. (s. 282)
Ben asla gerçek ve tasarımlanabilir ya da gözlenebilir içerik değildir; tersine, Kant'ın ifadesiyle, yalnızca "tasarımlar, hakkında sentetik bilgiye sahip olmak"tır. Bu anlamda, tasarlayan her ben, somut içeriği boşaltıyor gibi göründüğü için, "her şeyin altındaki en yoksul" bendir. Fakat tasarım bu içerik boşluğunda, elbette aynı zamanda kendi içinde tamamen yeni bir fonksiyon ve tamamen yeni bir anlam taşır. (s. 286)

İsim ve Fiilden Oluşan Dil İfadesi Tipi
Düşünmenin yolu gibi dilin yolu da, bilinenden bilinmeyene, duyusal algılanandan sırf düşünülmüş olana, "fenomen"den "numen"e gitmelidir. Bundan dolayı, fiilin ve fiil yerine geçen özel kavramların işareti, töz işaretlerinden ve dilsel isimlerden zorunlu olarak önce gelmelidir, Raul de la Grasserie (s. 288)
Dilsel işaret, varoluşa değil, değişime vurgu yapar. (s. 298)
...dilin oluşumu kendi başlangıcını fiilden alır; fakat fiilin kendisi nesnel seyir alanında varlığını sürdürür. (S. 302)

Soyut Düşünmenin İfadesi Olarak Dil - Dilsel Kavram ve Sınıflama Oluşumu - Niteleyici Kavram Oluşumu
Nominalizmde doğruluğun kendisi mantıki değil, daha ziyade dilsel bir belirleme haline gelir. Gerçeklik kavramı objelerde değildir. Doğruluk, şeylerin bilgisinde, hatta fikirlerde bulunabilen bir uzlaşmaya değil, kesinlikle işaretlerin, özellikle ses işaretlerinin bağlanışıyla ilişkili olan bir uzlaşmaya karşılık gelir. (s. 305)
Soyutlama süreci sadece, kendi içinde herhangi bir şekilde belirlenmiş ve etiketlenmiş, dilsel ve düşünsel olarak düzenlenmiş olan içeriklerde gerçekleşebilir.
Düşünme kavramın en son kaynağına erişmek için, daha derin bir tabakaya nüfuz etmek, bizzat kelime oluşumu sürecinde etkin biçimde kendini gösteren ve tüm tasarım maddesinin alt düzeni için belirli dilsel sınıflama kavramları altında kesinlikle bulunan birleştirme ve ayırma motivlerini aramak zorundadır. (s. 308)
"Kelime, kendinde nesnenin değil bu nesnede ruhtan üretilen imgenin kopyasıdır." (s. 314)
İnsan kendi eylemini ve istemesini bir noktaya yöneltince, bilinç o noktaya yönelip yoğunlaşınca, insan, işaret etme süreci için, adeta ilk defa olgun hale gelir.
Bilinç o zaman... bir gelecek tasarımına müdahale eder. (s. 316)

Dilsel Sınırlama Oluşumunun Temel Yönleri - Mantıki İlişki İfadesi Olarak Dil - Yargı Alanları ve Bağıntı Kavramları
Gerçek varlığı sırf akılla kesinleştirme kavgasını Parmenides, kesinlikle apaçık bir görev kabul etmiştir. Acaba Eleacılığın bu gerçek varlığı, mantıki karar verme anlamında tam manasıyla temellenmiş midir? Bu varlık yalnızca, her geçerli bildirimin temel formu olarak bildirme eki έστι(-dır, dir)'a karşılık gelmekte midir? Ya da bu varlığa, başka bir ilk anlam, varlığın 'çok iyi yuvarlaklaştırılmış bir küre' düşüncesiyle karşılaştırılabilme zeminini sağlayan somut bir ilk anlam sinmiş midir? Parmenides, alışılmış duyusal dünya kavrayışının zincirlerinden olduğu gibi dilin zincirlerinden de kurtulmaya çalışır. (s. 359)
Fichte, tüm felsefelerin ilk ve kesinlikle şartsız temel önermesi olarak A, A'dır önermesinin, 'tüm bilim öğretilerinin temeli'ne yerleştirilmesiyle -dır'ın yalnızca mantıki bildirme eki anlamına sahip olduğu bu önermede, A'nın varoluşu ya da var-olmayışı üzerine önemli söz söylediğini ekler. Yüklemsiz bulunan varlık, bir yüklemle birlikte var olmaktan tamamen başka bir şey ifade eder. A, A'dır önermesi sadece eğer bir A veya diğer bir A varsa iddia edilir; buna karşılık bu önermede, A'nın olması ya da olmaması hemen hemen hiç sorulmaz. (s. 360/361)

Türkçeleştiren: Milay Köktürk
Hece Yayınları
2000, Ankara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder