26 Nisan 2015 Pazar

Ernst Cassirer - Sembolik Formlar Felsefesi - Bilginin Fenomenolojisi

Ernst Cassirer - Sembolik Formlar Felsefesi
3. kitap: Bilginin Fenomenolojisi
1. Bilginin Maddesi ve Formu

            
Sembolik formlar felsefesi, farklı yansıtma araçlarının kendine özgü doğasını tanımak ve onlardan her birini, onların kendi iç yapısında egemen olan ilkelere ve onların kendi özelliğine göre gözleyip anlamak ister. (s. 13)

"Düşünce ile onun yöneldiği nesne aynı şeydir" Parmenides (s. 14)

Nesne ile öznenin özdeşliği, birinin diğerinde yok olup gitmesi, bilginin gerçek amacı olarak gösterilir.

Esse = (varolmak) = Percipi = (algılamak) (s. 15)

Dil, kendileriyle belirli bir anlamın birleştiği resimler ve ses sembolleri dünyasında yaşar. (s. 31)

2. Sembolik Bilgi ve Nesne Dünyasının İnşa İçin Anlamı
Felsefe kavramı, ilk önce dilsel ve mitik kavramlarda kendini gösteren dünya görüşü terk edilip ilkesel bakımdan aşıldığında tam berraklık ve kuvvet kazanmıştır. Felsefenin mantığı öncelikle bu aşma / aşama biçimi içinde kurulur. Bu mantık kendi olgunluğuna erişmek için, öncelikle dilsel ve mitik dünyayla hesaplaşmayı ve her ikisine diyalektik olarak karşı koymayı gerektirir. Felsefe kendi hakikat ve varlık kavramının belirlenişine ve konumlanışına, sadece bu yolla erişmiştir. (s. 34)

3. İç Deneyim Doğrudanlığı - Psikolojinin Konusu
Her bilme, bir bütüne basitçe sahip olmakla değil, tam tersine bütünün, göreli yalın unsurlardan inşa edilmesinde yatar. (s. 47)

Her dağınık oluş, aşağılıktır. (s. 58)


4. Modern Metafizikte Sezgisel ve Sembolik Bilgi
Metafiziksel anlamdaki bilgi, sadece mekansal sembollerin zorlayıcılığından kendini kurtaran, varolanı artık mekansal benzetmeler ve sembollerle kuşatmayıp, varolanın ortasında bulunan ve saf biçimde bu varolanın içine bakışta varlığını sürdüren bir bilgidir.
Bergson'un öğretisinin temel anlayışı, bu cümlelerde özetlenmiş olan görüşlerdi. Bergson'un kendisi, düşüncelerinin doğuşunu en açık biçimde gösteren yazılarının birinde, problemi şöyle formüle etmiştir; "metafizik sembollere dayanmadan varolabilme talebinde bulunan bilimdir". (s. 61)

Bergson'un öğretisi, bu anlayışla, metafiziğin tarihinde zaman zaman ortaya çıkmış olan ve her türlü sembolik şekil vermenin haklılığına ve değerine karşı net tavrı takınan görüşler içinde, belki en kökten reddiye haline gelmiştir.

Bergson'un sembolik eleştirisi, her türlü sembolik biçim vermenin sadece bir aracılık süreci olarak değil, aynı zamanda bir şeyleştirme süreci olarak görülmesi üzerine temellenir. Bergson'da şey formu, gerçekliğin 'dolaylı' kavranış biçiminin ilk örneği olarak ortaya çıkar. (s. 62)

Bergson için her 'basılı form', hayatın düşmanı olarak ortaya çıkar. Çünkü hayat asıl sınırsızlık iken, form asıl sınırlandırmadır. Böyle bir yaşantı haraketi göreli destek noktalarından başka hiçbir şeyi tanımazken, form bitmişlik ve durmuşluk olur.

Bergson'un görüşü, vitalizmi mekanizmin karşısına, 'öznedeki doğa'yı nesnedeki doğa'nın karşısına yerleştirir. (s. 63)

Bergson'un metafiziği, sadece bütün bilme formlarının eşitlenmesinde yakalanabilecek olan yaşama olgusundan hareket eder. (s. 65)

İfade Fonksiyonu ve İfade Dünyası - 1. Öznel ve Nesnel Analiz
İşaretlerin dünyasına geri dönüş, düşüncenin kendi gerçek dünyasını, fikir dünyasını ele geçirişini sağlayan kesin adımın hazırlık aşamasını teşkil eder. (s. 70)

Dil, yalnızca soyut düşünme formu olarak kavranamaz, o ayrıca somut yaşantı formu olarak da anlaşılmalı ve nesnelerin değil de kavranan ruh halinin farklılığının sebebini açıklamalıdır. Bu değişim sadece kendimizi psikolojinin sevk ve idaresine terk etmemiz suretiyle mi mümkün olabilir? (s. 77)

Algı Bilincinin Temel Unsuru Olarak İfade Olgusu
Algıyı anlamak onu gerçeklik bilgisinin inşaasındaki özel parça olarak kavramak ve dünya nesne hakkındaki tüm bilgimizin ilişkisi'nin dayandığı fonksiyonların topyekünü içinde ona uygun olan yeri tahsis etme anlamına gelir. (s. 89)

Mitos karşımıza, özellikle belirli bir içyapı ve düzene sahip olan ama gerçekliğin düzeninin henüz 'şeyler'e ve 'özellikler'e göre tanımlandığı bir dünya koyar. Burada daha ziyade bütün varlık biçimleri, henüz kendine özgü bir 'akılcılık'a sahiptir. Bundan dolayı onlar, bir diğerinden ayrılmaksızın farklılaşır. Bu varlık görüntülerinden her biri, adeta her an içinde, görünüşte tamamen karşıt olması gereken başka bir varlık görüntüsüne dönüşmeye hazırdır. Mitik 'dönüşüm' hiçbir mantıki özdeşlik yasasına bağlı değildir. (s. 90)

Mitos ve algı, tümüyle birbiri içinde gelişir ve birbiriyle doğrudan 'somut' bir birlik halinde kaynaşır. Mitos üzerine düşünüldüğünde değil, gerçekten mitosun içinde yaşandığında, mitik 'hayal gücü' dünyası ile 'esas' algı gerçekliği arasında hiçbir çizgi bulunmaz. Mitik ürünler buradan / burada doğrudan doğruya dolaysız ve tam algının renklerini taşırlar. Diğer taraftan algının kendisi, mitik biçimlendirmenin aydınlığına batmış gibidir. (s. 91)

Mitik bilinç, varlık hakkında görüşe bakarak hüküm vermez, aksine o varlığa, görünüşün içinde sahiptir. Bu bilinç görünüşün arkasına çekilmeyip, görünüşün içinde ortaya çıkar. O görünüşte kendini perdelemez, tam tersine görünüşün içinde kendisi olarak var olur. (s. 100)

İfade anlamı, algının kendisine sinmiştir ve algının içinde kavranıp deneyimlenir. Mitik dünyanın belirli ayırıcı özellikleri, bu temel deneyimden hareketle tam aydınlığa kavuşur. Belki de mitik dünyayı teorik bilincin dünyasından en net biçimde ayıran şey, mitik dünyadaki kendine özgü önemsizliktir ki, bu önemsizlikle o, teorik bilinç dünyasının en önemli anlam ve değer ayrımlaşmalarına karşıt durumda bulunmaktadır. Mitik dünya için, herhangi bir uyanık yaşantıdaki içerik gibi bir rüya yaşantısının içeriği de çok önemlidir.
...varlık sebep olan şey değil, kendi yalın varoluşu içinde 'olan' şeydir ve bu varoluşta kendini bildiren şey olarak, kesinlik / kesin şekilde mevcuttur. (s. 101/102)

Mitos, asla nesnel dünya tablosunun öznel dünya tablosuna basitçe 'dönüştürülmesi' anlamına gelmez.

Mitos, tamamlanmış bir ben ve ruh tasarımından hareket etmez; o, öncelikle bu tasarımlara götüren bir vasıtadır. Mitos zihinsel bir ortamdır; bu ortam sayesinde 'öznel gerçeklik' keşfedilir ve kendine özgülüğü içinde kavranır. (s. 105)

Mitosla teorik bilginin sembol dünyaları birlikte mevcut olup aynı düşünme mekanında yan yana bulunmaz. Her ikisi birbirine karşı, birbirini katı biçimde dışlayıcı şekilde davranırlar. Birinin başlangıcı diğerinin sonu ile örtüşür. (s. 114)

İfade Fonksiyonu ve Ruh Beden Problemi
Beden ile metafiziksel töz olarak ruh arasında, hiçbir mümkün uzlaşma yoktur. Ontolojinin ilk baştaki soru kaymasında temellenen çabası, bütün anlam-problemlerini salt varlık problemine dönüştürmektir. Varlık duyu-anlamının en sonunda herhangi bir şekilde bağlanmak zorunda olduğu temeldir.

Saf sembolik ilişkilerin fundamentum in re'si(nesnelerdeki temel) gösterilmediği sürece, yani bizzat kendi içinde anlam taşıyan şey, herhangi bir reel belirlemeye dayandırılmadığı ve bu belirlemede temellendirilmediği sürece, sembolik ilişkilerin hiçbirinin bilinmesi ve kesinleşmesi söz konusu olamaz. (s. 137)

'Ruh bedenin duyusu, beden ruhun görüntüsüdür...
Onlardan hiçbiri şeyler dünyasına ait değildir. Duyu ve görüntü, bir ilişkinin kendisi ya da bütün ilişkilerin ilk örneğidir... Kavram dil sesinde saklı olduğu gibi, ruh da bedende saklıdır. Kavram kelimenin, ruh bedenin anlamıdır. Kelime düşüncenin elbisesi, beden ruhun görüntüsüdür. Ludwig Klages (s. 145)
Beden ruhu açığa çıkaramaz, tam tersine onu aynen sürekli bir elbise gibi çevrelemek suretiyle perdeler. (s. 148)

Temsil Problemi ve Görsel Dünyanın İnşaası
1. Kavramın Temsil Problemi
İnsan için başlangıçta, saf sembol zemini nedensel zeminden ayrılmaz; işarete, temsil fonksiyonu yerine belirli bir nedensel fonksiyon, anlam niteliği yerine bir etkileme niteliği yüklenir. (s. 158)

2. Şey ve Özellik
Eğer insan öncelikle dile ilgi gösterirse, bu demektir ki, dil oluşan bir şey olarak değil, varolan bir şey olarak insanın karşısında bulunur; insanın eseri olan bir şey değil, insanın egemenliği altına girdiği ve boyun eğdiği yabancı bir güç olarak.

"Dil, aklı oluşturdu, dilden önce insan akılsızdı" Lazarus Geiger (s. 165)

Mekan
Bizim mekan olarak adlandırdığımız şey, kendini dolaylı olarak ifade eden ve kendini herhangi bir işaret vasıtasıyla tanıtan gerçek bir nesne değildir. Mekan daha ziyade, özel bir temsil şemantizminin kendisi ve gerçek bir temsil biçimidir. (s. 207)

İmgeler salt 'izlenimler' değildir, tersine 'temsil edici' olarak görev yapar, onlar 'duygulanım'dan 'semboller'e dönüşür. (s. 217)

Zaman Fikri
Zaman, şeylerin yanında fiziksel bir varlık ya da güç olarak bulunmamaktadır. Zaman varoluş ve etkileme niteliğine sahiptir.

Zaman, Kant'ın söylediği gibi, bir nesnenin belirlenişindeki birlikte varolanı oluşturur.

İmge, üretici hayal gücünün ve empirik yetinin bir üretimidir. Duyusal kavramaların şeması ise, saf hayal gücünün a priori bir üretimi ve adeta markasıdır; imgeler öncelikle bu hayalgücü vasıtasıyla ve ona göre mümkün olabilir. (s. 224)

Dil, zamansal ilişkileri ve belirlemeleri işaret etme söz konusu olduğunda, her şeyden önce genellikle mekanın aracılığına muhtaç olduğunu görür ve mekan dünyasıyla dilin iç içe geçmişliğinden, dilin aynı zamanda mekanda varolarak düşünülen şey dünyasına bağlandığı sonucu çıkar.

Mitos, zamanın ilk formunda kalabilmektedir. Çünkü mitos, dünyayı donmuş varlık olarak değil, sürekli bir olgu olarak, tamamlanmış bir yapı olarak değil, daima kendini yenileyen bir dönüşüm olarak kavrar, ve bu temel kavrayışından hareketle mitos, çok önceden tamamen evrensel bir zaman fikrine ulaşmıştır. Çünkü mitosta bile, olmuş ve olacak olanların seyri, bizzat oluşun seyrinden ayrılır. (s. 226)

Ben, kendini sadece üç yalın zaman bilinci formu içinde bulur ve bilir, diğer taraftan zamanın üç aşaması sadece bende ve benin sayesinde birlik halinde toplanır. Ben, değişmezlik ve değişimdir, süreklilik ve bir içine geçiştir. (s. 236)

Semon'a göre, bizim 'hafıza' olarak adlandırdığımız şey, 'bilinç' alanına ait değildir, tersine bir hafızada, bütün organik malzemelerin ve yaşantıların temel bir özelliğini görürüz. (s. 241)

Hatırlama, adeta sadece algının ikileşmesi olarak, iki gizli gücün algısı olarak ortaya çıkar. Hatırlama Hobbes'ta ifade edildiği gibi, geçmiş bir algının algısıdır: Sentire sensisse meminisse est. Fakat bu formüle ifadenin kendisinde de iki yönlü bir problem ortaya çıkar. (s. 244)

Zamanı duyumlamak ise hatırlamayı gerektirir. (s. 246)

Bilinç sadece kendi içinde donup kalmayarak, sürekli kendi kendisi dışına, verili şimdiki zaman dışına, verili olmayana yönelerek var olur. (s. 249)

Sadece isteyen ve eyleyen, bir geleceği buradan doğru yakalayan ve onu kendi iradesi sayesinde belirleyen varlık bir 'tarih'e sahip olabilir.

Sembol, varolan ve olmuş olan gerçeklik olarak gerçekliğe, geriye doğru bakmaz; tersine sembol, gerçekliğin bir oluş unsuru ve motifi haline gelir. (s.251/252)

Parmenides ve Spinoza, metafiziksel düşünmenin saf 'şimdiki zaman tipi'ni cisimleştirirler; Fichte'nin metafiziği ise tamamen geleceğe bakışla belirlenmiştir. Fakat bu türlü tek taraflı tüm yön belirlemelerinin, saf zaman olgusuna herhangi bir şekilde zorla giydirildiği, onların olguyu parçalamak ve bu parçalanmada körelmek zorunda oldukları görülür. Hiçbir düşünür, böyle soyut parçalanmaya ve körelmeye karşı, Bergson kadar güçlü bir itiraz sergileyememiştir. Bergson'un öğretisinin, bu öğretinin inşasının ve gelişiminin, bilincin doğrudan verileri'nden "yaratıcı tekamül"e kadar, bu noktadan doğru anlaşılabileceği söylenir. Bergson'cu metafiziğin hizmeti, onun, eski ontolojinin varlık ile zaman arasında var olduğunu kabul ettiği bağlılık ilişkisini tersine döndürmesidir. Zaman tablosu dogmatik ve kesinleşmiş varlık kavramına göre biçimlendirilmemeli ve modellenmiş olmamalı; tersine gerçekliğin ve metafiziksel hakikatin içeriği salt zaman sezgisine göre belirlenmelidir.

Madde ve hafıza, Bergson'cu metafiziğin iki karşıt kutbunu ve iki temel direğini teşgil eder. (s259)

Bergson'un sisteminde, hafıza alanı madde alanından ayrılır.

Gerçek kendilik... salt hatırlama içinde geriye, zamana doğru bakmaya ve kendi derinliği içinde onu yeniden bulabilecek nitelikte olan bendir. (s. 256)

Bergson orijinal-zamansal olarak sadece geçmiş zamanı bilmektedir. (s. 258)

Bergson için her eylem, kesinlikle duyusal ihtiyaçta temellenmiştir ve en sonunda belirli motor mekanizmalar ve otomatizmler içinde kaybolur. Böylelikle bizi geçmiş zaman içine götüren saf sezgi, geleceği işaret eden ve gelecek zamanı sabırsızlıkla bekleyen 'niyet'in aksine olarak ortaya çıkar.

Bergson, gelişimi 'Yaratıcı Tekamül' olarak kabul eder, fakat onun yaratıcılık kavramı, bu noktada asıl olarak zihnin temaşasına değil, doğanın temaşasına dalmış, tarihsel zamana değil, biyolojik zamana yönelmiştir. (s. 260)

Bergson içinde, mekansal seyir fikri ve bir mekansal şema düşüncesi, zamanın ve farklı zaman aşamalarının analizinde kaçınılmaz biçimde karışmıştır. (s. 261)

Zamanın gerçek sezgisi, salt geçmişe yönelen hatırlama içinde kazanılamaz, tam tersine o aynı zamanda bilgi ve eylemdir. (s. 262)

Sembolik Özlülük
Her sembolik düşünme ve algılama, salt olumsuz bir nitelik; üzerinden atmaktan ve üzerinden atma zorunluluğundan doğan bir niteliktir. (265)

Brentano'nun 'Empirik Duruş Noktasından Psikoloji'si 'psişik olan'ın, bilincin işaret edilen unsurunu 'niyetlilik' niteliğinde bulur. Bu içerik kendine özgü bir yönelim belirleyiciliğini, düşünmeye dayalı bir belirlemeyi kendi içinde kuşatırsa, o psişik içeriktir. Her psişik olgu ortaçağ skolastiklerinin bir nesnenin niyetli (zihinsel), içsel varoluş olarak adlandırılmış oldukları ve bizim yeterince açık olmayan ifadelere rağmen, bir içerikle ilişki, bir objeye yönelim (burada bir gerçeklik anlaşılamaz) ya da içkin nesnellik adını vereceğimiz şey ile karakterize edilir. (s. 270)

Sembolik Bilincin Patolojisi - Sözyitimi Hastalığında Sembol Problemi
Kavramın olduğu ve ifade ettiği her şeyi kavram kendinden doğru ve -kendisiyle- kendisi vasıtasıyla gerçekleştirir. Kavram, kendi genelliğini ve anlamlılığını yalnızca dilden miras almıştır. (s. 282)

Dilin birliği cümledir. (s. 292)

Sembolik formlar felsefesinin ulaşmaya çalıştığı şey varlıktaki müştereklikler değil, anlamdaki müşterekliklerdir. (s. 381)

Zihinleştirme Süreci, Yani Dünyanın 'Sembolleştirilmesi' Süreci
Kendi anlamı ve değeri gereğince, kendisinin artık serbest ve engelsiz biçimde gerçekleştiği yerde değil, tam tersine, ona ket vurulduğu ve bu ket vurmalara karşı mücadele ederek, onlara rağmen gerçekleştiği yerde, bizim için doğrudan kavranabilir olur. Bu anlamda dil ve davranış patolojisi, bize bir kıstas verir. Bu kıstasla biz, insan kültürü dünyası ile organik dünya arasında, 'nesnel zihin' ile yaşantı alanı arasında mevcut olan mesafeyi ölçebiliriz. (s. 384)

Anlam Fonsiyonu ve Bilimsel Bilginin İnşaası
Kavram Teorisi Üzerine
1. Doğal Dünya Kavramının Sınırları
Kavram sadece bilinen şeyi sabitleştirip onun genel çerçevesini belirginleştirmez; ayrıca o, yeni bilinmeyen bağlantılar için ufku sürekli olarak tetkik eder. (s. 419)

Bilinç, bir nesneyle karşı karşıya olup onunla ilişki kurmak için, kendini, kendisinin dışında yakalamak 'zorundadır'. (s. 434)

Dil asla sadece bildirim değildir, onda aynı zamanda bir kip, konuşan öznenin bizzat kendini beyan ettiği bireysel bir anlatma formu yaşar. Her canlı konuşma, bu iki yönlülüğü, bu özne ve nesne kutbunu taşır. (s. 463)

Teorik oluşum gözleme dayalı kavrayıştan başka hiçbir şey değildir. (s. 523)

Sembolik, biri ya da diğeri değildir; tam tersine diğerindeki birini ve birindeki diğerini ifade eder. (s. 525)

Leibniz'e göre sembolik bilgi matematiğin temelini oluşturur. Sembolik bilgi bu temelden hareketle eksiksiz kanıtlama zinciri vasıtasıyla, sonuç çıkarımına doğru ilerlemeyi sürekli kılar. (s. 529)

Descartes matematiksel kesinliğin iki temel kaynağını ayırır, sezgi ve tümdengelim. Sezgi, aklın ışığı vasıtasıyla doğrudan akla uygun bulunduğundan dolayı, artık daha genişçe temellendirme gerektirmeyen ilkeleri sağlar.
Tümdengelim, bizzat kendinden hareketle aydınlanmayan, öncelikle dolaylı bir kanıtlama yöntemiyle kendinde apaçık olan aksiyomlardan türetilen önermelerle kurulur. Çünkü burada düşünme saf 'çıkarımsal' davranmak zorundadır. (s. 531)

İdeaların anlamı onlarla gerçekten örtüşen bir görünüşüm asla var olamayacağıdır.
...her varoluş belirsizliğe mahkum olurken ve teslim olmuşken, her bilme, kendi formu ve doğası gereğince belirlemeye yönelmektedir. (s. 534)

Modern Fizik Sisteminde 'Sembol' ve 'Şema'
...şeylere (pratik olan) yönelme yerine, (sözler)e düşüncede olanlara geriye dönüş gereği duyar. Platon, (Phaidon)

Burada çatlak yeniden açılır; gerçeklik ile kavram arasındaki bağ tam bir bilinçlilikle koparılır. Gerçeklik üzerinde, görüntü'nün gerçekliği olarak yeni bir evren yükselir. Saf anlam dünyası.
Bilginin tüm hakikati, güvenilirliği ve sağlamlığı artık bu dünyada temellenir. (s. 619)

Üçüncü kitabın sonu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder