10 Nisan 2015 Cuma

İsmet Özel - Üç Mesele

İsmet Özel - Üç Mesele
Teknik – Medeniyet – Yabancılaşma


İslâm’ın kavranılmasında üç safha
Tecrid, tefrid, tevhid

Tecrid (soyutlama), İslâm’ın emir ve nehiylerinin bütün zamanlar ve yerlerde geçerli olduğunu bilmektir. (s. 12)

Tecrid safhasında Kur’an’da vaz’ edilen apaçık ilkeler öndedir.

Tefrid, Allah’ın hükmünün yürüdüğünü görmektir.

Tefrid safhasındaki Müslüman, hepsi aynı millet olan küfre karşı (…bir sistem olan küfre karşı) ne yapılması gerektiğini bilir. Bilir ama yapabilir mi? Yapabilmesi için Müslümanın İslâm’ı kavrayış bakımından tevhid safhasında olması gerekir.

Hatırlamalı ki şahid ve şehid kelimeleri aynı köktendir. (s. 15)

…neyim, ne yapıyorum, ne ile yapıyorum diye sorduğumuz zaman karşımıza yabancılaşma, medeniyet ve teknoloji çıkıyor.
Yabancılaşma ancak medenî bir hayat tarzıyla birlikte sözkonusu edilebiliyor, medeniyet ancak kendi teknolojisiyle ayakta durabiliyor. Teknoloji, hayatını devam ettirebilecek bir medeniyeti türetiyor. Yabancılaşmadan medenî olunamıyor. (s. 17)

Kur’an insan zihninin faaliyetlerini anlamlı kılar; yoksa insan zihni Kur’an’ı anlamlandıramaz.

İslâm kavrayış seviyesi ne olursa olsun her insanın bir gelişme yoluna girmesini mümkün kılması bakımından tek düşünme biçimidir.

…Müslümanlardan kim bir kötülüğü kalbi ve dili ile düzeltmeye gayret etmezse işte o yaşayan bir ölüdür. (s. 27)

Hayal, ipleri elden kaçırmaktır.
Ondan sonra siz hayal ediyorsunuz ama bir başkası yaşıyor.

Müslümanın rüyası, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür.

Hayal, insanın istekleri, özlemleri, yönünde kafasında meydana getirdiği bir suni ortam, bir zan, bir kuruntudur.
Rüya ise insanüstü bir kuvvetin tesiri altında görülen ve benim gerçek kabul ettiğim bir istikamet, bir atâdır. (s. 36)

Hayal, tıpkı bir bataklık gibi sizi yavaş yavaş yutar, eritir. Rüya ise sizin mevcudiyetinize gelen bir açıklık, sarahattir; sizi ikaz eder ve sağlam bir zeminde ilerlemenize yol açar. (s. 37)

Ortaçağı kötüleyenlerin sevmedikleri nokta o dönemdeki düzendir, düzenliliktir. (s. 42)

İbn Rüşd, felsefe alanındaki bilgisizliğinden doğan bir telaşla, belki de utanca kapılmıştır.
Aristo’yu bir Müslüman düşünce adamına yakışmayacak ölçüde gözünde büyütmüştür.

Seçmecinin aşağılık duygusu, İslâm’ın kapsayıcı vasfını anlayamamaktan doğar. (s. 54)

…bugünkü Türkiye köksüzlüğün acısını veya zevkini yaşayan insanlarla doludur.

Kur’an, Doğu medeniyetinin; Tevrat ve İncil, Batı medeniyetinin dayandığı kitaplardır demek doğru olur mu? (s. 65)

Batı medeniyeti kendini Prometheus olarak gören aydınların eseridir.
Batılı, ilericiliği hep çatışmada görmüş, kendisine çatacak bir Zeus aramıştır.

İlk olarak kalemle yazı yazan ve elbise diken İdris Peygamber’dir. İdris Aleyhiselam’a göklerin esrarı açılmıştı. Nihayet Cenab-ı Hak, onu diri iken göğe kaldırdı. (s. 66)

Batı anlayışı içinde insan olmak, insandan yana olmak, işkenceyi; Doğu anlayışında ise erişilmez bir lütfu icab ettiriyor. (s. 67)

Rousseau, vesveseli, huysuz, yalancı ve hırsızın biri…
Voltaire, cimri, açgözlü bir adam.
Hele o Balzac? Pisboğaz, mavi kan hayranı zendost? (s. 73)

Hayvana bir vasıf ekleyerek insanı tanımlamak, Batı düşüncesinin ana eğilimi.

İnsanın yoldan çıkışı, melek olma arzusuyla hayvani bir eğilime boyun eğerek başlıyor. “Derken şeytan onlardan gizli bırakılmış o çirkin yerlerini kendilerine açıklamak (göstermek) için ikisine de vesvese verdi: Rabbimiz size bu ağacı başka bir şey için değil ancak iki melek olacağınız yahud (ölümden azade ve) edebi kalıcılardan bulunacağınız için (yani böyle olmayasınız diye) yasak etti, dedi.” (7/20)
“Nihayet şeytan onu fitledi: Ey Âdem, dedi, seni ebedilik ağacına, zeval bulmayacak bir devlete (ulaştırmaya) delâlet edeyim mi?” (20/120)

Batı düşüncesi, insanı, kendi kendini gerçekleştirmesi mümkün bir varlık olarak görmekle ve göstermekle şeytana tapıcılığın en katıksız örneğini vermiş olur. (s. 76)

Ruhun kendi içinde şedid ve üstün bir çatışma yaşadığını söyleyen Hegel, ruhun ideal bir varlık olarak kendini gerçekleştirme gayretleri içinde olmasına rağmen bu hedefini kendi gözünden sakladığını, böylece ruhun gerçek yönelimi ile o anda yapmakta olduğunun birbirine yabancı kaldığını belirtir. (s. 80)

İnsan kendine yabancılaşmış bir varlıktır ve varoluşundaki yabancılaşmayı hiçbir zaman aşamayacaktır. (s. 85)

İnsan Tanrı olamaz, bunun imkânsızlığını bile bile olmaya çalışmalıdır. İşte, insan varlığının kaçınılmaz tragedyası budur. (s. 86)

Hegel, evrene, kitaplı dinlerin Tanrı kavramından uzaklaşarak panteist bir gözle bakıyor: Eğer Tanrı’dan, insan aklına göre aşkın olan varlık anlaşılırsa, Hegel filozofların en ateistidir. (s. 92)

Hegel’in felsefesinde mutlak ve akıl aynı mânâya gelen kelimelerdir.

Hegel’e göre Hz. İbrahim (Yahudinin simgesi olarak) yabancılaşmıştır, çünkü karşısında kendisini (İbrahim’i) aşan Tanrı vardır. Tanrı efendi, İbrahim köledir. Köle efendisinin iradesine ve isteklerine boyun eğmekle, bağımlı olmakla yoksuldur, değersizdir.

İnsanın kendi dışında bir Tanrı kabul etmesi, Feuerbach’a göre insanın yabancılaşmasının temel etkenidir.

Kur’an- Kerim insanı hiç de kendisinden bir ahlak öğretisi çıkarabilecek güçte görmüyor: “Allah’ın üzerinizdeki lutf-u inayeti ve esirgemesi olmasaydı, birazınız müstesna olmak üzere, muhakkak ki şeytana uymuş gitmiştiniz.” (4/89) (s. 97)

“İnsan, hayra duası gibi şerre de dua eder. Pek acelecidir insan!” (17/11)
“Çok cimridir insan” (17/100)
“İnsanın husumeti ise her şeyden fazladır.” (18/54)
“Hakikat, (şu) insan çok nankördür.” (22/66)

Kâbusname
Büyük ölçüde İslam’a ters düşen tavsiye ve nasihatlerle doludur.

Medeniyet bir kültürün kaçınılmaz akıbetidir.

Bir medeniyeti ötekinden ayıran biçim ve iyi anlayışları olmaktadır.

Medeniyet, sınıflaşmayı ve insanın insanı sömürmesini öngörür ve elbette sınıflaşma ve sömürü medeniyeti doğurur.

…mal ve servet sahibi kimseler kendilerini ve servetlerini koruyan kuvvetlerce hükümdarın akrabasından veyahut hükümdarın en yakın adamlarından şeref ve derece sahiplerinin veyahut devlet ve sultanı koruyan asabiyetin himayesine sığınmaya mecburdurlar ki bu yolla kendilerini ve servetlerini tecavüzlerden koruyabilsinler.

…devlet tebaasından para toplar, bu paraları yüksek memurlarına ve ricaline sarfeder ve bağışlar. Devlet ricalinin ve memurlarının paradan ziyade şeref ve mevkileri sayesinde halleri ve yaşayışları genişler. Bu suretle paralar tebadan alınarak devlet ricalinin ve memurlarının geçinmeleri için sarfedilmiş olur.

Medeniyet, insanların madde karşısındaki zaaflarının ve maddi gelişmeye mahkûm olmalarının somutlaşmış halidir. (s. 135-136)

…yerleşik ve medeni hayat yaşayanların masrafları artar, itidal dairesini aşarak israf derecesini bulur. (s. 137)

Bunun tesiri ile fısk ve fücur artar, meşru ve gayrı meşru yollarla geçinme vasıtalarını elde etmek üzere türlü çarelere başvurulur. Fikirler bunu düşünmekle meşgul olur…

Bu ahlaksızlık ve onun şerefe dokunan kötülükleri herkesin gözü önünde açık bir surette işlenir.

Şehirler ahalisinden çoğunun hali böyledir, çirkin işler bunlar için bir âdet ve karakter haline gelmiştir.

Refah ve bolluğun tesiriyle insan her türlü lezzetli yemekler yemeyi arzu eder. Bu yemeklerin tesiriyle zina ve lutîlik gibi bir takım ahlaksızlıklar yayılır. (s. 138)

Putperestlik gücünü putlardan değil, puta tanınan üstünlükten alır.

İmanı kendi kaynakları dışında aramak (…) esaslı bir haddini bilmezliktir. (s. 148)

Teknik, nesnenin nesneyle olan ilişkisinden öteye geçmeyi yasaklayan bir mantığa sahip olduğu için (…) akıl gerçekle uğraşmaktan hakikati göremiyor. Hâlbuki aklın insan varlığıyla olan münasebeti ancak hakikat aracılığıyla kurulabiliyor. (s. 155)

Teknik, burjuvaziye hizmet etsin diye, Batı medeniyetinin ideallerine uygun olarak türetilmiş bir kuvvettir.

Edison 1876’da New Jersey’de Menlo Park’ta “sipariş üzerine icatlar” yapmak üzere bir laboratuvar kurar. (s. 188)

Şule Yayınları

6. Baskı, 1996

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder