10 Nisan 2015 Cuma

İsmet Özel - Zor Zamanda Konuşmak

İsmet Özel - Zor Zamanda Konuşmak

Batı basınında belli sütunların izlendiği gerçek.
…belli bir sütunu izlemek ya bir otoritenin görüşlerine başvurmak anlamına gelir yahut olaylar hakkında kapsamlı veya hazırlop bir yorumla karşılaşmak isteğinin uzantısıdır. (s. 14)

…insan ömrü bir tek gerçeğin, yani o insanın yüklendiği gerçekliğin dile gelmesine yetebilir ancak…

Bilgi âlet olursa insan da nesne olur. Bilgi edinme bir mekanizmadan başka bir şey değilse insan da makineden başka bir şey değildir. (s. 17)

…bir yazının besleyici olması onun tüketilmesiyle değil, okurken okur tarafından üretilmesiyle mümkündür.

Genel konular içinde kalınmakla kimsenin tavuğuna “kışt” denilmiş olmaz. İnsan meselelerini soyut olarak ele almak, yer ve zaman belirtmeksizin toplum meselelerini söz konusu etmek gazete yazarı için güvenli bir iştir.

…fıkra yazarı, özel meselelerden ille de bahsetmek istiyor fakat başının ağrımasını istemiyorsa, ele alacağı konuları genelden dolaştırıp özele getirir.

Gerçek bir fıkra yazarı olmanın iki şartı
1) haklı bir davayı savunmak
2) sırtını dayayacak bir yerin olması

İnsanların genel eğilimleri bir sözü kim söylerse söylesin bu söylenilende kendinin peşin olarak benimsediği yargıları aramak ve bulmakla sınırlıdır. İnsanlar “ne yapmam gerekiyor söyle!” diye haykırır, ama bu haykırışlarında gizlice şu emir saklıdır: “Söyleyeceğin şey benim zaten yapmak istediğim olmalıdır.”

Yığınları peşinde sürükleyenler genellikle tasvibini aldıkları kitlenin ana eğilimini bilip, bulup veya sezip bunu onlara emir olarak sunabilenlerdir. (s. 23)

…paylaşılamayan hakikat, hiçbir zaman “tecelli” edemez.

…bir insan soyut ve farazi bile olsa bir vatana sahip değilse o aklen malûldür.

Makineler güzelliklerden tad almaz
Muhayyilenin inkâr edilmesi insanın umutlarını yıkması ve böylece hırçın ve yıkıcı olması demektir. (s. 43)

Müslümanlar inançlarının bayrağı altında dövüşürler. Şarkıları ile dövüşür ve kazanırlar.
Düşmanını kurtarmayı öngörmek, sanatı bile geride bırakan bir yüce duygunun, sınırları geniş bir umudun erleri tarafından, gaza erleri tarafından yüklenilebilir üstünlükte bir anlayıştır. Bereket budur. (s. 45)

…yüksek düşüncelerin bayağı zevklerle bir arada bulunmaları mümkün değildir. Zevklerin bayağılığı düşüncenin asaletini zedeler.

Mümin bir bütündür, onun bir yanıyla çok yüksek bir inancı yaşayıp, bir yanıyla da basit ve değersiz zevklere boyun eğmesi bir bozukluktur. (s. 47)

10. asırdan itibaren batı insanı bilgiyi bilenden ayırmak suretiyle düşünmeye başladı.
Descartes felsefesiyle birlikte bu ayrımı yasalaştırdı.
Hayatın her evresini teorik ve pratik olmak üzere ikiye ayırmak batının şematik darkafalılığının belirgin örneklerindendir. (s. 51)

Yaşamak ve yazmak zıtlığı batılılara, daha doğrusu batılı düşünme yapısını muhafaza etme gayretinde bulunanlara mahsus bir çelişkidir.

Bir edebiyat (…) sürüklediği meraklıların seviyesinde olur.

…derinliği olmayan düşünceler kendilerini ayakta tutabilmek için kaba düşünen insanlara muhtaçtırlar.

Sahtekârları ele veren bir başka miyar da o düşünceleri öne sürenlerle, o düşünceler arasındaki uyuşmazlıktır. Yani bir düşüncenin sahteliğini bizzat o düşünceyi savunup da uygulayamayanlar ispat edebilirler. (s. 65)

Giovanni Pappini – Gog (s. 66-67)

Bir sanat eserinin gerçekten etkili, değerli olabilmesi için insanın temel meselelerinden biriyle bağlantılı olması zorunludur. (s. 76)

Düşünce eserleri de müellifin kişisel yaklaşımını yansıtmadığı zaman varolamaz. (s. 78)

Sahici dayanakları olan bilginin, sanatın ve edebiyatın hiçbir şekilde konformizmle ilgisi yoktur. (s. 82)

İlginç bir çağda yaşayasın!
Çinliler ahlaki heyelanların ve siyasi depremlerin hüküm sürdüğü “ilginç” çağlarda hayatın iyi ve güzel taraflarının gürültüye gideceğini, eriyip unufak olacağını bilirlermiş.

Tohumları Batı Avrupa’da çatlamış ve sonra halka halka bütün küreye yayılmış bir medeniyetin sahip olduğu ilginçlik içindeyiz. (s. 85)

…sanayi toplumu ile içinde bulunduğumuz elektronik çağ arasındaki temel fark haberleşmenin global yani yerküreyi bütünüyle kuşatan bir mahiyet kazanmış olmasıdır.

Elektronik çağda iktidar, egemenlik, güvenlik sıkı sıkıya haberleşmeyle bağlantılıdır.
Haber yayan kaynaklara egemenlik siyasi egemenliğin belli başlı desteği haline gelmiştir. (s. 97)

Düşen bir cismin hızı artar.
Cismin sona yaklaştıkça daha kısa zamanda daha çok mesafe katetmesi… (ilerleme dediğimiz süreç)

Son zaman en kısa zamandır.

…hayvanlar, hissiyatları itibariyle devamlı bir şimdiki zaman içinde yaşarlar.

 İnsanların büyük çoğunluğu geçmişi bizi geriye doğru çeken bir zihni unsur olarak değerlendirirken geleceği de ileri itmeye sebep olan bir güç olarak anlamaya yatkındırlar. Hâlbuki şimdiki zaman içinde bir geçmiş tarafından öne doğru itilmekte, gelecek aracılığıyla da geçmişe bağlanmaya zorlanmaktayız. (s. 109)

Her insan insanlığın yüküyle doğuyor,

Peygamberler başlangıcın ve sonun bilgisini verirler.

Resulullah Muhammed’in niçin son peygamber olduğunun önemi iyice anlaşılmalıdır. Sünneti terketmenin yokluğa mahkûm olmak demek olduğu son Peygamber’in yoluna girmeden hiçbir bilginin, şifa temin eden hiçbir doğrunun kavranılmayacağı bilinmelidir.
Bunları kim bilecek?
Susamayanların su araması ne mümkün? (s. 112)

İçinde bulunduğumuz medeni toplum yapısı insanları küçük veya büyük tiyatrolar içinde hapsetmeye son derece elverişli.

İdeolojik tercihlerini ön plana çıkaranlar özel tiyatroları seçenlerdir.
Delilik tiyatrodan çıkmanın bir yoludur.

Tiyatrodan çıkmanın bir tek yolu var. O da iman etmektir.
Tiyatronun tiyatro olduğu, tiyatrodan çıkınca anlaşılır. (s. 119)

Sistem canlılığını hep kendini tekrar ederek korur. Aynı fasit daire içinde dönüp durur sistem.

Sistemin ayakta durması için birçok bölgede ateş hattının bulunması (…) gereklidir.
Bu gereklilikler insanların ancak bu sistemin içinde bulunabileceğini kabul ettirmek (…) içindir.

İnsan için değerli olan gerçeği “görmek”tir, gerçeği bildiğini “sanmak” değil.

…bir ülkede herkes karnını doyuracak kadar yiyecek bulabiliyorsa, artık toklara zengin diyemeyiz. Zenginlik başka şeylerle ölçülmeye başlanır. Zenginliğin sınırı yoktur, ama yoksulluğa tavan konulabilir. Yoksulluğun gelişmesi bu tavanın yükselmesiyle ilgilidir.

…bir kültürde yoksulluğu arttıran paylaşılacak şeylerin çokluğu, yoksulluğu şiddetlendiren ise paylaşmak isteyenlerin çokluğudur. Üretim yoksulların sayısını arttırır, eğitim yoksulluğun şiddetini. (s. 134)

“Kaç paralık adam?” sorusunun sorulduğu bir kültür “modern” kültürdür. Modern kültürde insanlara “paran kadar konuş” denilir. (s. 135)

…büyücü çırağı ustasının yokluğunu fırsat bilip su taşıma işini süpürgeye yaptırmaya kalkışmış ve süpürgeye bu işi bıraktıracak tılsımı bir türlü bilememiş… (s. 139)

…kimse kimseye “insan” özelliklerinde ötürü muhtaç değildir. Bir insanın öteki için anlamı, sadece bir görevli olmasıyla sınırlıdır. Bütün haklar toplumsal kurumlara devredilmiştir.
…herkes toplumsal bir mültecidir. (s. 149)

Kurumlar büyüdükçe insan küçülmekte, her küçük unsur da diğeriyle arasındaki mesafeyi arttırmaktadır.

Bir ülke modernleşme yoluna girerken önce gün gelip kendinin de ileri teknolojiye sahip ülkeler gibi dediğini yaptıran, tuttuğunu koparak kuvvete ulaşacağını hayal eder. Ama bunun birden bire gerçekleştirilemeyeceğini gördüğü için önce kendi geleneksel yapısını yıkmaya girişir. Yıktığının yerine ne koyabilirse o kadarına razı olur. Ne var ki bu süreç zaten metropolün empozesidir. Kalkınmak isteyen ülke elini verdikçe kolunu kurtaramaz. (s. 151)

…modernleşme çabasındaki bir ülkenin ulaşabileceği en üst sınır o ülkeye sistemin biçtiği “yer” olabilir ancak. (s. 152)

…metropol ülkelerin son derece dikkatli oldukları hususlardan biri, bütün uydu ülkelerin kendi aralarında çatışmalı kalmalarını temin etmektir. Endüstri ve enformasyonun gelişme potansiyeli taşıdığı bütün bölgeler aynı zamanda savaş bölgeleridir. (s. 155)

Kartezyen düalizm bilim adamlarına kendileri dışındaki her şeyi ölü sayma, üzerinde deney yapabilme ruhsatı verdi. Bir tarafta insan vardı, bir tarafta ise tabiat. (s. 163)

…tabiatı koruma fikri (…) aslında tabiata “hâkim” olma fikrinde değişiklik yoktur. (s. 167)

Tabiatı koruma ideolojisi korunacak tabiatın kalmadığı bir zamanda yaygınlaştırılmıştır. (s. 168)

Yabani Norveç farelerini (Rattus Norvegicus) kapanla yakalamak veya zehirlemek imkânsız denecek kadar zor bir iştir.

…kapanlara yakalanan ve zehirli yiyecekleri yiyen fareler fare toplumlarının “aşağı” derecedeki üyeleri imiş. (s. 171)

…farelerden farkımız onların düşük değerli bireylerini toplum dışına atmalarına karşılık bizlerin içimizden çıkan böylelerini taklide yeltenmemiz… (s. 173)

Türk aydınlarının belirgin özelliklerinden biri de batılılaşma sürecine girdiğimizden beri zihinlerinde bir yurt tasarlamış olmalarıdır.
Tanzimat aydınlarının Osmanlı lafzına yeni bir anlam yükleme çabaları, meşrutiyet aydınlarının liberal idealleri “milli” kavramlar olarak benimsemeye çalışmaları, cumhuriyet aydınlarının da tarih sahnesine ilk kez çıkıyormuşçasına yeni bir millet kimliğine sahip çıkma yaklaşımları…

…insanların soyut bile olsa bir yurt sahibi olmaları iyidir. Tersi, yani tasarı düzeyinde dahi bir yurt sahibi olmamak, şahsiyetin parçalanması ve delirmek demek olur. Delilik bir anlamda kayıtsızlıktır. (s. 188-189)

…bir neslin belli özelliklerle donanmış olarak yetişmesini, olgunlaşmasını istiyorsak, o nesli eğitme görevini yüklenmiş olanların da aynı özellikleri taşıması kaçınılmazdır. Başka türlüsü, ancak yeni yetişenlere heveslerin, arzuların, beklentilerin aşılanması anlamına gelir ki bu çocukların “geceyarısı” doğacaklarından hiç şüphe etmemek gerekir. (s. 198)

Duçe, gizli örgütler vs.
…batı düşünce yapısının anti-demokratik dediği kurum ve temayüller Türkiye’de rağbet bulmamıştır. (s. 207)

Münafık, kendinin münafık olduğunun anlaşılmaması için geceleri yatsıya kadar mumunu yakıyor.
…yalancılıkla yaşayan insan kendi yalanına destek olacak tedbirleri alır. (s. 210-211)

Türkiye’de yaşayıp yazdığı halde batı ülkelerinin terminolojisini özellikle kullanarak kendilerini esoterik kılmış aydınlar var ortalıkta. Bunlar, açıklıkla söyledikleri taktirde pek kolay anlaşılacak ve bu yüzden de kabul veya redle karşılanacak yargıları kırk dereden su getirerek söylemekle bir yer edinme hevesindedirler. (s. 223)

Malumatfuruşluk karşısında yılgınlığa kapılmamalıdır.

…bir şeyi düşünmüşsek, onu bir daha düşünmemiş olmayı başaramayız.

Müslüman için küfrün küfr olduğunu bilmek yeterlidir. Ayrıca onu özünden kavrama çabası göstermeye yeltenmesi boşunadır. Çünkü küfr ziyandır, hüsrandır, yokluktur ve hiçtir. Müslüman hiçten bir şey anlamaz. (s. 230)

Eğer insanın gerçekten sarahatle anladığı manasız şeyler varsa, ancak o zaman bazı şeyleri manasız bulmakta hak sahibi olabilir. (s. 231)

İstisnalar kaidelerin mezarıdır.

Hasmını küçümsemek, bir bakıma kendini vehimlere kaptırmak demektir.

…insanlar dünyasında geçerli kural (…) birini tanımlamak veya biri tarafından tanımlanmaktır.

İhlas sahibi olmak; aşkınlık içinde bulunmak, metafizik şartlar içinde yaşamaktır.

Teslimiyet pazarlıksızdır. Samimiyet gösterişsizdir. İhlas endişesizdir. (s. 260)

Bir halkın yerleşik inançlarını okşamak o halkın yaşadığı bölgede iktidarı ele geçirme manevrasının vazgeçilmez bir parçasıdır. (s. 262)

Amerika’da zenci düşmanlığı, komşu evde bir zenci aile yaşadığı zaman anlaşılır.

…zenci düşmanlığı beyazların kendilerini üstün tutabildiği şartlarda değil üstünlüğünü kaybettiği şartlarda ortaya çıkıyor.
Zenci düşmanlığı daha çok toplumun alt tabakalarında rağbet buluyor. (s. 269)

Gerçek İslamî anlayışın hükümran olduğu toplumlarda Müslümanlar maddi kuvveti, paranın tesirini, refahı hiçbir zaman itikadi kuvvetin üstünde görmemişler.
Hiç kimse parasının veya elinde tuttuğu imkânların kuvvetine dayanarak yaptığı bir haksızlığın üstünü örtmemiş, (s. 278)

Bilim kendi propagandasını tapınaklara muhalefet etmiş olmakla yaptığı için bugün kendinin nasıl putperestlere yaraşan bir tapınak kurduğu anlaşılamıyor. (s. 284)

İnsanları öldürmek için mazeret arıyorsanız tezinizi bilimsel bir tarzda ortaya koymanız gerekir.

Nasıl Mı? Niçin Mi? (s. 291-294)
Modern insanlığın belli hedeflere varmada tuttuğu yol “nasıl?” sorusunu sormakla başlıyor.

Niçin sorusuna cevap aramakla, bilgiye yeni bir boyut eklemiş oluruz.

Niçin kalkınacağını bilmeyen bir toplumun nasıl kalkınacağını da bilmesi mümkün değildir (…) hem de vardığı hedefin anlamına varması mümkün değildir.

Hayatını nasıl sorusuna bağlamış insanlar çoğu kere rüzgâr önünde sürüklenen yapraklar gibidir. Her yeni duruma nasıl uyacağını düşünür onlar. Durumları tartışmaz. Nasıl para kazanacak? Nasıl şöhret sağlayacak? Nsıl paçayı kurtaracak…

İnsan olmak bir bakıma “niçin” sorusuyla başlar.

…totaliter yönetimler resmî ideolojinin doğrultusunda yer almayan düşünceleri suç sayarlar. Bir ülkede eğer düşünce suçu işleniyorsa orada bir yılgı ve baskı rejiminin yaşandığı, insanların temel hak ve hürriyetlerinin hiçe sayıldığı, daha açıkçası o toplumu oluşturan ferdlerin insandan sayılmadığı söylenebilir.

Düşünce suçunun işlenebilmesi için düşüncelerin dışa vurulması gereklidir.

Çağdaş toplumlarda suç sayılan unsur düşünce değil “eylem”dir. (s. 295)

Yönetim yetersizleştikçe yasalar ağırlaşır.

Rüzgâr eğilip bükülmesini bilen dallara bir şey yapamaz, ama dik duran ağaçları kırar.

Bir kimsenin doğru olarak bildiği şeyi bir diğerine aktarabilmesi için karşısındakinin bu doğruyu kabul edecek hazırlığı peşinen yedeğinde bulundurması gereklidir. (s. 333)

Bir olayın hesaba katılacak en az iki cephesi vardır. Aklın yolu birdir diyen insanlar mümkün olan iki ihtimalden ancak birini hesaba katanlardır.

Ok hedefini bulmazsa ne olur kaygusu oku hedefe ulaştıracak ilkeyi yaralar. (s. 364)

Şule Yayınları

1996

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder