26 Nisan 2015 Pazar

Mitosların Genel Özellikleri

MİTOSLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ
Felsefenin yöneldiği ilk sorular; görünenin ardında bir yasa, düzen olup olmadığına ilişkindir. Evren hakkında doğru bilgiye ulaşan kişi davranışlarını da bu düzene uyarlayarak hakikate erişebilir. Kendini bil sözünün zemini de yine bu düşünceye dayanır. Evrenin ve varlığın bilgisi, toplumsal düzenin de şartıdır. Ahlak ve davranış ilkeleri bu bilgiden türetilebilecektir.

Evreni anlamak üzere insan bilgisi ilk olarak doğaya yönelir.
İlk insan topluluklarının evren anlayışları üzerine araştırmalar yapan Malinowski ve Levi Strauss gibi antropologlar, “sınıflandırma” ve “düzenleme” faaliyetini tüm düşünce yapılarının genel özelliği olarak görmüşlerdir. İnsanın aklını işletebilmesi için bir takım düzenliliklere, ilkelere ihtiyacı vardır. Tarihin erken dönemlerinde insanlar belli doğa olaylarının nedenlerini açıklayacak bilgiye sahip olmadıkları için bu boşluğu mitoslarla doldurmuşlardır. Bir nevi doğaüstü güçler kataloğu olan mitoslar, insanın bilgisini ve gücünü aştıkları için kutsallık kazanmışlardır. Doğaüstü olan karşısında insanın duyduğu korku, kutsallığın temel dayanağıdır.
Mitoslarda anlatılan sembolik dünya, gerçek dünyadan ayrı tutulmamış, bu yüzden büyülü sözler yoluyla nesnelere doğrudan etki edilebileceğine inanılmıştır. Mitos temelli düzende “gerçek olan” ile “düşüncede olan” ayrımı yoktur. Mitoslar yasa niteliğindeydiler. Yazılı kanuna karşı mitosların gücü sözdü. Ancak sözlü olarak aktarılmaları sürekli olarak dönüşüm geçirmelerine neden olmuştur.

Dionysos ve Orpheus’un Gizem Öğretileri
Dionysos gizemleri, Antik site toplumunun dışında kalan kesimlerde (köleler, yabancılar ve bazı dışlanmış kadınlar) gelişti. Bu gizemler ileriki dönemlerde Orpheus öğretileriyle iç içe geçti.
Dionysos, Yunan tanrılarından farklı olarak hayatın tüm yönlerine hitap eder. Onunla ilgili törenlerde çılgınlık unsurları (şarap, dans, seks, canlı kurban etme vs.) dikkat çeker. Farklılığının nedeni, Yunan toplumuna dışarıdan, doğudan gelmesidir.

Dionysosçular insanın kökenini Tanrı Dionysos’a bağlamaktaydılar. Bu mitosa göre, Dionysos bebekken, bedeni Titanlarca parçalanmış, bunun üzerine Zeus şimşekleriyle Titanları cezalandırmış, Dionysos’la Titanların küllerinden insan ırkı doğmuştur. İnsanlardaki kötü unsurlar, Titanlardan kaynaklıdır. Bu mitosa göre Dionysos tamamen yok olmamış, dünyadaki nesneler-insanlar çokluğuna dağılmıştır. Törenlerdeki asıl amaç da Dionysos’un tekrar eski bütünlüğüne kavuşması yönündedir.
Dionysos ve Orpheus gizemleri Homerik düzenden farklı olarak bu dünyaya değil öte dünyaya yöneliktir.

Orpheusçuluk da ruhu Titanik unsurlardan temizlemeye yönelik bir hayat tarzı önerir. Ruh (psykhe) insan bedeninde mezardadır, hapistir. Bu hapisten kurtulabilmesi için arınması, arınması içinse ahlaki bir hayat yaşaması, sıkı bir bedensel diyet uygulaması gerekir.

YUNAN TRAGEDYASI
Dionysosçuluğun toplum hayatından dışlanan sınıflar arasında yükselmesi, site yöneticilerini Dionysos uygulamalarını resmileştirmeye itmiş, bunun üzerine Peisistratos, M.Ö. 534’te ilk kez genel katılıma açık Dionysos şenlikleri tertiplemiştir. İlk tragedya eserleri de bu şenliklerde sahnelenmiştir.
M.Ö. 5. yüzyıl Yunan dünyasının başlıca sorunu, kaderin evren düzenindeki hâkimiyetiydi. Bu bir sorundu çünkü olayların kaderci açıklaması düzensizlik ve belirsizliği çağrıştırmaktadır.
Tragedya sanatı, böyle bir ortamda ahlak ve kader sorunlarına yöneldi ve bu uğurda mitosları yeniden yorumlama yoluna gitti. Tragedya sanatı, özünde Homerik-Hesiodik düzen anlayışına, kaderin belirsiz ve acımasız işlerine yönelik bir eleştiridir.
Aiskhylos, (M.Ö. 525-456), eserlerinde tanrıların adil olmalarını ve evren düzeninde adaletin zafere ulaşmasını talep etmiştir. Eserlerinin sonunda hep uyum ve düzen gereksinimi ağır basmıştır.
Aiskhylos’un eserlerinde, insanın kader karşısındaki acizliği sıkça vurgulanmıştır. Aiskhylos’un eserlerine kuşkudan ziyade inanç hâkimdir.
Sophokles’in eserlerinde ise farklı düzen anlayışlarının çatıştığı, insanın, kaderle olan mücadelesinin öne çıktığı görülür.
Sophokles’in eserlerinin çıkış noktası, sıra dışı bir bireyin kadere karşı verdiği savaştır.
Trajedinin kaynağı, insandan bağımsız işleyen kaderdir ve başa gelen acıların kaçınılmaz olduğu düşüncesi hâkimdir.
Sophokles’in kahramanları, tanrılarla ve evren düzeniyle uzlaşmazlıkları nedeniyle acı çekerler.
Sophokles, Sofistlerin ağırlığını iyice hissettirdiği bir çağda, akla yönelik aşırı güveni eleştirmiştir. Eserlerinde görülen doğrudan sapma davranışı, hep olumlu bir şeyin ölçüsünden sapma olarak gerçekleşir. Örneğin Oidipus’un, ölçüsünden saptığı şey akıldır.

Euripides’in eserlerinde insan ön plana çıkmış, onunla birlikte tragedya sanatı insanileşmiş, olay örgüleri, mitik olmaktan çıkıp toplumsallaşmıştır. Aristoteles, Sophokles’in, kahramanlarını “olmaları gerektiği gibi”, Euripides’inse
“oldukları gibi” gösterdiklerini söyler.
Euripides, insan ruhunun kendisini başlıca bir trajedi kaynağı olarak görmüştür.
İnsan ruhunun, biri akla, diğeri tutkulara dayanan iki zıt yöne sahip olması Euripides’in işlemekten haz duyduğu konulardan biridir. Öfke ve intikam arzusu ile akıl yürütme arasındaki çatışma trajedisinin başlıca kaynaklarındandır.
Trajik düzen, tanrıların işlerinin öngörülemezliğine ve kaderin belirsiz işlerine dayanır.

İLKÇAĞ FELSEFESİ
Yard. Doç. Dr. Serdar Uslu
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 1944
Ağustos 2009, Eskişehir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder