26 Nisan 2015 Pazar

Platon

Platon
Platon, M. Ö. 427/428 yılı dolaylarında, Atina’da doğdu.
Erken yaşlarda Sokrates’in öğrencisi oldu.
Gençlik yıllarında Atina’da, oligarklarla demokrasi yanlıları arasında şiddetli bir iktidar mücadelesi yaşanıyordu. Platon ve ailesi, yönetimi ellerinde tutan oligarklardan yanaydı. Ne var ki demokratlar iktidarı ele geçirip Sokrates’i idama mahkûm ettiler. Bu olaydan sonra bir süre Atina dışında yaşadı.
M. Ö. 387/388 dolaylarında Atina’da Akademia isimli bir okul kurarak, felsefe, matematik, geometri, astronomi ve fizik eğitimi vermeye başladı.
Eserlerini şu şekilde gruplamak mümkündür;

- Sokratik Dönem Eserler, gençlik yıllarında yazdığı ve hocası Sokrates’in etkilerini doğrudan yansıtan eserlerdir. Savunma, Kriton, İon, Lakhes, Kharmides, Euthyphron, Lysis ve Devlet’in 1. kitabı bu grupta yer alır.

- Geçiş Dönemi Eserleri, hocasının etkisinden sıyrılarak kendi özgün görüşlerini geliştirmeye başladığı eserlerdir. Protagoras, Gorgias, Menon, Euthydemos ve
Kratylos bu gruptadır.

- Olgunluk Dönemi Eserleri, Platon’un özgün felsefi görüşlerinin zengin bir dille kaleme alındığı ve Platoncu söylemin doruğuna ulaştığı eserlerdir. Symposium,
Phaidon, Devlet ve Phaedrus bu gruptadır.

- Yaşlılık Dönemi Eserleri, Platon’un öğretilerini çeşitli yönlerden sınamaya ve sorgulamaya giriştiği son dönem eserleridir. Theaetetos, Parmenides, Sofist, Devlet Adamı, Philebos, Timaios ve Yasalar bu gruptadır.

İDEALAR ÖĞRETİSİ
Gorgias isimli diyalogda erdemin ne olduğuna ilişkin ilk kez belirgin ifadelere rastlanmakta ve Sokrates ilk kez bir erdem tanımı vermektedir. Bu yüzden Gorgias, Platon’un Sokrates’in etkisinden sıyrılarak kendi görüşlerini geliştirmeye başladığı bir eser olarak kabul edilir.
Eserin Güney İtalya seyahati ve devamında Pythagorasçı öğretilerle tanışmasından sonra yazıldığı kanaati hâkimdir.
Platon’un düşüncelerinin bundan sonraki gelişimine iki öğreti damgasını vurmuştur: İdealar öğretisi” ve “ruhun ölümsüzlüğü öğretisi.”

İdealardan bütünlüklü biçimde ilk olarak Phaidon’da söz edilir.

Dindarlığı tartıştığı Euthyphron’da dindarlığın tanımının dindarca olanın tüm farklı görünümlerinde ortak olan değişmez özü konu edinmesi gerektiği söylenirken, bu özlük “idea” ve “eidos” sözcükleriyle anılır.

Evrendeki tüm görünür/duyulur şeylerin bir ideası olduğu sonucuna ulaşılır.
Platon’un varlık anlayışı, bütün duyulur/görünür şeylerin, düşüncelerimizin ve kavramlarımızın, duyulur dünyanın ötesinde ve ondan bağımsız bir varlığa sahip bir gerçeklikle; idealarla ilişkili olduğu kabulüne dayanır. Bu durum, tüm duyulur şeyler için geçerlidir. Ama idealar, duyu organlarımızla kavrayabileceğimiz bir yapıda değildirler, sadece düşünce ile bilinebilir ve kavranabilirler. Böylece Platoncu felsefe, duyu organlarımıza hitap eden şeylerin oluşturduğu görünür/duyulur evren ile (aisthetos topos) ile düşünülür evreni (noetos topos) yani idealar âlemini birbirlerinden kesin biçimde ayırır.

Varlık - Var Olan Ayrımı
Görünür şeylerin ötesindeki aslî ideaları Platon kendinde varlık olarak tanımlar.
Burada Varlık, idealardan başka bir şey değildir.
Platoncu düşüncede idealar, Parmenides’in “Varlık”a atfettiği tüm özellikleri taşırlar.
Duyulur şeyler tamamen maddi yapıdadırlar ve bu yüzden duyu organlarıyla algılanabilirler. Oysa idealar hiçbir maddilik taşımayan, sadece düşünce ile kavranabilen soyut yapılardır.
Soyut bir yapının, somut-maddi bir yapıyla ilişkisi nasıl kurulacaktır?
Timaios’ta sorunu çözmek için Demiourgos adını verdiği düzenleyici bir Tanrısal güçten söz eder. Kelime anlamı “el işçisi”, “zanaatkâr” olan ve bir tür “evren mimarı” olarak düşünülmüştür. Demiourgos, özünde iyi bir varlık olduğu için şekillendirdiği kaotik maddeye mümkün olan en iyi biçimi vermiştir.

İyi İdeası
Platon ideaları duyulur şeylerin nedeni olarak, İyi ideasını ise, diğer idealar da dâhil olmak üzere evrendeki her şeyin en yüksek nedeni olarak göstermiştir (Devlet, 509b). Evrendeki tüm görünür şeyler, kendisinden pay aldıkları ideaya benzemeye çalışırlarken, idealar da hep birlikte en yüksek İyi ideasına yönelirler ve mümkün olduğunca ona benzemeye çalışırlar. Böylece dolaylı olarak da olsa evrendeki her şey İyi ideasına yönelmiştir ve mümkün olduğunca ona benzemek eğilimindedir. İyi ideası, evrendeki her şeyin de ontolojik özlüğünü oluşturur. İyi ideasının bu yüksek konumu İyi ile varlığın özdeşliği kabulüne dayanır. Yani İyi ideası en yüksek varlıktır, varlığın kendisi, özüdür.
Burada Demiurgos ile İyi ideası bir çeşit çift tanrılı ontoloji görünümü arz eder. Karmaşayı şu şekilde aşabiliriz; ontolojide Tanrı, asla alt kategori olamaz. Gerek İyi ideası gerekse Demiurgos ancak temel önerme olarak Tanrı’ya bağlanması gereken alt kategorilerdir. Tanrı, İyi’yi ister ve bunun için düzenleyici mekanizma olarak Demiurgos’u görevlendirir.

Şeylerin Asıl Doğası Olarak İdealar
Sokrates’e kadarki Yunan felsefesi, büyük ölçüde doğa araştırmalarına dayanmakta ve bu yüzden ilk filozoflara doğa bilimciler (physikoi) denmektedir.
Platon’a göre physis, önceki filozofların anladığı gibi görünür evren değil, idealar dünyasıdır ve idealar, aynı zamanda duyulur şeylerin doğasıdırlar.
En yüksek idea, İyiliği, Güzelliği ve Adaleti tek başına temsil eden İyi ideasıdır. Buna göre ideasını, yani doğasını gerçekleştiren, o ölçüde de iyi, güzel ve adil olmuş olur.

Platon’da Ruh – Akıl – Zihin
Platon, Herakleitos’un ve Parmenides’in birbirinden farklı yollardan gösterdiği gibi, duyularla algılanan dünyanın değişebilir olduğunu, mükemmel olmadığını, değişmeye ve yok olmaya mahkûm olduğuna inanır. Buna karşın kesin bir bilgiye ulaşmaya çalışır. Bu yolda ulaştığı idealar kuramının ve ruhun ölümsüzlüğü görüşünün temelinde, Pre Sokratik felsefelerin Sokratik sorgulama ve diyalektik yöntemiyle birleştirilmesi yatar. Phaidon adlı diyaloğunda Orphik-Pitagorasçı mistisizmi, idealar kuramıyla birleştirerek ruh göçü ve ruhun ölümsüzlüğü üzerine temellenen düalist varlık anlayışını serimlemiştir.
Platon’a göre Sofistler, duyular dünyasıyla ilgili oldukları için hakikati keşfedemezler. Oysa bilginin özü değişmezliktir. Hakikat ve bilgi (episteme) Parmenides’in ortaya koyduğu fiziksel olmayan, zaman ve uzam üstü olan, değişmeyen, bir ve tek varlık alanına aittir.
Platon’a göre, ezeli ebedi, zorunlu ve akıl yoluyla bilinebilir varlıklara dayanan gerçek bilgi epistemedir. Buna karşın kanılar (doksa) duyumlardan geldiği için yanıltıcıdırlar.
Platon’a göre, sadece gerçekten var olan, hakiki olan, yani idealar bilinebilir. Platon bilginin düzeylerini zihinsel eylemlerle eşleştirir. Buna göre hayal kurma ve inanç doksa veya kanıya (doksa) aitken ya da düşünme, zihnin hakikatle ilgili bir edimi olarak gerçek bilgiye (episteme) aittir.
Ruhun aşağı bölümü duyumla ilgilidir (aistesis) ve duyum dünya zevklerine açılma eğilimindedir. Ruhun orta katı kanı (doksa) katıdır, bu düzeyde ruh yanılmaya eğilimlidir. En üst bölüm ruhun ölümsüz yanı olan nous’tur ve bilimsel düşüncenin ya da gerçek bilginin (episteme) ortamıdır.
Bedenimize girmeden önce idealar âleminde yaşayan ruhlarımız ideaların gerçek bilgisine sahiptirler ve kişinin yapması gereken şey, ruhunun sahip olduğu gerçek bilgiyi hatırlamaktır (Theaitetos).
Platon Devlet’in dördüncü kitabında ruhun da devlet gibi üç kısımdan oluştuğunu ileri sürdü. İnsan ruhunda bir şeyi enine boyuna düşünme, bir şeyin bilincinde olma edimi vardır ki bu akıllı kısımdır. İkinci olarak ruhta maddi şeylere karşı duyulan bir istek vardır ki bu da arzulayan kısımdır. Ruhun bu iki kısmı arasında uyumu sağlamak üzere akla yardım eden eylemde bulunma yanı da tinli ya da iradeli kısımdır. Ruha özgü ve onun için özsel olan kısım akıldır.

Ruhun Ölümsüzlüğü Öğretisi ve İdealar
Ruhu hiçbir zaman bir idea olarak görmemiştir ama onun idealar alanına ait olduğunu ve var olanlar arasında idealara en çok benzeyen şey olduğunu bilhassa vurgulamıştır (Phaidon, 78c-80b).
Platoncu düzende ruha çok büyük bir işlev yüklenmiştir. O, evrendeki tanrısal idealar düzenini, yeryüzüne taşıyacaktır ve bu işlevi, kendisinde bulunan bilme yetisiyle başaracaktır (Devlet, 518c). Çünkü düzenin bir bütün olarak kavranabilmesi, ruhun iyiyi görüp kavramasıyla mümkündür (Devlet, 505b).

PLATON’UN BİLGİ ANLAYIŞI
Bilgi Anımsamadır
Platon’un bilgi anlayışı, zaten önceden edinilmiş olan ve ruhta saklı bulunan bilgilerin açığa çıkarılması, anımsanması esasına dayanır. Bu bilgi anlayışı “Bilgi, anımsamadır” (anamnesis) yargısında özlü bir ifadesini bulur (Menon, 81c-d).

Ne duyu, ne algı, ne doğru sanı ya da kanaat, ne de kanıtlanmış doğru sanı kesin bilgi için yeterli zemini sağlayamaz. Kesin bilgi ancak idealara erişilerek, ideanın temaşa edilmesiyle mümkündür (Theaetetos).

Diyalektik Yöntem
Diyalektik yöntem, başlıca iki faaliyete dayanır; “Dağınık kavramları genel bir tanım doğrultusunda toplamak” ve “düşünceyi tabii eklem yerlerinden öğelerine ayırmak.” Platon bu iki faaliyetten ilkini “toplama” (sunagoge), ikincisini “ayırma” (diairesin) diye adlandırmıştır (Devlet Adamı, 282b).
Diyalektik yöntem, insanları bilgide basamak basamak yükselten ve İyi ideasının temaşa edilmesi ile nihayete ulaşan bir süreçtir.
Symposium’da Güzelin ya da İyinin kendisinin temaşa edildiği, saf varlığıyla temas kurulduğu an, yaşanmaya değer biricik an olarak değerlendirilir (Symposium, 211d-e).

Bölünmüş Çizgi Benzetmesi
Platon, duyulur şeyleri tümüyle bir kenara atmamakta, onları İyi ideasına giden yükseliş sürecinde bir basamak olarak görmektedir. Platoncu ontoloji (varlık felsefesi) ile epistemoloji (bilgi felsefesi) bu noktada iç içe geçmektedir.
Bölünmüş çizgi benzetmesi varlıklar ve bilgi konuları arasındaki hiyerarşik sıralamayı betimler. Platon burada, ortasından bölünmüş bir çizgi varsayar. Bu iki parçanın biri görünen dünyayı, öteki kavranan dünyayı, yani idealar dünyasını temsil etmektedir. Bu parçaları ortalarından ikiye bölüp dört parça elde eder. Alttaki iki parça duyuları n değişken ve karanlık dünyasını, üstteki iki parça ise düşünülür olanın aydınlık dünyasını temsil eder.
İdealar saf akılla (nous) bilinebilirken, sayılar ve geometrik şekiller çıkarımlı akıl yürütmeyle, yani zihinle (dianoia) kavranırlar. İlki diyalektiğe, ikincisi matematik ve geometriye karşılık gelir. İşte düşünülür yapıdaki aydınlık alan bunlardan oluşur ve bu her iki alan da bize kesin bilgi (episteme) sağlar.
Alttaki çizgiler (imgeler, gölgeler, yansımalar); bunlara ilişkin bilgi sadece tahmin (eikasia) düzeyindedir. Bunun hemen üzerinde canlı varlıklar, bitkiler, insan yapımı nesneler, yani doğa ve sanat alanı yer alır ki, buna ilişkin bilgi inanç (pistis) düzeyindedir. “Doxa” (sanı), duyulur şeylerin kesinlikten yoksun bilgisi iken, “episteme” ideaların kesin bilgisidir.
1) İdealar (nous)
2) Matematik (dianoia)
3) Doğa ve sanat (pistis)
4) Gölgeler, yansımalar… (eikasia)

Mağara Alegorisi
Benzetmede, mağaradaki gölgeler görünür nesneleri, Güneş ise ideaları, en başta da İyi ideasını temsil eder. Görünür evren, tıpkı mağara örneğinde olduğu gibi gerçeğin değişken ve ölümlü bir kopyasından, gölgesinden başka bir şey değildir.

PLATON’UN MUTLULUK AHLAKI VE ERDEM ANLAYIŞI
Platon’a göre mutluluğu sağlayabilecek şey iyilikten başkası değildir. Eğer insanı mutlu kılan şey iyilikse, insanı iyi kılan nedir? Platon’a göre insanı iyi kılan, erdemden (arete), doğruluktan (aletheia) ve adaletten (dikaiosyne) başkası değildir.
Sofistlere göre mutlu hayat, güçlünün gücünü dilediğince uyguladığı, mümkün olan en yüksek hazları elde ettiği bir hayattır ve iyilik, her şeyden önce sağlık, zenginlik ve mevki gibi şeylerin elde edilmesine bağlıdır.
Gorgias alı diyalogunda Platon, erdemi  “ruhun düzeni” olarak tanımlamaktadır. “Mutluluk” sözcüğünün Yunanca’daki karşılığı olan “eudaimonia” sözcüğü kişinin iyi ve uyumlu bir daimona (eu-daimon) sahip olmasını ifade eder.

PLATON’UN RUH ANLAYIŞI VE RUHUN İÇ DÜZENİ
“Ruhun düzenlenmesi” ifadesi, onun çeşitli parçalardan meydana geldiğini ve bu parçaların birbirleriyle doğru bir ilişki içinde olmaları gerektiğini ima eder. Platon, bu konuyu, Phaedrus isimli eserinde bir mitosla örneklendirmektedir.
Bu mitosa göre tüm ruhlar, tanrıların kusursuz arabalarının ardından gökyüzünün ötesine açılırlar ve arabalarını iyi idare edebilenler tanrılarla birlikte gökyüzünün en üst noktasına çıkıp orada hakikatleri, yani ideaları görürler.
Bu benzetmeden yola çıkıldığında ruh, üç parçalı bir yapı sergiler;
a) Akıllı parça (to logistikon),
b) Yürekli-atılgan parça (to tumoeides),
c) İştah duyan, arzulayan parça (to epitymetikon).
İştah duyan, arzulayan parça, her tür hazzın ve acının doğduğu yerdir ve insan vücudunda mideye ya da diyaframa karşılık gelir. Kendisini büyük ölçüde öfkeyle ve atılganlıkla dışa vuran yürekli parça ise insan vücudunda kalbe karşılık gelir. Bu parça, doğası gereği aklın buyruklarına uygun davranmaya eğilimlidir (Devlet, 441e). Akıllı parça ise, insan vücudunda kafaya karşılık gelen parçadır ve ruhtaki tüm düşünsel etkinliklerin merkezidir.
Akıllı parça doğası gereği diğer parçalara hükmetmeli, diğer parçalarsa doğaları gereği ona boyun eğmelidirler. Platon’a göre yeryüzündeki her şey için, aklın buyruğu altına girmek yararlı ve kazançlıdır. Çünkü her şeye sınırını, doğasını bildiren, her şeyi en uygun biçimde düzenleyen güç akıldır.

PLATON’UN TOPLUM VE SİTE DÜZENİ ANLAYIŞI
Platon’un site düzeni anlayışı, “iyi” , “doğru” ve “güzel” denen üç yüksek değerin siteye hâkim kılınması esasına dayanır ve bu özelliğiyle siyasi olmaktan ziyade, ahlaki bir görünüm sergiler.
Platon’a göre her toplum ve site düzeni, insanın, ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaması nedeniyle ortaya çıkan işbölümü gereksiniminden doğar.
Platoncu toplum ve site, zanaatkârlar, askerler ve yöneticiler olmak üzere üç toplumsal sınıftan oluşur. Erdemli, doğru ve adil bir site, bu üç sınıfın sitede doğru biçimde konumlanmasıyla kurulabilecektir.
Site düzenini meydana getiren farklı toplumsal sınıflar, tıpkı bir bedenin farklı organları gibi birbirlerinin çıkarlarına hizmet etmek zorundadırlar. Çünkü birindeki arıza diğerlerini de etkileyecektir.
Platon, insanı hiçbir zaman mesleğinden bağımsız biçimde ele almamıştır. Sitede her insanın doğal bir mesleği vardır ve bu mesleği icra etmekle yükümlüdür. Böylece Platoncu site düzeni sıkı bir mesleki işbölümü düzeni haline gelir.

Sitedeki Sınıflar ve Başlıca Erdemler
Ruhun üç parçası, sitedeki üç sınıfa, yönetici, asker ve zanaatkâr sınıflara karşılık gelir. Erdemin Yunanca karşılığı olan “arete”, insanın, kendi doğasına özgü işi mümkün olan en iyi şekilde yerine getirmesi düşüncesine dayanır.
Bilgelik sitedeki yönetici sınıfın erdemi, cesaret asker sınıfın erdemi, ölçülülük ise zanaatkâr sınıfın erdemidir.
Doğruluk ya da adalet, diğer üç erdem olan bilgelik, cesaret ve ölçülülüğü doğuran ve yaşatan değerdir (Devlet, 433b). Adalet, ruhun üç parçasına ait erdemlerin anasıdır. Akıl için adalet, düşüncenin doğruluğu anlamına gelen bilgeliktir (sophia). Yürek için adalet, ruhun atılgan parçasının doğruluğu anlamına gelen cesarettir (andreia). Ruhun itki parçası için adalet, bu parçanın doğruluğu anlamına gelen ölçülülüktür (sophrosyne).

Filozof Kral
Platon, sitede filozoflar kral ya da krallar filozof olmadıkça ideal düzenin kurulamayacağını düşünmekteydi (Devlet, 499b).
Ona göre, aklın idare etmediği sitede, cesaret, ölçülülük gibi erdemler bile insanların felaketine yol açabilirler (Devlet, 491b).
Filozof kralın ödevi, ideaların tanrısal ve kusursuz düzenini temaşa etmek ve bu düzeni sitede mümkün olduğunca uygulamaya çalışmaktır. Bu sayede filozof kral, göksel düzenin yeryüzüne taşınmasında bir aracı haline gelir.

Eğitim
Platon’a göre her işte en önemli şey başlangıçtır. Site düzeninde ise doğru başlangıç eğitimden başkası değildir (Devlet, 425c). Nasıl ki, suya düşen bir damlanın meydana getirdiği halkalar, zorunlu doğa yasaları gereği, ilk halkadan düzenle genişlerlerse, doğru eğitilmiş yurttaşlar da zorunlu olarak doğru düzenlenmiş bir siteye yol açarlar (Devlet, 424a).
Platon’un Devlet isimli eseri, anne karnında başlayıp insanın ilerleyen yaşlarına kadar devam eden sıkı bir eğitim müfredatı öngörür. Özgür yurttaşlar için mutlaka öğrenilmesi gereken üç bilgi olduğunu söyler; hesap ve sayı bilgisi (aritmetik), yüzey ve hacim ölçüm bilgisi (geometri) ve yıldızların dönüşünü, hareketlerini ve birbirleriyle ilişkilerini inceleyen bilim (astronomi).
Platon bedenin eğitiminde dans ve jimnastiği, ruhun eğitiminde ise müziği öne çıkarır.

Devlet ve Yasalar Arasındaki Başlıca Farklar
Platon’un Devlet diyalogu, birçok bakımdan oldukça tavizsiz ve katı bir görünüm sergiler. Belki bu nedenle Platon, yaşamının son dönemlerinde yazdığı Yasalar’da, Devlet’teki bu uygulamaların bir kısmından vazgeçmiş ya da bunları belli ölçülerde yumuşatmıştır.
Kadınların ve çocukların hiç değilse asker ve yönetici sınıf arasında ortak olması düşüncesi Yasalar’da terk edilmiştir. Mülkiyete karşı olan tutumunu yumuşatmış ve tüm yurttaşların konut ve toprak sahibi olmalarına onay vermiştir.
Yasalar, Devlet’teki üç sınıfı toplum yerine, yurttaşları topraklarına ya da gelirlerine göre dört sınıfa ayırmıştır. Yasalar’da insanların servetleri de site düzenine bir ölçüde yansıtılmaya çalışılmıştır. Üstelik Yasalar’da, sosyal sınıfların servetleri ölçüsünde siyasete de katılabilecekleri söylenmiştir.
Devlet felsefi, Yasalar ise din vurguludur.

Başlıca Rejim Türleri
Platon, siyasi rejimleri aristokrasi, timarşi, oligarşi, demokrasi ve tiranlık diye beşe ayırır ve bu rejimler arasındaki geçişlerin nasıl gerçekleştiğini ayrıntılı olarak anlatır.
Platon’un sözünü ettiği beş devlet rejiminden ilki, az sayıda bilgenin, toplumu akla ve bilgiye dayalı olarak yönettikleri aristokrasi rejimidir. Bunların toplumun değil, kendi çıkarlarını gözetmeleri durumunda rejim bozulacak ve timarşi ya da timokrasiye dönüşecektir.
Timarşi idaresi, devlet adamlarının saygı gördüğü, savaşçıların, işçilerin, tüccarların küçümsendiği bir rejimdir.
Parayı gizleme ve biriktirme huyu, sonunda timarşi düzenini yıkıma götürür (Devlet, 547d-549b). Gelir üzerine dayanan, zenginlerin yönettiği ve fikirlerin yönetimde pek etkisinin olmadığı bir düzen olan oligarşi (Devlet, 550d), işte bu servet biriktirme arzusundan doğar. Çünkü insanlar gizli çıkınlarda paralarını biriktirdikten sonra bunları rahatça harcayabilmek için yasaları bozarlar.
Zengin sınıfın alabildiğine zengin olmak arzusu, oligarşik düzenin zamanla demokrasi rejimine dönüşmesine yol açar.
Sonuncu ve en kötü idare olan tiranlık ya da zorbalık, demokrasinin özgürlük hırsından doğar (Devlet, 562a-b). Aşırı özgürlüğe verilen sert tepki, aşırı köleliktir.
---
İLKÇAĞ FELSEFESİ
Yard. Doç. Dr. Serdar Uslu
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 1944
Ağustos 2009, Eskişehir
-
Zihin Felsefesi
Doç. Dr. Kamuran Gödelek
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2337
Ocak 2013, Eskişehir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder