10 Nisan 2015 Cuma

Seyyid Kutub - İslam'da Sosyal Adalet

Seyyid Kutub - İslam'da Sosyal Adalet

İktisadi hayatta kişi birikmiş bir miktar parası varken bunun miktarını düşünmeden –böyle bir şeye ihtiyacının bulunup bulunmadığını araştırmadan- borç para alma yoluna başvurmaz.
…araştırmadan bir takım ithalatlarda bulunmayı denemez. Peki, çeşitli malların, insanların hayatında tâbi oldukları değerlendirme gibi, rûhî birikim, fikrî azık, kalbî ve vicdanî değeler de göz önünde bulundurulamaz mı?
Elbette ki bulundurulabilir. Fakat “İslam Dünyası” diye adlandırılan ülkelerde insanlar böyle yapmıyorlar.
Hayatlarını sürdürmek için oralardan mal ithal ettikleri gibi, bu sefer problemlerin çözümü için de gerekli tedbirler ithal ediyorlar.

“…kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” (s. 17)

…din ile dünya arasında bir ayrılık yoktur.

Avrupa’da din ve dünya birbirinden ayrılmış; vicdanı arıtmak ve ruhu yüceltmek görevi dine, toplumun düzenini ve hayatın akışını disiplin altına alma görevi ise insanlar tarafından yapılan kanunlara verilmiştir. İslâm ve tarihî şartları, bunlara tümüyle yabancıdır. (s. 23)

Doğru İslâmî düşünüş, İbn Sinâ ve İbn Rüşd veya Fârâbî’de veya “İslâm filozofları” diye adlandırılan benzerlerinde aranmamalıdır.
Bunların felsefeleri yalnızca Grek felsefesinin birtakım gölgelerinden ibarettir, özüyle İslâm ruhuna yabancıdır.
(Doğru İslâmî düşünüş) Kur’ân-ı Kerim’de, Hadis’te, Rasûlullah’ın sîretinde ve amelî sünnetinde aranmalıdır. (s. 28)

Kâinat ne hayata düşmandır ne de insana.

Allah’ın sünnetine uymak, kişi ve toplumların hevâlarına uymaktan önce gelir.

Kâinat, bilinen zâhirden ve bilinmeyen gâibden meydana gelen bir vahdettir. Hayat maddî ve rûhî güçlerin bir arada bulunmasından meydana gelen bir birliktir.

Muharref Hıristiyanlık insana yalnızca rûhî arzuları açısından bakıp, arzularını serbest bırakmak için maddî isteklerini baskı altında bulunduruyorken; komünizm insana yalnızca maddî ihtiyaçları açısından bakıp, insanlığı hattâ bütün kâinatı yalnız maddî bakımdan değerlendirirken; İslâm insanı rûhî arzularıyla hissî istekleri birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak görmekte, onun manevî ihtiyaçlarının birbirinden koparılmayacağını kabul etmektedir. (s. 37)
İslâm, servette aritmetik eşitliği şart koşmuyor.

Ferdin kendisi hak ettiği, toplumun ona muhtaç olduğuna dair ruhta yer eden bir düşünceye, onun Allah’a itaate sevk ettiğine ve daha yüce bir insanî hayata ulaştıracağına dair bir imana dayalı olmadıkça, sosyal adâlet hiçbir zaman uygulanamaz. (s. 45)

“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü gerçek şu ki kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (Yûsuf: 87)

…dünya hayatında faydalandığı şeylere değer vermeyi yasaklamıştır.

“…Müminler, bir vücut gibidirler. Bu vücudun bir organı (rahatsızlığından dolayı) şikâyette bulunursa, vücudun diğer kısımları da uykusuzlukla, ateşlenmekle ona katılır.” (s. 93)

…din çağdaş terimlerden düzen kelimesiyle eş anlamlıdır.

İslâm adaleti, hayatın kendisinde gerçekleşmiştir.

İslâm (…) dinî heyetler tanımaz. İslâmî yönetim belirli bir kurulun elinde bulunan bir yönetim değildir. İslâmî yönetim hâkimiyetin yalnızca Allah’ın kabul edildiği ve İslâm şeriatının uygulandığı bir yönetimdir. Bu yönetimin görevi de, İslâm şartlarını uygulamaktan öteye gitmez.

İnsanların elindeki mal, Allah’ın malıdır, onlar bu mal üzerinde halife (vekil) tayin etmişlerdir, malın aslî sahipleri değildirler.

İslâm, malın geliştirilmesine ve malî muamelelere de müdahale ederek, bu yolda dilediği gibi tasarruf etsin diye mal sahibine mutlak bir hürriyet tanımaz. Çünkü ferdin maslahatının ötesinde, kendisiyle ilişki halinde olduğu toplumun maslahatı vardır. (s. 166)

Faizci en yüksek faydayı (faizi) sağlamaya çalışır. Bunun için ticaret ve sanayinin mala duyduğu zorunlu ihtiyaç artsın ve böylece faiz oranları yükselsin diye faizci piyasaya mal (para) sürmez, bu şekilde faiz oranlarını yükseltmeye devam eder. Sonunda tüccar ve sanayiciler, bu malı (parayı) alıp kullanmakta kendileri için hiçbir fayda olmadığını görürler. Çünkü aldıkları faizleri karşılayacak kârı sağlayamamakta ve kendilerine bir şey kalmamaktadır. Bu noktada milyonların çalıştığı iş alanlarında kullanılan mal hacminde bir azalma görülür, fabrikalar üretim kapasitelerini azaltır, işçiler işsiz kalır ve bunun sonucunda da satın alma gücü de düşer. Durum bu noktaya varınca da faizciler para talebinin azaldığını veya durduğunu görünce bu sefer zorunlu olarak faizin sınırlarını azaltma yoluna dönerler. Bu sefer sanayi ve ticaret sahipleri yeniden para almaya başlarlar; hayat çarkında da bir rahatlama görülür. Bu çark, bu halde döner durur ve dünyada periyodik aralıklarla iktisadi bunalımlar meydana gelir. İnsanlık da otlağa yayılmış davarlar gibi bu bunalımlar arasında gider gelir. (s. 175)

“Ödemek niyeti ile başkalarının mallarını (borç) alanın (borcunu) Allah ödetir. Onları telef etmek niyetiyle alanı da Allah telef eder.” (s. 178)

“Allah yolunda öldürülürsem Allah benim günahlarımı bağışlar mı?”
“…borç müstesna.”

Allah inanları akıl, duygu ve beden için zorunluluk ifade etmekten yüce olan birtakım rûhî arzularla, fiilen üstün kılmıştır. Hayatın zarûrî ihtiyaçlarından kendilerine bu rûhî arzulara ve bu fikrî alanlara harcamak üzere imkân, gayret ve zamanı bulamayacak olsalar, bu yüce ve üstün kılınmışlığı kaybederler ve hayvan mertebesine düşerler. Hattâ hayvan çoğunlukla yiyecek ve içeceğini bulur. Hattâ bazı hayvanlar yeteri kadar yiyecek ve içeceği aldıktan sonra gider gelir, hoplayıp zıplar; bazı kuşlar de sevinçlerinden neşeli neşeli öter. (s. 194)

Herhangi bir yerde bulunanlar arasında bir kişi olsun aç sabahlayacak olursa, onların üzerinden Allah’ın himayesi kalkar. (s. 195)

Roma İmparatorluğu, kuvvet ile otorite sağlamak ve diğer kavimleri yalnızca anavatan yararına sömürmek düşüncesi üzerine kurulmuştur.
Romalıların ünlü adaleti yalnızca Romalılar içindi.
Çağdaş Batı uygarlığının (…) Roma’dan aldığı kültürel mirasta birtakım değişiklikler yaptığı da tabiidir. Fakat kalıcı gerçek şudur: Batı’nın hayat ve ahlakında görülen şey, Roma medeniyetine aittir. (s. 331)

El-Adâletü’l-İctimâiyyetü fi’l-İslâm
Türkçeleştiren: M. Beşir Eryarsoy
Ağaç Yayınları

5. Baskı, Ekim 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder