30 Mayıs 2015 Cumartesi

Gottfried Wilhelm Leibniz

Gottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716)
Leipzig’de felsefe, Jena’da matematik, Altdorf’ta hukuk okudu. Yapıtları: Metafizik üzerine Söylem, İnsan Anlığı Üzerine Yeni Denemeler, Theodicée, Monadoloji, Doğa ve Tözlerin Etkileşimi Üzerine Yeni Sistem, Bilgi, Doğruluk ve İdeler Üzerine İnceleme.

Leibniz’e göre güvenilir bilgiye götüren yol matematikten geçer. Matematikte her şey kesin, net ve açıktır. Bu nedenle eğer matematiksel yapıya götürecek bir yöntem uygulanabilirse, diğer bilimler de matematik gibi doğruluğu apaçık bilgi sistemleri haline gelebilir, birbirleriyle uyumlu kılınarak evrensel bir bilim sistemi ya da ansiklopedisi ortaya çıkarılabilirler.

De arte Combinatoria (1666) adlı yazısında, ilk kez bir Ortaçağ düşünürü olan Raymond Lulle tarafından dile getirilen, bir yöntem öne sürdü. Buna göre karmaşık yapılı terimler yalın terimlere doğru çözümlenmeliydi: Ele alınan terim şekilsel olarak onu oluşturan parçalarına geri götürülecek ve böylece terim tanımlanmış olacak, ardından eldeki parçalar da kendi parçalarına ayrılarak onlar da tanımlanmış olacaklardı. Süreç daha fazla tanımlanamaz olan öğelere dek devam edecektir. Bu tanımlanamaz öğeler ya da terimler insan düşüncesinin abecesini oluşturacaktır. Leibniz bu tanımlanamayan terimlere ilk olanaklar (Primae possibilitates) adını verir. Bu yöntem yeni önermelerin ve bunları da birleştirerek yeni önermelere ulaşmanın bir sanatını -birleştirme sanatını (ars combinatoria) ortaya koymaktadır. Bu yöntem tümdengelimci-formel ve matematiksel bir mantık oluşturma çabasını sergilemektedir. Leibniz bu şekilde, mantık ve matematiğin de içinde bölüm olarak bulunduğu evrensel bir bilim düşlüyordu.

Bilgi Kuramı
Leibniz’in bilgi konusundaki görüşleri büyük ölçüde önerme çözümlemeleri üzerine kurulmuştur. Ona göre her önerme bir özne-yüklem yapısı gösterir. Önermenin özne-yüklem biçimi özseldir. Ancak tüm önermeler doğruluk koşulları bakımından aynı yapıda değildir. Monadoloji isimli eserinde us (akıl) doğruluklarından ve olgu doğruluklarından söz eder.
Us doğrulukları zorunlu doğruluklardır; bunlar öncesiz sonrasız doğrudurlar. Leibniz bunları genelde özdeşler olarak nitelendirir. Çünkü bunların yapısı “A, A’dır,” biçimindedir. Yani önermenin yüklemi durumundaki terim ya özne durumundaki terimle özdeş anlamdadır. John Locke, insan zihninde doğuştan hazır bulunan bilgilerin varlığını reddederek bu görüşü eleştirdi (İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme).
Olgu doğrulukları ise deneyim yoluyla elde edilirler. Bunların doğrulukları a posteriori olarak bilinir. Olgu doğruluklarının doğruluk koşulu olarak Leibniz, yeterli neden ilkesini öne sürmüştür. Bu da Tanrının öyle olması ile ilgili seçimidir. Olgu önermelerinde yüklem terimi özne kavramına yeni bir bilgi eklemektedir. Bu tür önermelere Kant, sentetik önermeler demektedir. Bilgimizi genişleten önermeler daha çok bu yapıdadır.
“Bilgi Doğruluk ve İdeler Üzerine” başlıklı yazısında Leibniz duyu bilgisinden söz ederek duyu bilgilerinin yanlışlığa açık olduklarından söz etmektedir.

Töz Öğretisi
Bir töz kendisine yüklenecek tüm yüklemlerin gizil olarak taşıyıcısıdır. Ancak bu sadece Tanrıya özgü bir bilgeliktir.

Yalın Tözler ya da Monadlar
Leibniz’e göre duyulur nesne ya da cisimler bölünebilirdir. Yani cisimler birtakım bileşikler durumundadır. Bileşikler birtakım parçalardan oluştuğuna göre bu barçaların her biri yalın kabul edilmelidir. Leibniz duyulur şeyleri oluşturan bu yalın tözlere monadlar der. (Monad terimi Yunanca birlik ya da teklik anlamındadır). Bunlar doğanın gerçek atomları ya da şeylerin kurucu öğeleridirler. Leibniz’in monadlarının biçimi ve uzamı yoktur. Leibniz’e göre “yalın bir şey uzamlı olamaz çünkü yalınlık ve uzam bağdaşmazdır.
Monadların uzamlı olmaması, maddesel olmadıkları sonucunu doğurur. Leibniz monadları ruh kavramından yola çıkarak, tinsel olarak kurgulamıştır. Monadlar ruh türünden yalın tözlerdir.
Tözün bir başka tanımı “eyleme yetenekli varlık” olmasıdır. Her monadda bir etkinlik ilkesi ya da ilkel bir güç vardır. Bu güç monadlara yaratılıştan verilmiştir ve onları içsel olarak devinimli kılar.
Tinsel ve uzamsız bir töz-monad idesinden maddeye ve maddesel cisimler düşüncesine nasıl geçilebilir? Leibniz bu açıdan birincil madde ve ikincil madde ayrımı yapmaktadır. Birincil madde henüz bir soyutlamadan başka bir şey değildir ve bu anlamda henüz bir edilginliktir. Ama ikincil madde yani cisim edilginliği olduğu kadar etkinliği de kapsar; böylece edilgin ve etkin ilkeler birlikte bir cismi, biz insanların asıl maddesel töz dediği şeyi ortaya koyarlar.
Sonuç olarak cisimsel töz, bir monadlar bileşiğidir.
Her monadın, üyesi olduğu cisimdeki değişimlere karşılık düşen izleyen algıları vardır. Monadlar bu değişimleri içsel bir ilke ile gerçekleştirirler. Leibniz bunu istek (appetition) olarak adlandırır.
Tamalgı, algının yani içsel durumun bilincinde olma ya da onu düşünme demektir. Kimi monadlar bellek ve bilinç olmaksızın bulanık algılara sahiptirler (nebat gibi).

Ruh-Beden İlişkisi
Ruhun bedenle ilişkisi başat bir monadın bir monadlar toplamı ile ilişkisinden başka bir şey değildir. Burada başat monad insan ruhu, monadlar toplamı ise insan bedenidir. İnsan ruhu yalın tek bir monaddır. İnsan bedeni ise tinsel yapılı monadların bir bileşiğidir.

Leibniz’in tüm metafizik siteminin temeli, onun önceden kurulmuş uyum ilkesi adı verilen bir ilkeyi kabul etmesine bağlıdır. Leibniz’e göre tüm evren uyum içinde ve yetkin olarak işleyen bir sistemdir.

---

Modern Felsefe I
Prof. Dr. Sara Çelik
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 2588
Haziran 2012, Eskişehir


Kartezyenler


Kartezyenler
Arnold Geulincx (1624-1669)
Descartes’ın zihin-beden düalizmini mantıksal temelde çözmeye çalıştı. Ona göre bilincin içerikleri ikiye ayrılır: Bilincin kendisinden devşirdiği edimler; istemek, düşünmek, yargıda bulunmak gibi. Bunlardan ayrı olarak bir de duyumlar vardır. Duyumlar doğrudan bilinçte yaratılmış olmayıp dış etkenlerin sonucu olarak bilinçte oluşurlar.
Beden ruhtaki duyumların nedeni olmadığı gibi, ruhta meydana gelen isteme de bedendeki devinimlerin nedeni değildir. Dıştan gelen uyarım ile içten gelen istek, ruhta bir duyum, vücutta bir devinim yaratan asıl nedenler değil, sadece ara-nedenler ya da vesiledirler.
Vesilecilik (occasionalizm) ruhtaki isteme ile bedendeki devinim arasındaki ilişkinin Tanrı tarafından kurulduğu ve Tanrı’nın tek gerçek neden olduğu görüşüne dayanan bir felsefi yaklaşımdır.
Geulincx insandaki ruh-beden etkileşimini Tanrı’nın gerçekleştirdiğini öne sürer.
Geulincx’e göre ruh, hiçbir gerçek ilişki içinde olmadığı madde dünyasından bir şey ummamalı, kendisini bütünüyle Tanrı’ya ve akla adayarak yaşamalıdır. En yüksek erdem Tanrı ve akıl sevgisidir.

Nicolas Malebranche (1638-1715)
1664’te rahip olarak atanmıştır. Augustinusçuluğu Descartesçilikle özgün biçimde birleştirme yoluna gitti. Başlıca yapıtları: Doğa ve İnayet üzerine İnceleme (1660) Doğrunun Aranması (1675), Hıristiyanca Düşünceler (1683), Metafizik ve Din Üzerine Görüşler (1688).
Malebranche’a göre ruh ile beden arasında bir etkileşim değil, bir paralellik bulunur. Buna ruhsal-fiziksel paralellik denir.
İnsan ruhu tinseldir ve maddeyle doğrudan ilişkisi yoktur. Tanrı da tinsel olduğu için insan ruhu sadece Tanrı’yla dolaysızca ilişki kurabilir.
Malebranche da, Descartes gibi, bizi yanıltan şeyin duyular değil, istencimiz (irademiz) olduğunu söyler.
Ona göre bir duyumda dört öge bulunur. Bunlar nesnenin eylemi (örneğin parçacıkların devinimi), bedendeki duyusal düzenek (duyu organları, sinirler ve beyin), ruhtaki duyum ya da algı ve buna ilişkin ruhun ortaya koyduğu yargıdır.
Malebranche’a göre insan Tanrı’nın özünü yani mutlak varlığını asla bilemez. İnsan ancak Tanrı’daki ideleri bilebilir. Bunlar öncesiz sonrasız gerçekliklerin ideleri, salt uzam idesi, öncesiz sonrasız ahlak yasalarıdır.
Malebranche’ın felsefesi Tanrı-merkezli değilse de Tanrı kavramını merkeze oturtan bir felsefedir. Ne nesneler birbirinin nedenidir, ne de ruh herhangi bir şeyin nedenidir. Evrendeki her şeyin biricik gerçek nedeni Tanrı’dır.
---

Modern Felsefe I
Prof. Dr. Sara Çelik
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 2588
Haziran 2012, Eskişehir


René Descartes

René Descartes (1596-1650)
Fransa’da Tourainne kentinde doğdu. La Fleche Cizvit kolejinde güçlü bir eğitim aldı. 1628 yılında Hollanda’ya yerleşti. Yöntem Üzerine Konuşma (1637), İlk Felsefe Üzerine Düşünceler (1641), Felsefenin İlkeleri (1644) ve Ruhun Tutkuları
(1649) adlı eserlerini burada yazdı.

Descartes’in Yöntemi
Descartes felsefede kesin ve sağlam bilgiye ulaşabilmek için matematiğe kesinliğini kazandıran yöntemleri izlemek gerektiğini düşünmekteydi. Ona göre matematikteki kesinlik ussal kesinliğin en güzel örneğidir. Matematikte tümdengelim (deduction) ve sezgi (intuition) yöntemleri kullanılmaktadır. fiu halde, ussal kesinliği içeren evrensel bir doğruluğa ulaşabilmek için felsefede de bu yöntemlerin uygulanması gerekir.

Tümdengelim
Descartes’e göre tümdengelim, kesin olarak bilinen olgulardan yapılan zorunlu çıkarımdır. Kesin olarak bilinen olguların doğruluğundan nasıl emin olabiliriz? Sorusuyla karşılaşınca buna cevabı sezgidir.

Sezgi (intuition) Yöntemi
Descartes’e göre zihinde hiçbir kuşkuya yer bırakmayan bir açıklık ve seçikliğin zihinsel olarak görülüşü sezgidir. “Ben düşünüyorum,” ya da “ ben varım” gibi, gerçeklik alanına ait doğruluklar sezgisel (intuitif) doğruluklardır. Bu doğruluklar basit, köksel ve indirgenemez türdendir. Descartes’a göre doğruluğun ölçütü açıklık ve seçiklik olmaktadır. Üzerinde konuşamadığı sezgisel doğruluğun sebebini, nedenini “işte gün gibi ortada, apaçık!” diyerek geçiştirmiştir.

Açıklık ve Seçiklik (Clara et Distincta)
Descartes’e göre açıklık bir kavramın zihnimize doğrudan verilmesi, yani onun farkında, bilincinde olmamızdır. Seçiklik ise kavramı zihnimizdeki diğer idelerden ayırt edebilmemiz, sınırını çizebilmemizdir. Seçiklik açıklığı içerir.

Yöntemin Kuralları
Descartes dört aşamalı bir yöntem önerir;
1. Doğruluğunu açık ve seçik bilmediğimiz hiçbir şeyi doğru kabul etmemek.
2. Araştırdığımız sorunların her birini mümkün olduğunca küçük parçalara bölmek.
3. Onları basitten karmaşığa doğru bir sırayla incelemek.
4. Sık sık geriye dönüp elde edilen verileri sınamak.

Yöntemsel Kuşku
Descartes öncelikle duyularıyla sağladığı bilgi alanının kuşkuya açık olduğunu belirtir.
İnsanlar rüya görürken gördükleri rüyayı gerçek gibi yaşamaktadırlar, eğer uyanmasak rüya gerçekmiş gibi sürüp gidecek. Oysa uyanınca yatağımızda olduğumuzu ve hiçbir eylemde bulunmadığımızı anlıyoruz. Belki yaşam da bir gün uyanacağımız daha uzun süren bir rüya olabilir. Bu durumda rüya ile gerçek yaşam arasındaki sınır nerededir?

Cogito Bilgisi
Descartes her şeyden kuşku duymuş fakat sonunda kuşku duymakta olduğundan kuşku duyamayacağı sonucuna varmıştır. Şüphe etmek bir düşünme edimi olduğu, düşünmek için de var olmak gerektiği için sonunda o ünlü önermesini dile getirmiştir; “düşünüyorum, o halde varım”
Descartes için, bu kendi varlığının, var oluşunun bilgisi açık ve seçik bir bilgidir, çünkü zihnine doğrudan doğruya verilmektedir ve ayrıca sınırı da bellidir; bu varoluş, onun düşünen varlığının, düşünen beninin varoluşudur; bedenselliği ile ve daha başka şeylerle hiçbir ilişkisi yoktur.
Bu düşünen ben, tinsel töz sürekli olarak düşünen töz, kuşkulanmak, algılamak, imgelemek, akıl yürütmek ve bunlar gibi birtakım düşünme edimleri ile kendisini var kılan bir tözdür. Descartes bu tinsel töze “res cogitans” adını verir.

Tanrı Bilgisi
Descartes düşünen beninden, tinsel tözünün varlığından, bedensel varlığına, bir başka deyişle madde tözüne geçemeyeceğini düşünür. Zihninde bir yetkinlik düşüncesi olduğunu, bu düşünceyi kendisinin üretemeyeceğini, çünkü kendisinin yetkin bir varlık olmadığını öne sürer. Bu düşünce ona dış dünyadan da gelmiş olamaz, çünkü dış dünya ve bu dünyadaki şeyler de yetkin değildirler. O halde bu düşünceyi onun zihnine kendisi yetkin olan bir varlık vermiş olmalıdır. Bu yetkin varlık da Tanrı’dan başkası olamaz.

Matematik ve Dış Dünya Bilgisi
Biz sürekli olarak içinde bulunduğumuz durumun değiştiğini, sağa sola devindiğimizi yönümüzü değiştirdiğimizi açık ve seçik olarak deneyimliyoruz. Bu deneyim bir bedenimizin olduğuna işaret eder. Bu da bizi “uzamlı töz”ün (res extensa) varoluşuna götürür.

Descartes’e göre töz, “var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye gereksinim duymayan şeydir”
Descartes, ruh/zihin ve maddeyi töz olarak kabul eder. Her ikisini de Tanrı yaratmıştır ve varolmak için birbirlerine ihtiyaçları yoktur.
Ruh tözünün özsel niteliği düşünmek, sürekli olarak düşünceler, ideler üretmektir. Descartes bu töze “düşünen şey” (res cogitans) adını verir. Madde tözünün özü ise uzamlı olmaktır. Bu nedenle bu töze de Descartes, “uzamlı şey” (res extensa) adını vermektedir. Uzam, maddesel tözlerin özsel niteliğidir, olmazsa olmazıdır. Maddesel cisimlerin yer aldığı fizik doğada hiçbir boşluk yoktur; her yer cisimsel olanla kaplıdır.

Descartes’in üç devinim yasası:
1. Bir şey başka bir şeyden etki almadığı sürece dinginlik ya da devinimini sürdürür.
2. Devinen her cisim, devinimini düz bir çizgi doğrultusunda sürdürme eğilimindedir.
3. Her cisim hareketi esnasında direnç gücü daha yüksek bir cisimle karşılaşırsa onun hareketinin etkisiyle yönünü değiştirir, kendi direnci daha güçlüyse o cismi de kendisiyle birlikte hareket ettirir.

Zihin-Beden Etkileşimi
Düşünen şey ile uzamlı şey nasıl bir araya geldi? Descartes’ın açıklaması, “karşılıklı-etkileşimcilik (interactionism) adını taşımaktadır. Bunun anlamı şudur: zihin ister, beden yapar. Descartes’ın bu noktadaki açıklamaları sıkıntılıdır. Varlığının bilgisini düşünmekte bulan Descartes, Meditasyonlar adlı kitabında öncelikli tözü olan zihni/ruhu maddeden ayrı düşünemez noktaya gelir. Ruh, insan beyninde pineal glans adı verilen bir salgı bezindedir der ve bedendeki tüm etkileşimleri buradan kontrol ettiğini belirtir.

Descartes bir Katolik’tir. Ancak, yaşadığı dönemde popüler olan reform hareketinin kiliseye ve skolastik felsefeye yönelttiği eleştirilerin etkisine kapılmıştır. Bunun sonucunda bildiği/bildiğini sandığı her şeyi bir kenara bırakarak şüpheciliği yöntem edinerek bilimsel bir düşünce kurmaya çalıştı.
Metot Üzerine Konuşma adlı eserinde felsefe için sarsılmaz bir temel kurma çabası içindedir. Ona göre, kıyaslar mantığı, zaten bilineni ortaya koyar. Mevcut disiplinlerde aradığını bulamaz ve bir takım kurallar önerir:
1- Doğruluğundan kesin olarak emin olmadım şeyleri doğru kabul edemem.
2- Problemlerin çözümünde karşılaşılan konu en küçük parçalarına kadar bölümlere ayrılmalı.
3- En basit olandan başlayarak bileşik yapıyı anlamaya çalışmalı.
4- Her hangi bir şeyi atlamadığımdan emin olmak için sürekli olarak geri dönüşler ve kontroller yapmalıyım.

Bu dört maddeyi yöntem edinen Descartes, kendi varlığından emin olduktan sonra (“ben varım” demek yeterli bir kanıttır) kendisinin ne olduğu sorusuna cevap arar. Böylelikle varlık sorusundan öze yönelik soruya geçiş yapar. Demek ki hâlâ Aristotelesçidir. Aristoteles’e göre bir şeyin özü onun gerçekten ne olduğudur.

I. Meditasyon
I. Meditasyon kendilerinden şüphe edilen şeyler hakkındadır. I. Meditasyon’daki argümanların temelinde, felsefe tarihinde birincil ve ikincil nitelikler olarak bilinen ayrım yatmaktadır.
Descartes’a göre, ikincil nitelikler nesneye ilişkin duyumlardan kaynaklanırken birincil nitelikler, nesneye özgü matematiksel niteliklerdir. Descartes, ikincil olduğu kadar birincil niteliklerin doğruluğundan da emin olamadığını belirtir.

II. Meditasyon
II. Meditasyon insan zihninin özünü anlamaya ve zihni tanımanın bedeni tanımaktan daha kolay olduğuna ilişkindir. Felsefi sistemi için aradığı temel taşını cogito ergo sum sözleriyle tespit eder: ona göre düşünüyor olduğunu söylemekle kendi varlığından kesin olarak emin olmakta ve bu kesin bilgiyi, sisteminin temeli olarak ilan etmektedir.
Fakat kimdir ya da nedir bu “ben”? Descartes için “ben düşünen bir şeydir, yani bir zihin, bir anlık ya da us.”
Bu, Descartes’ın Meditasyonlar’daki genel bakış açısını belirleyen düşünen töz (res cogitans) ve uzamlı töz (res extensa) arasında yaptığı radikal ontolojik ayrımın başlangıç noktasıdır. İki töz, karşılıklı olarak birbirini dışlar. Düşünen töz fiziksel değildir ve özü gereği ruhsaldır, buna karşın uzamlı töz fizikseldir, ama düşünemez.
Cisimler duyularla algılanır fakat onlar anlıkla, zihinle, akılla bilinebilir (zira duyular, bildiğimiz bir şeyi zihnimize farklı biçimde getirebilirler, buna karşın insan aklı o şeyin ne olduğunu yine bilir. İşte bu nedenle res cogitans apayrı bir töz olarak ele alınır).

III. Meditasyon
III. Meditasyon Tanrı’ya ve Tanrının varlığına ilişkindir. Descartes’a göre, insan farklı düşünme biçimlerine sahiptir. Bunların arasında sadece yargıların doğruluk değeri vardır. Yanılgılarımızın çoğu da idelerimiz hakkındaki yargılarımızdır. İdeler de doğuştan gelen ideler (ideae innatae), zihnin kendi ürettiği ideler (ideae factitiae) ve dışarıdan gelen ideler (ideae adventitiae) olmak üzere üç türlüdür. Dışarıdan gelen ideler duyu verilerine dayanır. Zihnin kendi ürettiği idelerdeyse imgelem devrededir, bunlar gerçek ve saf olmayan idelerdir.
Tanrı idesi duyuların ürettiği bir ide değildir. O salt imgelemin ürünü de değildir. Bu noktada yeterli neden ilkesine dayanarak, insandaki sonsuz mükemmellik idesinin, kendisi sonsuz ve mükemmel olan bir töze ihtiyaç duyduğunu ve bunun da insan zihnine ancak Tanrı tarafından verilmiş olabileceği sonucuna ulaşır.
Tanrı vardır, çünkü O, Tanrı idesinin tek yeterli sebebidir.

IV. Meditasyon
IV. Meditasyon doğruya ve yanlışa ilişkindir.
Tanrının bize verdiği aklı iyi kullanacak olursak hiçbir zaman yanılmamıza olanak yoktur. Ancak insan sınırlı ve eksiklikleri olan bir varlıktır. Bunlar, hata yapmak için yeterli sebeplerdir. Descartes’a göre asla yanılmamak alışkanlığını kazanmak elimizdedir. İrademizin, bilgimizin ötesine gittiği, yanıldığımız önceki durumları hatırlayarak, sadece açık ve seçik bildiğimiz şeyler hakkında yargıda bulunma alışkanlığını kazanabiliriz.

V. Meditasyon
V. Meditasyonda, maddesel şeylerin özünün, bir kere daha Tanrı ve Tanrının varlığına ilişkinliğidir. Descartes, ben’in tanrıya ilişkin bilgisinden hareketle dış dünyaya yönelir. Dolayısıyla dış dünyanın bilgisine, “düşünüyorum o hâlde varım” önermesine ulaştığı gibi sezgiyle değil, tümdengelim yöntemi ve duyumlarına dayanarak ulaşır. Tanrıyı bilmeden özlere ilişkin herhangi bir bilgiye sahip olmak mümkün değildir.

VI. Meditasyon
VI. Meditasyon, maddesel şeylerin varlığına ve insanın ruhuyla bedeni arasındaki gerçek ayrılığa ilişkindir. VI. Meditasyon’da iki amacı vardır; ilki, maddesel şeylerin var olduğunu göstermek, ikincisi zihnin bedenden ayrı olduğunu göstermek.
Descartes, insanların özsel niteliklerinin düşünme, isteme ve imgelem gibi tamamen ruha ilişkin nitelikler olduğunu ve bedenle hiçbir ilgisi olmadığını söyler. Buna karşın duyum algısı, yer değiştirmek, çeşitli durum ve konumlar almak gibi bir beden gerektiren nitelikler ruhumuzun değil, bedenimizin nitelikleridir ve özümüzü oluşturmazlar.

Açık Seçik İdeler Kavramı
Descartes’ın zihin kuramına göre ideler zihnin nesneleridir.
Descartes akılcı bir düşünür olarak ideyi kavram anlamında kullanır.
Aklın doğuştan gelen ideleri açık seçik algılamasına dayanarak, doğruluğundan şüphe edilemeyecek bir bilgiye varmanın yollarını araştırır.
Descartes’a göre açıklık ve seçiklik, zihnin kavrayışında en yüksek nokta ve bir şeyin doğruluğunun şaşmaz bir kanıtıdır. Ona göre “ancak açık ve seçik olarak kavradığımız şeyler üzerine yargıda bulunduğumuzda hiç bir zaman aldanmamıza olanak yoktur.
Descartes’a göre açıklık bir nesnenin kendisini aracısız olarak kavramaktır. Seçiklik ise nesnenin bilgisinin diğerlerinden ayrılmış ve kesin olmasıdır.

Descartes’ın Felsefesinde Duyguların Rolü
Ruhun İhtirasları adlı eseri, Prenses Elizabeth’in Descartes’ın zihin beden ilişkisine dair kuramına getirdiği eleştirilere bir cevap olarak yazılmış ve ona atfedilmiştir.
Prenses Elizabeth, Descartes’a yazdığı mektubunda uzamsız ve cisimsiz olan bir ruhun, bedeni hareket ettirdiği fikrini, anlayamadığını ifade etmiştir.
Genel olarak ihtiraslar başlığını taşıyan ilk bölümde Descartes ihtirasların özelliklerini ve zihin beden ilişkisini nasıl aydınlattığını ele alır.
İkinci bölümde ihtirasların genel bir sınıflamasını verir.
Üçüncü bölümdeyse belli ihtiraslar ve onların ahlaki yaptırımları üzerinde durur.
Eserin ilk bölümünde belirttiği gibi ihtiras, Descartes’a göre her meydana gelen şeye verilen isimdir.
Descartes “ruhumuzda bir ihtiras olan şey, bedende bir etkidir” diyerek, zihin ve beden arasındaki ayrımı anlamanın en etkili yolunun ihtirasların doğasını anlamak olduğunu belirtir.
Descartes, zihin beden düalizmi temelinde, ihtirasların; bedenin korunmasına, devamının sağlanmasına yönelik olmakla birlikte, insanlarda özellikle ruhun kontrolü altında olduklarını söyler.

Ruh ya da zihnin özü imgeleri içermeyen saf düşünmedir. Descartes’a göre imgeleri içermeyen saf düşünme ya zihnin kendi üzerine ya da Tanrı üzerine düşünmesidir. Saf düşünmenin dışında kalan bütün düşünümler, bedeni ve beyni, bir tasarımlama aracı olarak görmek durumundadır.

İstenç Özgürlüğü ve İyinin Doğası
Descartes insanın istenç (irade) özgürlüğüne sahip olduğunu kabul eder. İnsanın özgürce davranma edimi insan için en temel en önemli düşünsel bir kiptir. Descartes bundan sonra törebilim hakkındaki düşüncelerine yer verir (Metot Üzerine Konuşma).
Descartes’in törebilimi dört pratik ilkeye dayanır:
1. Ulusun yasalarına, törelerine, dinsel inançlarına boyun eğ.
2. Kanılarına bağlı kal ve seçtiğin eylem yolunda kararlı ol.
3. Kendini ve tutkularını çevrene ve talihine uyarla.
4. Senin için en iyi olacak yaşam uğraşını dikkatle seç.

Duygu (tutku) çözümlemesi karşılıklı-etkileşim kuramı ile bağlantılıdır: Buna göre duygunun ruhta beden tarafından uyarıldığını öne sürer.
Tutkular uyardıkları istek aracılığıyla bizi her türlü eyleme götürebilirler. Bu eylemler iyi veya kötü olabilir. Bu nedenle de denetlenmeleri gerekir.
Denetlenmesi gereken istektir. Descartes’e göre istek doğru bilgiyi izlediği zaman iyidir; bir yanılgı üzerine kurulduğu zaman kötüdür.
---

Modern Felsefe I
Prof. Dr. Sara Çelik
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 2588
Haziran 2012, Eskişehir
-
Zihin Felsefesi
Doç. Dr. Kamuran Gödelek
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2337
Ocak 2013, Eskişehir

Thomas Hobbes

Thomas Hobbes (1588-1679)

İngiliz deneyciliğinin öncü ismidir. Uzun yıllar Fransa’da bulundu. Bu sure zarfında dönemin entelektüel çevreleriyle tanıştı. Gassendi’nin etkisiyle natüralist bir doğa felsefesi üzerine çalıştı. Asıl başarısını kuramsal siyaset hakkındaki yazılarıyla kazandı. 1651’de yazdığı Leviathan siyaset felsefesinin temel yapıtlarındandır. Eserinde kiliseden bağımsız, güçlü bir devlet modelini savunarak devlet kurumunun siyasi ve etik ödevini bilimsel olarak temellendirmeye çalışmıştır.

Hobbes’a göre felsefenin görevi insanı dogmatik düşüncelerden kurtarıp yeni düşüncelerin kapılarını açmak ve teoloji karşısında bir duruş kazandırmaktır. Hem bilimlerde, hem siyaset alanında bilgi, güçtür ve felsefenin ana amacı önceden görülebilen etkileri kendi yararımıza kullanabilmektir. Hobbes için felsefe nedensel açıklama ile yani bir etkiyi ortaya çıkaran süreçlerin bilimsel açıklamaları ile ilgilenir. Oluşturucu bir süreçle var olmamış olan Tanrı ve tinsel varoluş biçimleri felsefeden dışlanmalıdır.

Hobbes’a göre iki tür cisim vardır. Doğa tarafından yapılan doğal cisim ve insanların istenç ve anlaşmalarıyla oluşan devlet (commonwealth). Böylece felsefe de doğal felsefe ve yurttaş felsefesi olmak üzere ikiye ayrılır. Yurttaş felsefesi de iki alt bölüme ayrılır: psikoloji ve siyaset. Hobbes, dizgesel bir bütünlük sergileyen felsefi sistemini De corpore (Cisim Üzerine), De homine (İnsan Üzerine) ve De cive (Yurttaş Üzerine) başlıkları altında inceler.

Hobbes, yöntem olarak akılcılığı benimsedi. Ona göre tümdengelimsel hipotetik yöntem felsefedeki uslamlamaların ana eksenini oluşturur. Hobbes, “uslamlamayı hesaplama olarak anlıyorum” demiş, hesaplamanın ise toplama ve çıkarma olduğunu belirtmiştir. Çözümleyici yöntem analitik, birleştirici yöntemse sentetiktir. Çözümlemede zihin tikelden tümele, yani ilk ilkelere ilerler. Birleştirmedeyse zihin ilke ya da genel nedenlerden yola çıkarak bunların etkilerini kurmaya geçer. Görüldüğü üzere Hobbes’un felsefi yöntemi bir ölçüde tümevarımlı, bir ölçüde tümdengelimlidir.

Bilgi Kuramı
Hobbes, deneycidir; duyu algılarından elde edilen verilerden hareket ederek bilgiye ulaşma yolunu benimser. Hobbes duyu verilerinden elde edilen bilgiyi olgu bilgisi ve sonuç bilgisi olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Olgu bilgisinin örneği tarihtir. Sonuç bilgisi ise, örneğin A doğru ise B de doğrudur türünden bir bilgidir, yani koşullu ya da varsayımlıdır.
Evrendeki ilk tümel neden Hobbes’a göre devinimdir. Dışarıdaki gerçeklik devinen gerçekliktir; biz onu renk, ses ya da koku olarak algılarız. Zihinde oluşan bu duyumlar düşüncelerimizin çıkış noktasını oluştururlar. Hobbes’a göre imgelenebilir olan ile tasarımlanabilir olan özdeştir. O halde sonsuz olanın ya da maddesel olmayanın düşünce ya da imgesi olamaz. Düşünülebilir olanla imgelenebilir olanı özdeşleştirdiği için zihinde tümel nitelikli kavramlara yer olmadığını savunmuştur.
Hobbes’a göre insan, bitki, taş gibi somut varlıklara uygulanan adlar birincil yönelimsel tümel adlar, cins, tür, ayrım gibi mantıksal terimler ise ikincil yönelimsel tümel adlardır. Dışımızdaki şeyler duyularımız aracılığıyla bedenimize etki ederler. Bu etkiler zihinde bir tasarım ya da imgeye dönüşürler.

Bilimsel Bilgi
Fenomenler imgeleri üretmekte, imgeler sözcüklere çevrilmekte ve bunların konuşmadaki bağıntıları bilimi olanaklı kılmaktadır. Çıkarımın başlangıç noktası olan ilkeler tanım önermeleridir. Tanımlar sözcüklerin anlamlarının açıklanışından başka bir şey değildir. Tanım, yüklemi öznesini çözümleyen bir önermedir.
Tanımlar tanıtlamanın biricik ilkeleridir ve bu tanımların kendileri tanıtlanamazlar. Bu durumda bilimsel önermeler ile olgusal dünya arasında bir ayrılık söz konusu olmakta, bilimsel önermelerin olgusallığa uygulanabilirlikleri konusunda hiçbir güvence kalmamaktadır. Uslamlama yalnızca sözcükler arasındaki bağıntıları dile getirir. Buna göre biricik kesin bilgi önermelerin imlemlerinin bilgisidir; A, B’yi imliyorsa ve A doğruysa, B doğrudur.

Cisimler Dünyası
Hobbes’a göre felsefe genel anlamda cisimlerin nedenleri ve nitelikleriyle ilgilidir. Hobbes, “sadece cisimler varolur” öncülünden hareketle, tüm gerçeklik süreçlerinin devinen cisimlerin terimleri içinde açıklanacağını söyler. Devinim, fiziksel cisimlerin, insan cisminin ve politik cisim olan devletin üçünü birden kapsayan tek temel ilkedir.
Cismin uzamlılığı ve zamanlılığı da devinim kadar aslidir.
Renk, ses, koku, tat ve dokunulabilir nitelikler görüngüden ya da imgeden başka bir şey değildirler. Felsefe bu görüngülerin, yani imgelerimizin nedenlerini bulma çabasıdır.

AHLAK VE SİYASET
Hobbes’a göre zihin, beyindeki bir devinimdir ve imgeler ya da idealar bu devinim sonucu ortaya çıkarlar.
Zihinselliğin temelinde bir dürtü gücü ya da çaba gösterme vardır; bu Spinoza’nın conatus dediği şeydir. Bu çaba gösterme, kendisine neden olan bir şeye yönelik ise istek, arzu; bir şeyden uzaklaşmaya yönelikse kaçınma, nefret gibi adlar alır.
Dışsal nesneler duyu organlarını etkiler, buradan beynin tasarımlama dediğimiz devinim ve uyarılışı doğar, beyin bu devinimi yüreğe iletir ve orada tutkular oluşur.
İstenç, düşünüp taşınmadaki son edimdir. Bu hayvanlarda da olduğu için onlar da istençli davranışlar ortaya koyarlar. İstenç özgürlüğü iki türde de eşittir.
Güç isteği insanın zihinsel yatkınlıklarını geliştirmesi bakımından en temel etkendir. Hobbes’un psikoloji ve ahlak görüşleri atomsal bireyciliğe dayanır. İnsan toplu halde yaşasa da neyin iyi neyin kötü olduğunu kendi istenciyle belirler. Buna atomsal bireycilik denebilir. Bu bireyciliğin doğurduğu sorunlardan kaçınmak için Hobbes, insan yaşamını bireycilikten, yine yapay bir cisim olan ‘Devlet’ yaşamına doğru evrimleştirmiştir.

Leviathan
İnsanın toplumdaki doğal durumu, herkesin herkese karşı savaşıdır. Bu aşamada insan insanın kurdudur ve bu hâl, ortak bir güç olan devlet altında birleşilene dek sürer.
Hobbes’a göre insanlık doğal savaş durumundan doğal yasa yoluyla kurtulabilir. Doğal bir yasa, akıl tarafından bulunan ve neyin yapılıp neyin yapılmayacağını söyleyen genel bir kuraldır.
İlk yasa “her insan barışı arayıp bulmalı ve onu takip etmelidir.” Bundan ikinci yasa çıkar; “Bir insan, öteki insanlar da istekli oldukları zaman, barışa ve kendini korumaya istekli ise o zaman tüm şeyler üzerindeki hakkından vazgeçmenin zorunlu olduğunu düşünecek ve öteki insanlara izin verdiği kadarıyla öteki insanların da kendisine vereceği özgürlükle yetinecektir.”
Hobbes bu yasaların sivil toplum durumunda olduğu kadar doğa durumunda da bağlayıcı olduğunu söyler. Fakat kendisinden asla vazgeçilemeyecek haklar vardır; kendini savunma hakkı bunların başındadır. Bencil insanlar bu yasalara uymazlarsa öteki insanlara kendini savunma hakkı doğar, bu da anarşiye yol açar. Bu durumdan sakınmak için insanlar, doğal yasanın buyruklarını izleyerek hak ve özgürlüklerinin bir kısmından vazgeçer ve bir toplumsal sözleşme yaparlar; bu şekilde devlet (commonwealth) diye adlandırılan yapay bir kişi, bir Leviathan (Dev) yaratırlar.
Bu sözleşme yurttaşların kendi aralarındadır. Bu esas üzere yöneticiye yurttaşları yönetmesi için mutlak güç verilir. Yönetici tek kişi de olabilir, bir topluluk da. Hobbes, mutlak güce sahip tek bir yöneticiyi yeğlese de ideal düzenin demokrasi ile de gerçekleşebileceğini savunur. Yöneticiye aktarılan yönetme hakkı mutlaktır ve geri alınamaz. Egemenlik asla kişiler ya da kurumlar arasında bölünemez.
Hobbes’a göre hükümdarın olduğu yerde yasa da vardır. Yöneticinin edimlerini önceleyen ve sınırlayan adalet ve ahlak ilkeleri yoktur. Adaletsiz yasa olamaz çünkü adalet, hükümdar tarafından konulan yasalarla uyum içinde olan davranış demektir; yani yasadan önce adalet diye bir şey yoktur.

---

Modern Felsefe I
Prof. Dr. Sara Çelik
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 2588
Haziran 2012, Eskişehir


Thomas Reid

Thomas Reid (1710-1796)
Glasgow Üniversitesinde Adam Smith’in ardından ahlak profesörü olarak atanmıştır. İskoç felsefesinde sağduyu okulunun kurucusudur. Hume nasıl empirizmi bir kuşkuculuğa taşımış ise o da empirizmi bir sağduyu yaklaşımına taşımıştır.
“İdeler algının dolaysız objeleridir,” düşüncesinin yanlış olduğunu göstermeye çalışır. Ona göre günlük dilde bu sözcük kavramayı ya da ayrımsamayı imler. Herhangi bir şeyin bir düşüncesini ya da idesini taşımak onu kavramış olmaktır; onun hiçbir düşüncesini taşımamak onu kavramamış olmaktır.
Filozofların anladığı anlamda algı nesnesi olan düşünceler ya da ideler olmadığını öne sürer: Ona göre algı obje ile ilişkili olarak zaten yargıyı içerir; o algılayanın zihnindeki idelerin basit bir kavranışı değildir. Kısacası biz bir şeyi algılarken, birtakım ideleri ya da izlenimleri algılamakta değiliz, doğrudan doğruya o şeyin kendisini algılıyoruz. Bu yargı ve inanç düşünceleri algının doğasında içerilir. Ona göre, “nitelikler tözün doğasında vardır,” “her olayın bir nedeni vardır” ve “duyular, bellek ve tümevarım genel olarak güvenilir zihinsel edimlerdir.” Reid’e göre bu kökensel ve doğal yargılar, doğanın insan anlığına vermiş olduğu donanımın parçasıdırlar. Bunların tümü insanlığın sağduyusu denen şeyi oluştururlar. Kendiliğinden açıktırlar, tüm bilimlerin temelidirler. Reid’e göre sağduyu ilkeleri kendiliğinden açık, tanıtlanmalarına gerek olmayan, uslamlamanın ve bilimin temelini oluşturan kökensel ve doğal yargılardır.
Locke’un algı kavramından hareketle, Berkeley’in spiritüalist idealizmi ve Hume’un idealist kuşkuculuğu Reid tarafından bir sağduyu realizmine dönüştürülmeye çalışılmıştır.
---

Modern Felsefe I
Prof. Dr. Sara Çelik
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 2588
Haziran 2012, Eskişehir