30 Ekim 2017 Pazartesi

Sandıkçı Şükrü

Rizeli Eşkıya Sandıkçı Şükrü ile İlgili Bir Belge
1865 yılında Rize’de doğan Sandıkçı Şükrü’nün babası Rize’nin yerlilerinden Ömer Reis’tir. Şükrü’nün gençliği Yunus avcılığı ile geçer. Askerliğini 1885’te Trabzon’da askerî filikalarda yapar. Bir gün Haldoz (Portakallık) Mahallesindeki düğünde Şükrü’nün kardeşi Bayram, Abidinin Yusuf tarafından bıçaklanır. Durumu öğrenen Şükrü, Yusuf’u vurup öldürür. On beş yıla mahkûm olur ve Sinop Cezaevi’ne gönderilir. Firar ederek İstanbul’da saklanır. İhbar sonucu yakalanır. Bu defa Bodrum Cezaevi’ne gönderilir. Kardeşi Bayram’ın yardımıyla İzmir Limanı’nda gemiden firar ederek memleketi Rize’ye gider. Eski düşmanları Abdûoğulları’nın adamı eşkıya Hasan’ı öldürür. Perilizadelerin mısır yüklü kotralarına el koyarak Çiftekavaklar’da halka dağıtır. Kendisini öldürmeyi planlayan eski arkadaşı Kamacıoğlu’nu vurur. Hükûmet peşine düşer. Fırtınalı bir havada denize açılır. Bir dönem Zigana dağlarına çıkar. Sırası ile kendisini ihbar eden Gülcemal’in kocası Manenli İsmail’i, Kırbozoğlu’nu öldürür. (s. 127)

Fener Mahallesi ve çevresi onun yönetimi altına girer. Sözlü kaynaklara göre dönemin Trabzon valisi Kadri Paşa (1892-1902) ona “Orman Valisi” sıfatını yakıştırır. Bazı meselelerin çözümünü ona havale eder.

Şükrü, kardeşi Bayram ve yeğeni Mehmet’le birlikte Aliye adında ihtiyar bir kadının evine misafir olur. Gece uyurlarken ihtiyar kadın onları ihbar eder. Sabah uyandıklarında ev sarılmıştır. Kuşatmada eski arkadaşı Varilcioğlu Sadık da vardır. Sadık’a seslenip sorar; bir oyun var mıdır? Sadık, kendisine bir zarar verilmeyeceğini, kurşunların boşa sıkılacağını söyler. Şükrü evden çıkar, Sadık sözünde durmaz. Kurşun yağmuruna tutulan Şükrü ancak yirmi adım yol alabilir. Şükrü vurulunca Bayram’la Mehmet teslim olurlar. Sandıkçı Şükrü’nün ölüsü Rize’ye götürülerek tüfeği ile birlikte üç gün halka teşhir edilir. Yıl 1907’dir.

14 Haziran 1320 (27 Haziran 1904) tarihli bir belge (…) Sandıkçı Şükrü’nün Bodrum’a değil Fizan’a sürgüne gönderildiğini ve bu sırada İzmir’den firar ettiğini ortaya koymaktadır. (s. 128)

Sandıkçı Şükrü Destanı
Sene bir üç yüz yirmi tamam
Şükrü’nün hakkında okundu ferman
Dünyada kimseye kalmadı inan,
Bu fani dünyaya itibar olmaz

Üç yüz iki senesi nefsime uydum
Delil oldu şeytan, bir cana kıydım
Defterime katil ismini koydum,
Der-i dünya daim, kimseye kalmaz.

Birkaç sene çektim kahr-ı zindanı
Nasiboldu bize Sinob’un hanı,
Firar etmek ile buldum amanı,
Eşkıyaya devletin ihsanı olmaz,

Zengine, fakire bireldim eşi,
Çakmakla götürdüm tuğlayı taşı
Seyrine geldiler paşa, binbaşı
Toplama danenin harmanı olmaz.

---
Yüksel, Ayhan. Doğu Karadeniz Araştırmaları. Kitabevi Yayınları. 3. Baskı, 2013 (s. 127-132)

---


Sinop Cezaevi’nde yattığı dönemde, Sandıkçı’nın hikâyesini ve destanını öğrenen Sabahattin Ali, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” adıyla meşhur türkünün güftesini yazmıştır.

Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz

Sene 1341 nefsime uydum
Sebep oldu şeytan bir cana kıydım
Katil defterine adımı koydum
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Sen üzülme anam dertlerim çoktur
Çektiğin çilenin hesabı yoktur
Yiğitlik yolunda üstüme yoktur
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Çok zamandır çektim kahrı zindanı
Bize de mesken oldu Sinop’un hanı
Firar etmeyilen buldum amanı
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Sinop kalesinden uçtum denize
Tam üç gün üç gece göründü Rize
Karşıki dağlardan gel oldu bize
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

Bir yanımı sardı müfreze kolu
Bir yanımı sardı Varilcioğlu
Beşyüz atlı ile kestiler yolu
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz


Sandıkçı İçin Yazılmış Başka Bir Türkü
Vela yokuşunda sipere yattım
Ordan hükümete çok kurşun attım
Arpayı buğdayı halka dağıttım
Puştluklan vuruldum ona yanarım

Vela’dan yürüdüm karakış ayı
Havası çok yağar döker borayı
Hükümet arkamdan izim arayı
Bir saat bir yere kayıdım olmaz

Bir ihtiyar nineye misafir oldum
Nine yaktı ateşi etti rağbeti
Kızdırdım gövdemi buldum rahatı
Sıcak çorba oldu şeker şerbeti

---


Sandukçi Şukri’nun Destani

Dinleyun ağaler tarif edeyim
Baz ehvalinden devri cihanun
Semaye çekildi ar ile namus
Bu bir alameti ahir zamanun.

Can bulbuli gül kafesinden uçti
Nice hanedanun yulduzi duşti
Dillerde soylenur hırsuzi puşti
Sozi makbul deyil ehli irfanun.

Hakk bizi bahşetti derde eleme
Günbegün arteyur zulmi zeleme
Hep cumle katipler alsa kaleme
İsyani yazılmaz devri cihanun.

Şems ü kamer kibi vermuştur ziya
Umurinde idi bu behri sira
Şukri dedukleri bir met eşkıya
Haracini yedi birçok egnanun.

Rize görmemiştur boyle yiğidi
Meğrib’den Meşrik’e şani yurudi
On sekiz gişinun teni çurudi
Suyi gibi daştı Nuşirevan’un.

Muharebe etti her bir etrafe
Hukmi icra etti hep kaften kafe
Sultan benim dedi yekün esnafe
Usuller bildurdi mugayir kanun.

Güller açılmıştır al yanağuna
Zannederdun duman duşmez dağuna
Cumle cahilleri aldun bağuna
Hududua değin Kezelelma’nun.

Cihande inandun her munafike
İhsan buyurmadun hiçbir refike
Perili’yi aldun tahtı tevfike
Kapisinde kuller bekler zindadun.

Hiç gören var midur boyle hunerden ?
Kapiye bağladun diri kemerden
Hediye gelurdi her gün şeherden
Çifte yaşçikleri tayin helvanun.

İhafe edildi hep cumle esnaf
Kelbunde yoğidi zerrece insaf
Her gün konağunde olurdi israf
Puti ve çeyreği hasi buydağun.

Telgıraf misali cihani sardi
Atun meydan olup vardukçe vardi
Konağune dere kibi akardi
Rakisi, şarabi Pondeliya’nun.

Mahalle başinde konaği kurdun
On beş sene zevkü sefani surdun
Elunde mahvoldi vatanun yurdun
Boyle bir muruvvet adalet kanun.

Kalem alendi duz ifadeler
Nice hanedanlar ocak-zadeler
Çunki hitam buldi doldi vadeler
İdamuna karar verdi gordonun.

Paşa efenduma gelmesun zeval
Bir zoman görişti alem heyal
Birinci şeherde çağırdı tellal
Gelsun sultanleri her bir ormanun.

Asli ham eyuldur pişmiş ocakte
Efendum çok yaşa iş bu sancakte
Bir eşkıya kalmaz tenha bucakte
Bu hususta suyi daşti Tuna’nun.

Rize’den Erzum’den taht revan olsun
Hep yekun fakirler şaduman olsun
Cumle eşkıyaye bir ilan olsun
Oğinden kaçilmez bu furtunanun.

Hep tehrir ittiler elayı arşi
Ancak şimdi oldi ne güzel öçarşi
Paşa efendumun adina karşi
Suyi tartilur mi behri Umman’un ?

Gelsun Lazistan’un eşkıya baği
Gün kibi görinur firar yataği
Bir yandan dolaşti karakol daği
Bir taraftan asker kesti amanun.

Yazuk olsun buca emeğe
Feda olsun iki lokma yemeğe
Zayıf seğer kibi duştun hendeğe
Bukeldi altuna kaldi gerdanun.

Şeherde tutuldi hep kapi baca
Torinun kardaşun gitti ilaca
Seni bağladiler bir tek ağaca
Sarayun oğinde oldi seyranun.

Paşa efendumun maksadı kasti
Ancak fark eyledi duşmani dosti
Ya Allah diyerek bağrine basti
Şukri Kaptan kibi bir pehlivanun.

Hep cumle mahlukat girdi içeri
Melhem surmediler nezuk ayara
Mujdeciler geldi girdi siraya
Dediler Mevla’ya geldi külhanun.

Efendimiz teşrif etti seyrane
İnsanler dopdoli durmiş divane
Gözleri açuktur bakar cihane
Ervahi göç etmiş her bir azanun.

Her noktayi zikre erişmez güzum
Hep tedat olur mi semda nucum ?
Bitun duşmanlerun bekleyun hucum
Harekete geçsun ruhi revanun.

Kal’e bend ettiler bir kardaşuni
Alem seyreyledi kanli leşuni
Azcık eyle kaldur başuni
Konağunde yoktur zarar ziyanun.

Bir kule ki tektim ider cehalet
Ondan hasil olur külli rezalet
O ki zuhur ider adli adalet
Boyle kabri olur boyle mevtanun.

Bazı kanat alup havaya uçtun
Uydun kör şeytone canunden geçtun
Birinci aslanun eline düştün
Oğul Şukri geçti demi devranun.

Çokten viran etti çarkı felekler
Arşe ilan oldi cumle dilekler
Suale kıyam ider melekler
Yanunde var midur bir tercümanun ?

Tez giriftar oldun habu gaflete
Mamafih muhtaç oldu rahmete
Ne yüzle varisen babı hazrete ?
Elunde var midur bir armağanun ?

Taktiler boynuna azim pranga
Yaktiler konağun kalmadi yonga
Yapsunler kabrini alaferanga
Kani refikleri Şukri Kaptan’un.

Soydun soğan kibi ağayi bayi
Konağunde yaktun hep kumanyayi
Duş kibi seyrettun iş bu dunyayi
Bir lahza içinde gördun aynanun.

Daha fişekluğun boynuna takma
Bunden boyle artuk kimseyi yakma
Yiğit ise asla semtine bakma
Bir kurşunden seni ter ider canun.

Felek meydan vermez bir asi şire
Bir eşkıya kalmaz gelen bahare
Fare delukleri oldi mağara
Üç gündür ağzinde yattı yunanun.

Muteserrif paşa kırdı daluni
Tasedduk ettiler cumle maluni
Hemen tekdim etti arzuhaluni
Bab ı sadaretten geldi fermanun.

Ali kibi bindun bir duldul ate
Cihane başladun duz islahate
Emirler alurdun altı saate
Beyefendilerden kimdur serdarun ?

Çok kapı bacalar yaktun ateşe
Bir çakal evinde kalmadi meşe
Adlü adaletun deyandi arşe
Atun oynar çevresinde meydanun.

Hevf itme eşkıya galbesinden
Alursen intikam hep cumlesinden
Vazgeçma efendum dulalesinde
Haci şaban kibi miri miranun.

Emsali bulunmez bayler içinde
Bir muşerref aydur ayler içinde
Hep yekün paşalar beyler içinde
Mehmet Ali Bey’dur senun ekranun.

Koyin kibi kuzsine meleşur
Nufzi deryayi daği dolaşur
Hin i sebavetten beri uğraşur
Yoluna baş koymuş bu mefkurenun.

Ekrebasuz olmaz bir an bir nefes
Dostinden oğline dost kalur mires
Seni şaşurtmesun alemde bir gess
Aslan olur yavrucağu aslanun.

Şukri yuz çevirdun bunca emekten
Kader boyle idi devri felekten
Seni geçirduler ince elekten
Yedi kat göklere çıktun semanun.

İtaat etmedun ulu emire
Muhammed’i verdun soğuk demire
Sabunsuz kefensuz girdun kebire
Adedini bilmez iken liranun.

Bab ı sedarette nektebun yazdi
Suğuni kabruni değir mi kazdi ?
Muteserrif Paşa tahtuni bozdi
Baykuşlere kaldı mulki viranun.

Aspet Yalisi’nde vurdiler seni
Çerkez zabitleri soydiler seni
Yaylı tabutine koydiler seni
Nesli Mamuşzade Bey Abdullah’un.

Abdullah deduğun bir aziz kuldur
Gülistan içinde bir nezuk güldür
Ehli irfan içun sozi makbuldur
Define uğraşur her bir belanun.

Ecdadi hanedan köşe taşıdur
Beyler ve paşalar hep sirdaşudur
Aslan kibi her dem kervan başidur
Rize’den Erzum’e aşar kervanun.

Zevkine mecnundur aşık divane
Ehbap içun doner msilı pervane
Ya gelmiş ya da yok devri cihane
Boyle bir cevheri Ulu Mevla’nun.

Yaz gelince çiker hanun beline
Gayet düzen verur sazun teline
Ali kibi gürzi alur eline
Karşısında döner kılıç kalkanun.

Cihan dumduz oldi cehri misalli
Emin esen oldi cumle ehali
Haci Perili’nun pak oldi mali
Kurbağa, ağzından çikti yilanun.

Huzur buyururdi emri alişan
Ululuk isterdi zannetti nişan
Dunyadan göç etki boyle perişan
Abdullah ’ta kaldi yahşi yamanun.

Bazı at binderdun bahar göçinde
Bazı otururdun sandan kiçinde
Kün fe yekün oldun üç gün içinde
Karardi eşiğun geçti şamdanun.

Fişekler taşırdın koyardun posta
Martinler taşırdın gezdun aleste
Bir iş göremedun ahir nefeste
Nesubunde yokti suyun Kur’anun.

Buldun kör şeytanun hile atine
Kibleyi çevurdun dehri batile
Kurşun attun devlet hükümetine
Ol günden selb oldi senun imanun.

Gördunuz mi bu Şukri’nun halini
Kimses kalmadi baksun malini
Dayim ruzgar esmiş kermiş dalini
Vaketsuz çiçeği açan meyvanun.

Her saniğun bilmek gerek yerini
Paşa efendimun bilmem sirrini
Anana beraktun uçten birini
Kimsesi kalmadi sefil ananun.

Boyle cari olmiş adiyi devlet
Eşkiyaya etmez zerrece hurmet
Güninde şaz oldi hep cumle millet
Umri uzun olsun Gazi Sultan’un.

O ki ilan oldi ferman yurudi
Her bir eşkiyanun kani kurudi
Meğrib’nden Meşrik’e şani yurudi
Sahib i edalet Ali Osman un.

Dayim mağlum eyle duşmanumuzi
Şadühendan eyle milletumuzi
Akubet fetheyle her yanumuzi
Hurmetine yarab bin bir esmanun.

Kani ol muzeyyen yerik yanakler
Kani ol muzellef elvan konakler
Şukri içun destan oldi sokakler
Geriki deluği nice zurnanun.

İlahi ben geçtum tatli canumden
Sen beni ayirma doğri imanden
Günahim reddeyle arşi rehmanden
Mağfiret kansın her bir isyanun.

Budur nasihatum cumle millete
Dualar ettiler dini devlete
Bir kimse kalmasun habu gaflete
Uyanun ey dn kardeşler uyanun.

Devletun kanuni bir kilden ince
Millet eyeklendi misli karince
Mevlam sihhet versun bitun umrince
Gözleri kör olur külli ahdanun.

İrade buyurdi edaletkani
Eşkıya kurtulmak oktur imkani
Her tarafi aldi Nuh’un Tufani
Gerleşti dalgasi yedi deryanun.

Millet ile edemedum imtizaç
Dunyade derduma bulmedum ilaç
Bugünden destane olmişim muhtaç
Bulemedum katresini dermanun.

Dertli olen ağlar, hastalar inler
Zaman ahir oldi kim kime dinler?
Nahiyem Mapavri keryem Çilenger
İsmumuz okunur Kahyaoğli’nun…
(Salih Kâhyaoğlu’nun Sandıkçı Şükrü için söylediği destan)


Salih Kahyaoğlu
Rize Çayeli, Çilingir Köyü’nde doğmuş ve aynı köyde vefat etmiştir. ( 1843-1909 arası yaşadığı sanılıyor ) Babasının Alican, annesinin adı Zeynep’tir.
Okuma ve yazmayı kendi öğrendiği söylenir. Tüm yaşamını alçak gönüllülükle gösterişsiz bir köylü olarak geçiren ozanımız; oldukça zeki, şakacı, hazır cevap ve nükteli kişiliği ile halk arasında Keya’nun Sale ismiyle tanınmıştır.
Şiirlerinde tasavvufi öğeler yanında yöresel unsurlar da zengin olmakla yörenin yaşamına dair birçok bilgiyi vermektedir.



29 Ekim 2017 Pazar

Orhan Naci Ak - Kurbağa Kızın Masalı

KURBAĞA KIZIN MASALI
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde pire molla iken, sinek bakkal iken ben anamı beşikte tıngır mıngır sallar iken bir kral varmış. Kralın da üç oğlu varmış. Üç oğlun üçü de evlenme çağına gelmiş. Kral oğullarını evlendirmeye karar vermiş. Onları çağırmış, ellerine birer yay ve ermiş, demiş ki;
Bu okları her biriniz atacaksınız. Okları hangi memlekete düşürürseniz o memleketten bir kızı size alıp vereceğim.
Büyük oğlan oku atmış bir memlekete düşmüş. Kral o memleketin en güzel kızını almış büyük oğlunu evlendirmiş.
Sonra ortanca oğlu ok atmış onun oku da bir başka memlekete düşmüş, ortanca oğlunu da o memleketin en güzel kızını alarak onu evlendirmiş.
Sıra küçük oğlana gelmiş küçük oğlan oku atınca bir kurbağa gölüne düşmüş. Kral kurbağa gölünden bir kurbağa alarak küçük oğluna senin kısmetine bu kurbağa düşmüş sen bununla evleneceksin demiş. Küçük oğlanı kurbağa ile evlendirmiş ve onlara ayrı bir ev yapmış.
Küçük oğlan bu işe Çok üzülmüş. Babasına ben bu kurbağa ile evlenmem demiş ise de babası kabul etmemiş.
Küçük oğlan her gün evden çıkıyor akşam eve dönünce evi silinmiş süpürülmüş, kurbağayı da ocağın başında oturur görüyormuş bu bir gün böyle olmuş, ertesi gün böyle olmuş, her gün böyle olmuş. Küçük oğlan evden çıkıyor eve dönünce evi silinmiş süpürülmüş temizlenmiş görüyormuş, evi kim düzene koyuyor diye merak ediyormuş.
Bir gün işe gideceğim diye evden çıkıyor ama işe gitmiyor yolda biraz eğlenip geri dönüyor gizlice evi gözetliyor bir de bakıyor ki evin içinde güzel mi güzel dünya güzeli bir kız dolaşıyor evi siliyor temizliyor. Oğlan eve giriyor kıza kim olduğunu soruyor, kız ben senin eşin olan kurbağayım kurbağa kralının kızıyım işte ocak başındaki kabuğum ben evin işini görüp yemeği hazırlayıp bulaşıkları yıkayıveriyorum bu kabuğun içine giriyorum.
Oğlan kurbağa kızı çok beğenmiş onu çok güzel bulmuş bir daha kurbağa Kabuğunun içine girip kendisini saklamasını istememiş, bu kabuğu ateşe atalım yakalım demiş. Kurbağa kız bunu istememiş o benim örtümdür onu yakarsak başımıza felaket gelir. Fakat kocasına dinletememiş, kocası kurbağa kızın kabuğunu ateşe atıp yakmış.
Günler geçiyor kral küçük oğlunun eşi kurbağanın çok güzel bir kız olduğunu öğreniyor küçük oğlunu sarayına çağırıyor kurbağa kızı görüp beğeniyor. Oğluna eşini boşamasını söylüyor. Niyeti kurbağa kızla evlenmekmiş.
Oğlan durumu eşine anlatıyor eşi çek üzülüyor ben sana demedim mi benim kabuğumu yakma, bak başımıza felaket geldi diyor ve eşini krala gönderiyor krala git ne isterse yapalım bu işten vazgeçsin diye kocasını krala gönderiyor. Kral bu evliliği razı olmak için üç şartım var bunları yerine getirirsen kurbağa kızı sana veririm diyor.
Oğlan çaresiz kabul ediyor kral birinci şartını söylüyor.
-Bana diyor, o kadar büyük bir halı bulacaksın ki benim bütün askerlerim üzerine yatacak ve yarısı da artacak diyor.
-Oğlan eve geliyor ne yapacağını bilemiyor bu kadar büyük halı olur mu bu kadar büyük halıyı nerde bulacaktı durumu eşine anlatıyor eşi:
-Üzülme bunun çaresini buluruz kurbağalar kralı babama gideriz isteriz diyor.

Kalkıp kurbağa gölüne gidiyorlar. Kız kurbağa gölüne sesleniyor.
-Ey kurbağalar kralı bize o kadar büyük o kadar büyük bir halı lazım ki, bu halıya kralın askerleri yatacak, yarısı da artacak demiş kurbağalar kralı olur demiş ve bu halıyı dokutup vermiş oğlan halıyı alıp babasına götürmüş, Babasının askerleri halının üzerine yatmış ve yarısı da artmış.
Kral ikinci şartını söylemiş:
-Bana öyle büyük öyle büyük kazan getireceksin ki bu kazandan askerlerim yiyerek doyacak, yarısı da artacak demiş küçük oğlan yine üzülerek eve gelmiş derdini kurbağa kıza anlatmış. Kurbağa kız yine babama gidelim ondan isteyelim o bize büyük kazanı verir demiş.
Beraber kurbağa gölüne gitmişler. Kız göle seslenmiş.
Kurbağalar kralı, kurbağalar kralı demiş bizim öyle büyük bir kazana ihtiyacımız var ki bu kazandan kralın askerleri yiyip doyacak, yansıda artacak demiş. Kurbağalar kralı o büyük kazanı yaptırıp vermiş küçük oğlan kazını alıp saraya götürmüş. Bütün askerler kazandan yemiş, doymuş yarısı da artmış.
Kral bakmış ki bu en zor şeyleri yapıyor, ondan yapamayacağı bir iş isteyeyim demiş ve istemiş.
-Benim dedemin yüzükleri öteki dünyada onları alıp getireceksin demiş, oğlan çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş hazırlığını yapmış ahirete yolculuğa çıkmış.
Az gitmiş uz gitmiş bir hayli yol gittikten sonra bir adama rastlamış.
Adam yumurtaları yük yapar, yumurta yükünü arkasına almaya kalkınca da yumurta yükü dağılırmış. Yine yük yapar yine yükünü yüklerken yük dağılırmış. Küçük oğlan yumurta yükü yapan adama sormuş bu yaptığın nedir. Yumurtaları üst üste koyup yük yapılır mı? Niçin böyle yapıyorsun?
Adam demiş ki ben dünyada iken yumurta çalardım komşularım kümeslerine girer yumurtalarını alırdım. Yumurtaları üst üste dizer yük yapıp sırtıma alacağım zaman yumurta yükü bozulur. Ben yine yeniden yaparım, bu böyle sürüp gider.
Kralın küçük oğlu yoluna devam etmiş. Az gitmiş uz gitmiş yolun üzeri köprü gibi uzanmış bir adama rastlamış o adamın üzerine basmadan o yoldan geçmek mümkün değilmiş, her gelip geçen köprü gibi yatan adamın üzerine basar geçermiş. Kralın oğlu yatan adama sormuş.
-Neden böyle yol üzerine yatarsın?
-Ben dünyada iken insanların dereler üzerine kurdukları köprüleri bozar insanlara eziyet ederdim. Şimdi de burada köprü gibi yatmakla cezalandırıldım. Her gelen geçen üzerime basar geçer demiş. Kralın oğlu yürümeye devam etmiş, gitmiş gitmiş bir değirmene varmış bakmış ki değirmene un yerine insan kafaları öğütülüyormuş. Değirmenciye bu nedir diye sormuş.
-Bunlar hocaların kafalarıdır. Bunlar dünyada halka öğüt verir, fakat verdikleri öğütleri kendileri yerine getirmezlermiş. Kralın oğlu yoluna devam etmiş en sonunda sora sora kralın yüzüklerinin oldukları yere varmış. Dedenin yüzüklerinin bir sandık içinde olduğunu söylemişler.
Kralın oğlu sandığı almış aynı yoldan geri dönmüş, babasının yanına varmış "işte yüzükleri getirdim, yüzükler bu sandığın içinde" demiş. Kral sandığı açmış, sandığın içinden gürzü olan bir zebani çıkmış kralın başına gürzle vurmuş kralı öldürmüş böylece kralın küçük oğlu karısının örtüsünü yaktıktan dolayı cezasını çekmiş ve sonunda eşi ile uzun ve mutlu bir ömür sürmüş.
Kral da yaptığı kötülüklerin cezasını bulmuş.
Gökten üç elma düşmüş biri masalcının olmuş, ikisi de dinleyicilerin.
ANLATAN: Orhan Naci AK