27 Şubat 2018 Salı

Samsun’da Milli Bayram Kutlamaları (1930-1950)


Yaşar Baytal - Samsun’da Milli Bayram Kutlamaları (1930-1950)

Meşrutiyetken Cumhuriyete uzanan milli bayram algısı ve kutlama kültürünün oluşması 1909 yılına dayandırılır. 1909 yılında kabul edilen 23 Temmuz Hürriyet Bayramı, bir yandan II. Meşrutiyetin ilan edildiği tarihi ifade etmekte öte yandan uluslaşmanın ivme kazandığı bir süreci ifade etmekteydi.

10 Temmuz 1324 (23 Temmuz 1908) tarihinde Meşrutiyet’in ilân edilmesinde etken olanlar, bugünün millî bayram olarak kabul edilmesini de sağladılar. Böylece 10 Temmuz, Osmanlı Devleti’nin ilk resmî millî bayramı olarak 1909 tarihinden itibaren kutlanmaya başlandı.

Cumhuriyeti kuran kadrolar, 23 Nisan 1920’de TBMM’yi kurumsallaştırmanın bir gereği olarak bu günü coşkuyla kutlamanın ortamını hazırladılar. Atatürk dönemi boyunca Çocuk Bayramı olarak kutlanacak olan Hâkimiyet-i Milliye Bayramı, genç Türkiye’nin ilk milli bayramı oldu. Böylece yeni inkılâpların taşıyıcı gücü olarak görülen çocuk ve gençler sayesinde modem Türkiye’nin temelleri atılacağı gibi yapılan inkılâpların kurumsallaşması sağlanmış olacaktı.

Cumhuriyet yönetimi, 23 Nisan törenlerini, sosyal refah devlet anlayışının bir gereği olarak siyasi bir yapının öznesinden çok sosyal yapının bir öznesi olarak görmüşlerdir. Bunun sonucunda 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlamalarının kurumsal öznesi siyasi iradenin denetimindeki hayır kurumu Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu) olarak gösterilmiş ve halkın geleneksel yardımlaşma duygusu bu gibi kurumlara kaydırılmıştır (s. 449).

…Başkomutanlık Meydan Muharebesinin yıl dönümleri, Cumhuriyet Türkiye’sinde Zafer ve Tayyare Bayramı olarak kutlanmaktaydı. Kutlamalarda hava gücünün bir devlet için ne kadar önemli olduğu vurgusu yapılarak halktan önemli miktarlarda bağışlar toplanıyordu.

Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında diğer milli bayramlardan farklı olarak, Türk İnkılâbının envanteri çıkarılarak siyasal bir değerlendirme yapılırdı. Böylece İnkılâpların halka ulaşıp ulaşmadığına dair bir değerlendirme yapılmış olurdu.

1929 Bunalımı
“militarizm”, “milliyetçilik” gibi akımlar yeniden gün yüzüne çıktığı bir dönemde Türk gençliğinin nasıl terbiye ve talimle eğitileceği önemli sorundu.
Türk Devrimi teşkilatlı bir Türk gençliği tarafından korunacağı ve yaşatılacağı düşünülmekteydi.

19 Mayıs gününün, Samsun halkı için ayrı bir yere ve önemi vardır. Atatürk’ün Milli Mücadeleyi burada başlatmasının anısına Samsun halkı “Gazi Günü” adıyla 19 Mayıs gününü 1926 yılından itibaren mahalli bir gün olarak çeşitli etkinliklerle kutlamaya başlamışlardır (s. 450).

19 Mayıs’ın bayram olarak kutlanması için Güneş Kulübünün yaptığı teklif, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Merkezince karar altına alınarak 1935 yılında tüm yurtta bu günün anısına kutlamalar yapılmaya başlanmıştır.
19 Mayısın resmi bayram olarak kutlanması, (…) 20 Haziran 1938 tarihinden sonra gerçekleşmiştir.

Milli bayramlar, aynı zamanda liderlik ve cemiyet olgusunun en iyi işlendiği mekânlar haline gelmesini de sağlamıştır.

1938 yılında 19 Mayıs Spor ve Gençlik Bayramı hakkında bir yönetmelik yayınlanarak kutlamaların esas ve usulleri yeniden belirlenmiştir.
Törenin köy ve şehirlerde nasıl kutlanacağına dair bilgilere detaylı olarak yer verilmiş; önceden çizilmiş krokiye göre protokol, sporcu ve halkın duracakları yerler, ayrı ayrı gösterilmiştir.
19 Mayıs kutlamalarında önemli yeri olan Samsun-Ankara arasında yapılan bayrak koşusu, Türk halkının işgalden bağımsızlık sürecine giden yolu simgelemekteydi…
İzmir’in işgalini simgeleyen 15 Mayıs günü Samsun’dan başlayan bayrak koşusu Amasya, Çorum, Çankırı güzergâhını takip ederek Ankara 19 Mayıs stadyumunda son bulmaktaydı.
19 Mayıs günü Türk Kurtuluş savaşının başlangıcı olmasının yanında aynı zamanda Türk İnkılâbının da başlangıç günüydü ve bu günün önemine binaen somut adımlar atılmalıydı. Bundan dolayıdır ki bütün yurtta olduğu gibi Samsun’da toplu açılışların çoğu Cumhuriyet Bayramı veya 19 Mayıs gününe denk getirilmesi, artık bir gelenek haline gelmişti (s. 454).

1929 Dünya Ekonomik Buhranının etkisiyle milli ekonominin canlandırılması için bazı vilayetlerde düzenlenen yerli malları sergisi ile beraber kutlanmaya başlanmıştır.

Cumhuriyet Bayramı, 1923 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı kararname sonrasında özel merasimler ve yüz bir pare top atışı ile kutlanmaya başlamıştır. 1925 yılından itibaren ise resmi bayram statüsüne kavuşan Cumhuriyet Bayramı, ülke içinde ve dış temsilciliklerde kutlanır hale gelmiştir (s. 455).

Cumhuriyet Bayramının yıldönümü hazırlıkları çerçevesinde çıkarılan önemli kararnamelerden birisi de madalya bastırılmasıyla ilgiliydi. Cumhuriyetin onuncu yıldönümü münasebetiyle bastırılan bu madalyalar sayesinde, 1933 yılının anlamını uzun süre korunmuş olacaktır.

Cumhuriyet Bayramı için yapılan önemli hazırlıklardan bir diğeri de halk hatiplerinin seçimi ve yetiştirilmesi ile ilgiliydi.
Hatiplerin seçiminde tahsil seviyesinin yüksek olmasından çok halkın sevgi ve saygını kazanmış; görüş, mantık ve telkin kabiliyeti kuvvetli olan şahıslar olmasına dikkat edilmekteydi.
Samsunda 1934 yılı Cumhuriyet Bayramı kapsamında il ve ilçeden toplam 59 hatip belirlenmiştir.
Milli Bayramlarda Cumhuriyet ideolojisinin önemli argümanları olarak gelişen konferanslar, 1933 yılından sonra gittikçe hükümetin veya CHF icraatlarını halka anlatmanın bir argümanı olarak değişmiştir.

1933 yılında Cumhuriyetin onuncu yılı münasebetiyle Samsun ve ilçelerindeki 21 kürsüde toplam 97 nutuk verilmiştir.

Tüm yurtta olduğu gibi Milli Mücadele’nin adının yazıldığı Samsun’da da toplu açılış ve temel atma törenleri Cumhuriyet Bayramına denk getirilmesi kutlamalara ayrı bir coşku katıyordu.

Egemenliğin padişahtan alıp halka verilmesini kutlamak anlamını taşıyan Hâkimiyet-i Milliye Bayramı ya da Milli Hâkimiyet Bayramı, TBMM’nin milli iradedeki yerini ve gücünü simgeliyordu. Meclisin kurumsallaşması amacıyla icat edilen bu bayram, 27 Mayıs 1935 tarihinde çıkartılan kanunla Ulusal Egemenlik Bayramı şeklinde Türkçeleştirilmiştir (s. 460).

Başkumandan Muharebesi’nin yıl dönümleri, Cumhuriyet döneminde Zafer ve Tayyare Bayramı olarak kutlanmaktaydı.

Zafer ve Tayyare Bayramından amaç ise; muhtemel bir hava saldırısına karşı olunması için gerekli ortamın yaratılması ve dünyada gittikçe gelişen havacılığın Türkiye’de gelişmesini sağlamak ve hava sahası güvenli için lazım olan maddi sorumluluğun paylaştırılmasıydı.


---
Baytal, Yaşar. (2015), “Samsun’da Milli Bayram Kutlamaları (1930-1950),” Geçmişten Günümüze Samsun / Canik ve Değerleri, Ed. Osman Köse, Canik Belediyesi Kültür Yayınları, Cilt: 1, (s. 449-473), Samsun

Samsun Yörükleri


Yakup Yılmaz - Samsun Yörükleri

Yörükler günümüzde çok büyük oranla iskân olmuş durumdadırlar.
Bunun yanında Güney Marmara ve Ege’de bulunan Yörükler de benzer bir şekilde göçerler. Yazın bir yayla kışın ise bir kışlık alan içerisinde yaşamak durumundadırlar.

Yörük kavramının genel kabul gören tanımı “Türkiye’de konar-göçer olarak yaşayan Oğuz Türkleri”dir.
…kelimenin “yörü-” yani “yürü-” kökünden gelmiş olabileceği söylenebilir.
Yörük kavramının ortaya çıkışı Osmanlı-İran münasebetlerine dayanmaktadır. İki devlet arasındaki sürtüşmelerin sonucunda Osmanlı kendi bünyesinde bulunan konar-göçer Türkmenleri yani Kızılırmak’ın batısında kalanları “Yörük” olarak adlandırmaya başlamıştır (s. 371).

Samsun Yürükleri Kimdir?
Oğuzlar, Anadolu’ya gelmezden önce Türkistan coğrafyasında boy isimlerini kullanırlar ve büyük topluluklar halinde hareket ederlerdi.
Yürükler de genelde boy isimlerinden öte, oba veya aşiret adlarını kullanmışlardır.

Samsun Yörükleri içerisinde Karatekeli aşireti mensupları bulunmaktadır. Onların İzmir Torbalı’da akrabaları mevcuttur ve onlar da Karakeçili olduklarını bilmektedirler (s. 373).

Yörüklerin Samsun’a Gelişi ve İskân Olmaları
Karadeniz’in kendine has özelliklerinden ve konar-göçerlerin burada yaşamaya pek hevesli olmamalarından ötürü Yürük varlığı buralarda çok görülememiştir.


Bugün Vezirköprü Özyörük Köyü’nde 20 hane ve 103 Yörük bulunmaktadır.

Özyörük’teki ve Yörükler Beldesi’ndeki Yörükler çok uzun bir süre yürüklük kültürünü devam ettirmişlerdir. Uzun bir süre dışardan kız alıp kız vermemişlerdir. Fakat son yıllarda bu durum değişmiştir. Bunun yanında yıllarca dikey göç hareketine (yaylak-kışlak) devam etmişlerdir. Kılçadırı kullanmayı, hayvancılık yapmayı ve deve beslemeyi bırakmamışlardır.

Yörük kocaları eskiyi çok iyi hatırlayabilmekte ve kültürü aynen yaşamaya devam etmektedirler. Lâkin yeni nesil artık Karadeniz kültürünü sinelerine almış durumdadır. Düğünler, yemekler vb. birçok şey değişmeye başlamıştır. Bu durum Karadeniz kültürüne zenginlik katan bir unsurun yok olmasına sebep olmaktadır (s. 382).


---
Yılmaz, Yakup. (2015), “Samsun Yörükleri,” Geçmişten Günümüze Samsun / Canik ve Değerleri, Ed. Osman Köse, Canik Belediyesi Kültür Yayınları, Cilt: 1, (s. 371-390), Samsun


Şehir -Kültür -Medeniyet- Değer


Tevfik Yılmaz Demir - Şehir -Kültür -Medeniyet- Değer

…rivayete göre şehirleri ilk kuranın Âdemoğlu Kabil olduğunu söylenmektedir. Hz. Peygamberin sütannesine verilmek üzere Mekke dışına çıkarılışına, çöle gönderilişine değinen Lings, şehirlerin; tembelliğin, korkaklığın, pısırıklığın ve birçok günahın merkezleri olduğunu ileri sürer. Bu yorumdan da anlaşılacağı üzere Habil doğayı, tabiatı, dağları ve çölü; Kabil ise şehirleri, kentleri, yapıları simgelemektedir.
İbn Haldun’da ünlü şehirli- bedevi diyalektiğini örnek verir. Ona göre şehirliler zenginlik, sefahat ve tembellik içerisinde yaşar ve çöl bedevileri tarafından kuşatılmışlardır. Fakat bedeviler doğal olarak çevik, hazırlıklı ve hareketlidirler. Bu sebeple şehri eninde sonunda alacaklardır. Ve alırlar da... Ancak bir süre sonra onlar da şehirli olacaklar aynı sefahat, tembellik ve uyuşukluğa dalacaklardır. İbn Haldun’a göre bu süreç ila nihaiye devam edecektir.

…son zamanlarda Amisos, Amazon gibi primitif ve arkaik göndermelerden başka hiçbir derinliği olmayan efsanelerle bir şehir kültürü yaratılmaya çalışılmış, şehrin kadim kaleleri bile yüksek katlı binaların rantına kurban edilmiştir.

---

Demir, Tevfik Yılmaz. (2015), “Şehir -Kültür -Medeniyet- Değer,” Geçmişten Günümüze Samsun / Canik ve Değerleri, Ed. Osman Köse, Canik Belediyesi Kültür Yayınları, Cilt: 1, (s. 121-123), Samsun

Samsun’da Bir Kültür Adamı Âşık Obalı


Şahin Köktürk - Samsun’da Bir Kültür Adamı Âşık Obalı

Âşık Obalı (Mustafa Bilir)

Aşıklık sanatını temsil ve icra eden nice isimler vardır ki, kendilerine sıfat olan şehre şeref olmuşlar, her ne zaman âşık anılacak olsa o şehir, o belde de anılmıştır. Erzurumlu Emrah, Erçişli Emrah, Bayburtlu Zihnî, Kağızmanlı Hıfzı, Everekli Seyranî ve daha birçok âşık bu duruma iyi birer örnektir (s. 1081).

Asıl adı Mustafa Bilir olan Aşık Obalı, 1958 yılında Artvin’in Şavşat ilçesi Oba köyünde doğdu. “Obalı” mahlası köyüne izafetendir. Öğretmen olan babası 1959 yılında öğretmen olarak Samsun’a atanınca Âşık Obalı da bir yaşında iken Samsun’a geldi.
İlk şiirlerini de lise yıllarında kaleme almaya başladı.
Samsun’da özel şirketlerde yöneticilik ve muhasebe müdürlüğü yaptı.
Evli ve iki çocuğu vardır.

Aşık Obalı
Aslım Artvin-Şavşat Oba köyünden
Mart elli sekizde doğup gelmişim
Beşiğim ağaçtan yastığım yünden
Bin türlü çiçeğe değip gelmişim

Bir yaşında idim Samsun’a geldik
Karaba köyünde iki yıl kaldık
Dereköy’ü on üç yıl vatan bildik
Türküyü topraktan sağıp gelmişim

Tezene elimde yıl yetmiş iki
İçimde yer etti şiirin kökü
Sırtıma vurdular aşk denen yükü
Bir çift mavi göze sığıp gelmişim

Yunus’un sesini duydum özümde
Ferhat nice dağlar deldi sazımda
Mahzuni rehberdi gönül gezimde
Vahdet bulutundan yağıp gelmişim
( … )
Sevdikleri ile saf etsin diye
OBALI doğru söz laf etsin diye
Tüm günahlarını affetsin diye
Yaradan’a boyun eğip gelmişim
17.11.2005 - Samsun

Kendi şiirlerini türkü olarak bestelemenin yanında başka şairlerin/âşıkların şiirlerini de bestelemektedir.

2002 yılına kadar olan şiirlerini “Gidelim Artık” (Şubat 2002, Samsun) adıyla kitaplaştır

Şiirlerinde daha çok 8’li, 11 Ti ve son şiirlerinde 14’lü hece veznini kullanır, nazım birimi ise çoğunlukla dörtlüktür.

---
Köktürk, Şahin. (2015), “Samsun’da Bir Kültür Adamı Âşık Obalı,” Geçmişten Günümüze Samsun / Canik ve Değerleri, Ed. Osman Köse, Canik Belediyesi Kültür Yayınları, Cilt: 2, (s. 1081-1090), Samsun

Türkiye'de İsmi Değiştirilen Köyler


Harun Tunçel - Türkiye'de İsmi Değiştirilen Köyler

…yer adları bir toplumun sosyal ve kültürel yapısı ile bulundukları, kullanıldıkları mekânın tarihî geçmişi ve coğrafya özellikleri hakkında da önemli ipuçları taşırlar (s. 24.)

Anadolu’daki yer adlarını iki büyük öbek olarak düşünmek gerekir. Geçmiş dönemlerde yaşamış olan uygarlıklardan günümüze gelen ve bazen zaman içerisinde söylenişleri oldukça farklılaşmış durumdaki yer adları birinci kısmı oluştururlar. Diğer bölümünü ise Türkçe adlar meydana getirmektedir (s. 26).

Köy adlarının verilmesinde etkili olan faktörler: yakınlardaki dağ, tepe, göl, akarsu, toprak, bitki örtüsü (…) insan, aşiret, soy, çeşitli olaylar vb.den etkisi…

Artvin ilinde büyük kısmı Gürcüce olan yerleşme adları “Meclis-i Umûmiyye-i Vilâyet” (İl Genel Meclisi) kararıyla 1925 yılında tümüyle değiştirilmiştir.

Türkiye’de ismi değiştirilen köylerin sayısı 12 binden fazladır (Bkz. Tablo: 1). Bir başka ifade ile ülkemizdeki köylerin kaba bir değerle % 35 kadarının ismi değiştirilmiş durumdadır (s. 27).

.
İl Adı Köy Sayısı İl Adı Köy Sayısı İl Adı Köy Sayısı
Adana 169
Adıyaman 224
Afyon 88
Ağrı 374
Amasya 99
Ankara 193
Antalya 168
Artvin 101
Aydın 69
Balıkesir 110
Bilecik 32
Bingöl 247
Bitlis 236
Bolu 182
Burdur 49
Bursa 136
Çanakkale 53
Çankırı 76
Çorum 103
Denizli 53
Diyarbakır 555
Edirne 20
Elazığ 383
Erzincan 366
Erzurum 653
Eskişehir 70
Gaziantep 279
Giresun 167
Gümüşhane 343
Hakkâri 128
Hatay 117
Isparta 46
İçel 112
İstanbul 21
İzmir 68
Kars 398
Kastamonu 295
Kayseri 86
Kırklareli 35
Kırşehir 39
Kocaeli 26
Konya 236
Kütahya 93
Malatya 217
Manisa 83
K. Maraş 105
Mardin 647
Muğla 70
Muş 297
Nevşehir 24
Niğde 48
Ordu 134
Rize 105
Sakarya 117
Samsun 185
Siirt 392
Sinop 59
Sivas 406
Tekirdağ 19
Tokat 245
Trabzon 390
Tunceli 273
Ş. Urfa 389
Uşak 47
Van 415
Yozgat 90
Zonguldak 156
Toplam 12211

Trabzon ve Rize’de toplam 495 köyün ismi değiştirilmiştir. Bunların 20 tanesi Türkçedir, diğerleri Rumca, Lazca, Ermenice, Gürcüce oldukları için değiştirilmişlerdir.

---
Tunçel, Harun. (2000), “Türkiye'de İsmi Değiştirilen Köyler,” Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 2, (s. 23-34)

Türkiye'de Diller ve Etnik Guruplar


Türkiye'de Diller ve Etnik Guruplar

(Anadolu’ya) milattan önce Hattiler, Luviler, Hurriler, Urartular, Babiller, Lidyalılar, Persler… hâkim olmuş…
Süryaniler, Ermeniler, Rumlar, Araplar, yine bu coğrafyanın etnik şekillenmesinde etkili olmuş halklardır.
Son yüzyıllarda ise Balkanlardan ve Kafkaslardan Çerkez, Gürcü Arnavut, Boşnak, Bulgar, Sırp, Hırvat gibi Türk kökenli olmayan gruplar Türkiye’ye göçmüştür. Bütün bu tarihî ve coğrafi hareketliliklere bağlı olarak Anadolu’da farklı yaşam tarzları, inanış biçimleri ve etnik gruplar bir arada bulunmuş…
---

Türkiye İl Merkezi Kent Adlarının Kaynakları Üzerine Bir Araştırma


İbrahim Güner, Mustafa Ertürk - Türkiye İl Merkezi Kent Adlarının Kaynakları Üzerine Bir Araştırma

İl merkezi olan 81 kentin; 26’sı fizikî şartlara dayanan adlar, 45’i de insanlara ve topluluklara dayanan adlar taşımaktadır. Kalan 10 il merkezinin adlarının kaynakları ve anlamları ise henüz güvenle saptanamamıştır (s. 39).

Türkiye toprakları dünyanın en eski yerleşim alanlarından biri üzerinde yer almaktadır. Nitekim arkeolojik, prehistorik ve antropolojik araştırmalara göre Karain mağarası, günümüzden 150 bin yıl, Yarımburgaz mağaraları ise 250 bin yıl kadar önce insanlar tarafından yerleşilmiş ve doğal mesken olarak kullanılmıştır. 

…ülkemiz toprakları çok çeşitli toplumların yerleşimlerine ve uygarlıklarına sahne olmuş; bu da, yerleşmelerin kuruluşları, gelişmeleri ve adlandırılmaları üzerinde derin etkiler yapmıştır.
Özellikle insanların yaşaması için elverişli koşullara sahip alanlardaki yerleşmelerin adları, bütün bu zaman içinde dikkate değer bir devamlılık gösterir. Örneğin, Maraş’a daha Hititler zamanında “Markasi,” Malatya’ya aynı dönemde “Maldiya” ve Adana’ya “Atana” denildiği bilinir.

Ağrı adı eski Türkçe’de “yüksek” anlamına gelen “ağrı” kelimesinden gelmektedir.

18. yüzyıldan sonra kente, güneybatısındaki Tekfur Dağı’ndan (bugün Işıklar Dağı) dolayı “Tekfurdağ” adı verildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında kentin adı “Tekirdağ” olarak değiştirildi.

Üzerinde çok sayıda buzul gölü bulunan Bingöl Dağı, günümüzde şehre adını vermiştir.

(Van) Kentin bugünkü adının, yöreye Urartuların verdiği “Vaini” (Waini) adından kaynaklandığı sanılmaktadır.

Muhtemelen, Düzce adı, yerleşmenin Bizans Dönemi’ndeki adı olan Düsae sözcüğünün bozulmuş şeklidir.

Bir kaya çıkıntısı üzerindeki Belo Kome Kalesi’nin şimdiki Bilecik’in nüvesini teşkil ettiği, isminin de buradan geldiği belirtilir.

(Kilis) Türk-Yakut ağzında kilis sözcüğünün “düz, perdahlanmış” anlamında kullanılması nedeniyle, günümüze böyle ulaştığı tahmin ediliyor.

(Giresun) Eski adı “Kerasus” olup bugünkü adı da bu kelimeye dayanır.

Yerleştikleri yöreye yüzey şekillerinin masayı andıran şekiller biçiminde kıyıya doğru alçaldığını gören Miletliler, Eski Yunanca “masa” sözcüğünün karşılığı olan “trapeza”dan esinlenerek kente “Trapezus” adını verdiler. Zamanla “Trapezus”, “Trapezund” ve “Trebizond” gibi bazı değişimler geçiren bu ad daha sonra “Trabzon” biçiminde söylenmeye başlandı.

Miletli denizciler tarafından bir ticaret kolonisi olarak kurulan Rize, eskiden “Rhizios”, “Rhizus” ve “Rhizaion” adlarıyla anılırdı. Bu sözcüğün çeşitli anlamları vardır; bu arada, “dağın dibi, eteği” anlamına gelir (s. 42-43).

Erzincan adının, Strabon’un İlkçağ’da bu bölgede bulunduğunu belirttiği Eriza şehrinden geldiği sanılmaktadır.

Bugünkü Artvin İli toprakları Milattan Önceki dönemlerde Coroksi, Çorok, Kolkis olarak anılıyordu. Çor’uk adı Çor’lar demek olup Sakaların büyük bir kolunun buraya gelen kesiminden almıştır.

Önceleri, “Artvani” olarak anılmış olup bu sözcük giderek “Artvini” olmuş, son olarak da “Artvin” biçimini almıştır. Büyük bir olasılıkla Artvani adı, Arda kök sözcüğüne wana/ana takısının eklenmesiyle türetilmiş “Akarsu Ülkesi” anlamında “Ardana” idi (s. 43).

(Ardahan) Eski adı “Artan”dır. Artan, yalnız kentin değil, oradan geçen ve Gürcistan’da Kur, Kura diye anılan önemli bir çayın da adıdır. Dolayısıyla Artan isminin aslı, Arda kök sözcüğüne wana/ana takısının eklenmesiyle türetilmiş, “Akarsu Ülkesi” anlamında “Ardana” idi.

Araplar, çevredeki su ve çağlayanlara bakarak buraya “Pınar Kenti” anlamında “Ayntâb” adını verdiler.

Urfa’nın bilinen en eski adı Edessa, İskender sonrasında, Selökidler Dönemi’ne değin uzanmaktadır. Muhtemelen, Urfa adı, Süryanice Orhai sözcüğünden türemiştir. Orhai ise Arapça “suyu bol” anlamına gelen Vuhai’den kaynaklanmıştır. Orhai’nin Orhe, Orha gibi farklı kullanışları sonunda Urfa adı otaya çıkmıştır. Bir efsaneye göre ise Urfa adı Nemrut’un diğer bir adı olan ve “sulak yerde bulunan” anlamına gelen Heywa’nın oğlu “Urhai”den gelmektedir.

(Denizli) İbn-i Batuta, Donguzlu adının “Domuzlar Kenti” anlamına geldiğini yazar.

“Sandraka” ya da “Sandrake” olarak anıldığı bilinen bu küçük kırsal yerleşme adını, Üzülmez Deresi’nin İlkçağ’daki adı olan “Sandra”dan alıyordu. Daha sonraki dönemlerde “Zongalık” olarak adlandırılan ve bu kesimdeki sazlık ve bataklık alanın kurutulmasıyla belirmeye başlayan yerleşmeye “Zonguldak” denildi.

Türkmen dilinde “yoz” otlak demektir. Horasan’dan Anadolu’ya göç eden Çapanoğlu aşireti sürülerini buraya yayarak burada küçük bir kasaba kurmuşlar, adına “Otlak Kenti” anlamına gelen “Yoz Kant” demişlerdir.  Zamanla bu isim Yozgat şekline dönüşmüştür.

Gümüşhane yöresinde bilinen ilk kent adı, Antikçağ’daki Argiropolis’tir (Argyropolis). Bu adın, eski Yunanca’da “gümüş” anlamına gelen “Argis”ten kaynaklandığı sanılmaktadır.

Hatay’ın adının kaynağına ilişkin ilk bilgiler, MÖ 1200’de başlayan Geç Hitit Prenslikleri Dönemi’ne tarihlenmektedir. Bu dönemde, Amik Ovası’ndaki Hitit Prenslikleri’nin birleşerek Hatteia Krallığı adını aldıkları bilinmekte, Hatay adının da buradan geldiği sanılmaktadır. Yöreye bu adı, 1936’da Atatürk vermiştir.

Bursa’nın Antikçağ’lardaki adı “Prusa”dır. Bugünkü ismi de buradan gelir. Şehrin genellikle Bitinya krallarından Prusias tarafından kurulduğu kabul edilir.

İslâmi kaynaklarda Hadrianopolis’ten bozma “Edrenos”, “Edrenaboli” tarzında yazıldığı gibi I. Murat zamanında “Edrene” imlâsı benimsendi ve uzun süre bu şekilde yazıldıktan sonra muhtemelen 18. yüzyıldan itibaren “Edirne” olarak söylenmeye başlandı.

Plinius’a göre İstanbul’un bilinen en eski adı “Lygos”tur. MÖ 660’ta kurulan Byzantion kentinin adı ise koloni kurucusu, Trak kökenli Byzas’a dayanmaktadır. Roma İmparatoru Büyük Konstantinus’a değin kent, aynı adla anıldı. İmparator Konstantinus’un ölümünden sonra, bu imparatorun onuruna, kente “Konstantinopolis” dendi. Ancak kent, uzun süre yalnızca “polis” (kent) sözcüğüyle anıldı. Günlük konuşmada sık sık kullanılan eis ten polin (Yunanca’da “kentte” ya da “kente”) biçimindeki cümlecik, Osmanlı Dönemi’nde Stimbol, Estanbol, İstambol gibi değişimler geçirdikten sonra İstanbul’a dönüştü.

Bugünkü Sivas adının da “Sebastia”dan kaynaklandığı sanılmaktadır. Sebastia ise Agusta’nın karşılığı olup “İmparatorun Kenti” anlamına geliyordu.

Adıyaman’ın bilinen ilk adı Etiman’dır.

Vali İzzet Paşa zamanında mezranın adı dönemin Padişahı Abdülaziz’e nispetle Mamuret ül-Aziz’e çevrildi. Cumhuriyet Dönemi’ne değin “Elaziz” olarak kullanılmış, Kasım 1937’de Atatürk’ün önerisi ve Bakanlar Kurulu kararı ile “Elazık”a dönüşmüştür. 10 Aralık 1937’de yeni Bakanlar Kurulu kararı ile “Elazığ” adı kabul edilmiştir.

Karadeniz’in kuzeyindeki İskitlerce güneye sürülerek Batı Anadolu’ya dek ilerleyen Sabardai ve Kimmer topluluklarının bir bölümü, bugünkü Isparta ilinin bulunduğu yerlere yerleşmiş ve bu topraklara kendi adlarını vermiştir.

Bitlis’in kuruluşuna ilişkin bir söylenceye göre, adını Makedonya Kralı Büyük İskender’in buyruğuyla buraya bir kale yaptıran komutanı Badlis’ten alır.

Siirt adının, İran’da Arbela/Erbil yöresine yayılmış olan ve Dareios zamanından kalma yazıtlarda Asagrta diye anılan halkın adından gelmedir.

Kars şehri, İskit Türklerinin Karsak boyu tarafından kurulduğu için kasabaya kendi boylarının adını vermişlerdir.

İskitler Dönemi’nde “Gymnias” denen Bayburt’un adı, Bizans Dönemi’nde “Baiberdon”, Ermenilerde “Payberd”, Arap kaynaklarında ise “Bâbirt” olarak geçer. Baiberdon, Helen dilinde “Baiberd’lilerin Kenti” anlamındadır.

Mardin şehrinin, Perslerin buraya yerleştirdikleri Marde kavmi tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Türkler buraya geldikten sonra “Mardin” adını vermişlerdir.

Hakkâri olarak tanınan şehrin eski adı Çölemerik’tir. 642’deki İlk İslâm Fethi’nde Van Gölü’nün güneyindeki yaylaklara, “Hakkar” boyundan dolayı, “Hakkâriye” deniliyordu. Yöre 1536’da Kanuni Sultan Süleyman’ca Osmanlılara katılmasından bu yana, Hakkâri olarak anıla gelmektedir.

(Diyarbakır / Diyar-ı Bekir) Kuzey Dicle yöresine Araplardan Bekr bin Vail boyu yerleştiği için, yöreyi Araplar bu adla anmakta idiler.

Iğdır’ın adı; 24 Oğuz boyundan 21’incisi sayılan İç-Oğuzlar Üç-Ok koluna mensup Oğuz Han’ın altı oğlundan biri olan Cengiz Alp’in en büyük oğlu “Iğdır Bey”den gelmektedir.

Efsaneye göre, Adana, Gök Tanrısı’nın iki oğlu Adanus ve Sarus’un Tarsus halkı ile yaptıkları savaşlar sonunda kurulmuş ve Adanus’un adına izafeten şehre Adania denilmiştir.

Konya’nın eski adı olan İkonion, “tasvir” ya da “kutsal tasvir” anlamına gelen “ikon” sözcüğüne bağlanmaktadır.

(İzmir) Eski Yunanca’da “Smyrna” biçiminde yazılan kentin adı İyon yazımında “Smirni” ya da “Zmirni” haline geldi.

Mitolojiye göre ise kente adını veren Yunan Irmak Tanrısı Asopos’un kızlarından “Sinope”dir.

Nuh’un gemisine ait kalıntıların bulunduğu Cudi Dağı’nın kuzeyinde Şehr-i Nuh adıyla kurulduğu, zamanla “Şerneh” ve daha sonraki yıllarda da “Şırnak” adını aldığı rivayet edilmektedir.

Kotyora kenti, Miletosluların kurduğu ve daha sonra terk ettiği bir ticaret kolonisiydi. Kotyora’dan sonra yöredeki en eski yerleşme, Merkez ilçeye bağlı Uzunisa bucak merkezinin kuzeydoğusundaki Eskipazar Köyü’dür. 16. yüzyıl kayıtlarında Bayramlu ya da Bayramlı adlarıyla geçen bu yerleşmenin kıyıdaki iskelesi Bucak adıyla anılıyordu. 19. yüzyılda hızla gelişen Bucak’a 1869’da, giderek önemini yitiren Bayramlı’nın eski adı olan Ordu verildi. Fetih yıllarında askerî birliklerin konakladığı yer olması sebebiyle Bayramlı kasabasının bu adla anıldığı sanılmaktadır.

Akça Koca’nın adına izafeten “Koca İli” olarak verildi.

Yalova’nın Antikçağ’daki adı Pitiya’dır.

Kuruluş tarihi MÖ 2000 yıllarına kadar uzanan Amasya kentinin bilinen en eski adı “Amesia”dır (s. 52).

Umar’a göre, Amesia adı, Ana Tanrıça Ama/Ma ile bağlantılıdır.

Samsun; şehrin 3 km kuzeybatısında, Kalyon Burnu’na doğru uzanan bir sırt üzerindeki tarihî Amisos’un mirasçısıdır. Sonradan “Samissos” ve “Samisun” olarak adlandırılan bu yerleşmelerin adı zamanla Samsun’a dönüştü.
Amisos adı Helen ağzında “Samissos” olarak kullanılmış olup bu ad “Kutlu Ananın Kenti” anlamına gelir. Bu dönemde kent, bir “piskoposluk merkezi idi. Burası, “Amazon Yurdu” diye anılan bölgede yer alıyordu.

Ankara adının, MÖ 10.-6. yüzyıllar arasında Anadolu’nun önemli bir kısmına sahip olan Hititlerin Ankuwa şehrinin adı ile olan ilişkisi dikkati çekmiş, Ankara’nın burası olacağı ortaya konmuştur.
Ankara tarih boyunca Ankyra, Ancyre, Enguriye, Engürü, Angara, Angora adlarını almıştır.

Niğde’nin en eski adının “Nahita” ya da “Nakida” olduğu ileri sürülür. Umar’a göre Nakida, Ana-Kinda’nın çeşitlemesi olup bu da “Ana Tanrıça” anlamına gelmektedir.

Selçuklu Türkleri şehre “Balak” adını vermekteydiler. Kentin ortasında yükselen bu güzel hisara “Balak Hisar” (Hisar Şehri) adını vermişlerdir.

Kırklareli, Bizans Dönemi’nde “40 Kilise” anlamında “Saranta Ekklesiai” adıyla anılıyordu.

Kastamonu
MÖ 16. yüzyılda bu bölgede yaşayan Kaşkalar’ın (Gas, Gaşka) yöreye de adlarını verdikleri iddia edilir.
Umar ise Kastamonu adının Kas-Ta(u)ma-wana, Tapınak-kam-ı-halkının-Ülkesi öğelerinden türetilmiş olduğu kanısındadır.

Çankırı’nın adı “dişi keçi” anlamına gelen “Gangra”ydı.
Umar Gangra adının, özellikle Paflagonya bölgesinde çok rastlanan ve Ana Tanrıça adlarından biri sanılan Anka sözcüğünden türetilmiş olduğu kanısındadır.

Malatya adının kaynağı Hititler Dönemi’ne aittir. Bu dönemde kentin “Maldiye” diye anıldığı bilinmektedir.

Bir rivayete göre şehir, Nuh’un oğlu Yafes’in torunları olan Muş Oğulları tarafından kurulmuştur. Bununla beraber Asur kaynaklarında şehrin ilk temellerinin Muşkiler tarafından atıldığı belirtilir.

Helenistik Dönem’e ait bir kitabede şehir adı “Moğola” şeklinde geçmektedir.

Uşak adı, Türklerin Ege’ye gelişi sırasında (11. yüzyıl) ilk olarak “Uşşak” biçiminde ortaya çıkmıştır.

Ülkemiz toprakları üzerinde egemenliklerini yıllarca sürdürdükten sonra tarihe karışmış kavimlerin kullandıkları yer adlarının izlerini veya asıllarını, halen kullandığımız il merkezi kent adlarında bulabiliyoruz.

---
Güner, İbrahim. ve Ertürk, Mustafa. (2004), “Türkiye İl Merkezi Kent Adlarının Kaynakları Üzerine Bir Araştırma,” Muğla Üniversitesi SBE Dergisi, Sayı: 12, (s. 39-62)